17 Aralık 2019 00:46

"Mazhar Alanson’un hatırlamak istemediği albüm ve anılar"

Sanatını seküler bir temele oturtan birinin şimdi o kitleden aldığı güçle ürettiği şarkılarını ve yarattığı efsaneyi götürüp muktedirin hanesine yazmasını kabullenmemek en doğal hakkımız olsa gerek.

Fotoğraf: Duygu Yener, Zafer Fatih Beyaz, Murat Kula /AA

Paylaş

Utku Deniz EREN
İstanbul

Mazhar, Nurdan, Numan ve Aysun; 1970 yılının o güzel mayıs gününde okul yerine Bira Parkı’na gitmeye karar vermişti. Bu güzel yolculuğun bir saldırıyla gölgeleneceğini ve ardından nezarethaneye düşeceklerini bilmiyorlardı. Tek istekleri biraz hava almak, kafa dağıtmaktı. Dört arkadaş o gün Bira Parkı’nda eğlendiler, gülüştüler, dertleştiler; tiyatro eğitimi alan Mazhar ve Numan ile bale eğitimi alan Nurdan ve Aysun uzun uzadıya sanattan söz ettiler. Parktan ayrılırken güzel hislerle doluydular.

Bir dolmuşa bindiler. Bu olayı “Anne Ben Leylek mi Oldum?​” kitabında aktaran Aysun Aslan Uğur’un anlattığına göre, iki adam kollarını hoşlandıkları kadınların yaslandıkları koltukların arkalığına koydu. İşte ne olduysa o hareketlenmeden sonra oldu.

Şoför sert bir frenle aracı durdurdu ve “Rahat durun lan hayasızlar!” diye bağırdı! Hızla arkasına dönüp Mazhar’a şiddetli bir tokat attı. Ardından arabadan indi ve “İnin lan aşağı o… çocukları” dedi. Tüm yolcular kaçıştıktan sonra şoför ve muavini ile dört arkadaş arasında şiddetli bir kavga başladı. Kolunu kız arkadaşının yaslandığı arkalığa attığı için saldırıya uğrayan Mazhar Alanson ve arkadaşları nezarethaneye atıldı. Saldırganlara ise hiçbir şey olmadı.

Ne zaman bir kadın toplu taşıma aracında, sokakta ya da evde şiddet görse Mazhar Alanson bir şey diyecek mi diye bakarım. Çünkü buna karşı çıkmak için aklı, vicdanı ve aynı zamanda acı bir deneyimi de vardı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden ödül alıp bugüne dek hiçbir ödülü saklamadığını belirterek, “Ama bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım” diyen Alanson’dan hâlâ beklentilerin olması tuhaf, biliyorum.

MFÖ Cumhurbaşkanlığı sarayında ödül töreni öncesi sahnede küçük bir konser veriyorlar.

MFÖ’NÜN AZ BİLİNEN ALBÜMÜ

Hürriyet gazetesine verdiği bir röportajda kendisine toplumsal gerginlik ve kamplaşma sorulduğunda, “Bir tek PKK ile olan tatsız durum var, onun dışında bir şey yok” diyebilmiş Mazhar Alanson’un hiç değilse kadına yönelik şiddete dair iki çift laf etmesini beklerim ama boşuna olduğunu da bilirim.

Zira aynı röportajda, “Açlık grevi yapan akademisyenler, tutuklanan gazeteciler, kutuplaşma gibi şeylere üzülmüyor musunuz?​” diye sorulduğunda, sıkıştığını hissettiğinden olacak, “Ben siyaset hakkında konuşmuyorum” demişti bu kez.

Bu elbette doğru değildi, siyaset konusunda konuşmuşluğu pekala vardı. Hatta siyasi göndermelerle yüklü albüm yaptığı bile olmuştu. Bugün anmaktan pek hoşlanmadığı, şarkılarına konserlerde yer vermediği o albüm, “Agannaga Rüşvet” adını taşıyordu.

Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel’in başbakan olduğu 1992 haziranında çıkardıkları albüm, MFÖ’nün en az bilinen albümü oldu. Aslında albüm son derece ilginç şarkılar barındırıyordu. Ancak zaman içinde grup üyeleri bu şarkıları konserlerinde çalmaz, televizyonlarda seslendirmez oldular.

MFÖ, Cumhurbaşkanlığı sarayında ödülerini aldıktan sonra konuşma yapıyor.

ALANSON O ALBÜMDEKİ ŞARKILARINI NEDEN SÖYLEMİYOR?

Albümdeki “Belediye nerede?​” şarkısı hayli anlamlıydı. “Belediye nerede/ Susuz kalmış derede/ İstanbul neden böyle/ Benzeyemez Viyana’ya” diye sürüyordu şarkı. Bir zamanlar Alanson, İstanbul’un durumunu dert ediyordu, artık etmiyor.

Bir diğer ilginç şarkı “Rüşvet”ti. Sözleri şöyleydi: “Memur rüşvet alır mı?/ Almaz, katiyen almaz, olamaz/ Bakan rüşvet alır mı?/ Almaz, katiyen almaz, olamaz/ Emekli general rüşvet alır mı/ Almaz, katiyen almaz, olamaz.” Bir zamanlar bu sözleri söyleyebilen Alanson, ayyuka çıkan rüşvetleri, ihaleye fesat karıştırmaları, yandaş isimlere, derneklere ve cemaatlere akıtılan devlet kaynaklarını görünce ne düşünüyordur acaba? Kendi şarkısını mırıldanıyor mudur; sanmıyorum…

Albümün en ilginç şarkılarından biri, “Deneylere Doğru” idi. “Biz ne suntalar ne cuntalar/ Flamingo yolları/ Science fiction showları gördük/ Yedi kat derinde yasaklar/ Kelimeler bitti tükendi” diyebiliyorlardı şarkıda. Bahsedilen cunta malumdu, sunta ise Demirel’in yeğeninin adının karıştığı bir hayali ihracat iddiasıydı.

Kitabı “Mazhar Olmak”ta Alanson bu şarkıdan şöyle bahsediyordu:

“Bazen müzik eleştirmenlerinden bu şarkıyı sevdiklerine dair haberler gelir. Bazen sıkı bir müşterimiz konserde ‘Deneylere Doğru’ diye bağırır. Bir türlü konserlerde icra edilmemiştir.”

O dönemde MFÖ yasaklardan söz edebiliyordu…

Tabii bunları yapabilmesinde dönemin ruhunun da etkisi vardı. Tek bir güç tüm yetkileri ele geçirmediğinden boşluklarda seslenmek daha kolaydı. Dahası Türkiye’de protest müzik ve muhalif sanat tekrar güç toplamıştı. Kendileri de 1993’e gelindiğinde Bülent Ecevit’in bir şiirini besteleyecek, Ecevit’i konuk ettikleri televizyon programlarında bu şarkıyı seslendireceklerdi. MFÖ dönemin ruhuna uygun davranıyordu.

 Cumhurbaşkanlığı sarayında düzenlenen ödül törenine katılan konuklar.

DUVARLARDAKİ SLOGANLAR REKLAMLARA DÖNÜŞÜRKEN

Bugün bir bir ortaya dökülen, tarikat ve cemaatlerin ihya edildiğine dair haberlerin Alanson’u rahatsız ettiğini sanmıyorum. Mensubu olduğu Cerrahiye Tarikatının sohbetlerine gidip gelirken de dinleyicilerinin büyük bir kısmını oluşturan seküler kesimlere karşı bir sorumluluk hissetmiyordur.

Cerrahiye Tarikatının perşembe sohbetlerinde, Tarikatın Lideri Ömer Tuğrul İnançer’in sözlerini konuştuklarını tahmin etmek de güç değil. İnançer, “Hamile kadınların sokakta gezmesi doğru değil”, “Çalışan kadın yuvasını dağıtıyor”, “Hem evlenmem hem hamile kalırım diyenler var. Hürriyetmiş! O... adının hürriyet olduğu dünyaya tükürürüm. Bunun adı o…” gibi ifadelerinden tanıdığımız bir isim.

Ne kadar ilginç değil mi, Mazhar Alanson dün kendisine ve arkadaşlarına benzer ifadelerle saldıran o şoförle birebir aynı düşünen bir adamın elini öpüyor bugün…

Her ne kadar ilahi formundan ve ifadelerinden yararlansa da hayatını ve sanatını seküler bir temele oturtan birinin şimdi o kitleden aldığı güçle ürettiği şarkılarını ve yarattığı efsaneyi götürüp muktedirin hanesine yazmasını kabullenmemek en doğal hakkımız olsa gerek.

“Duvarlardaki sloganlar reklamlara dönüştü/Randımanlı gitmiyor işler eskiden olduğu gibi” dediği şarkıyı dahi reklam müziği yapmaktan geri durmayan Mazhar Alanson, herhalde Türkiye’nin değişmediğini, kadınların saldırıya uğradığını, belediyelerdeki rüşvet ve kayırmaların on yıllar boyu devam ettiğini, ekonomik krizin geniş kitlelerin belini büktüğünü biliyordur.

Fakat Mazhar Alanson artık bize doğruyu söylemiyor, “Ele güne karşı yapayalnız” kalacağını ise henüz bilmiyor. Velhasıl, değişen Türkiye değil, değişen koşullar da değil, değişen yalnızca Mazhar Alanson oluyor.

‘YANDIM'IN DEĞİŞİP DURAN HİKAYESİ

Alanson “Yandım” şarkısını Kâbe’ye yazdığını açıkladığında bu ciddi bir tartışma yarattı. Alanson’un bunu ifade ederken yalan söylemediğini düşünüyorum. Daha önce birkaç kez bunu belirtmiş, kitabında da yazmıştı. Ancak yıllar evvel Okan Bayülgen’in programında söylediği doğru değildi. O programda şarkıyı Bodrum’a yazdığını, her şeyin, “Hatıralarımın üstüne oteller yapmışlar” dizesiyle başladığını söylüyor, sonra da şarkının ilk versiyonunu seslendiriyordu. Yıl 1998’di ve şarkıyı Kâbe’ye yazdığını söylemek için bir sebep görmüyordu.

ÖNCEKİ HABER

Karaburun Kent Konseyi: İris Gölü, Dipsiz Göl olmasın!

SONRAKİ HABER

Dr. Ali Karakoç: Gazeteci Aziz Oruç’un tedavi edilmemesi etik ilkelere aykırı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa