9 maddede 2019’da siyasette yaşananlar: Kaybettikçe saldırganlaşan bir iktidar
Yerel seçimlerden, kayyum atamalara, “tek adam sistemi” tartışmalarında dış politikadaki manevraların içe yansımalarına 2019’un öne çıkan siyasi gelişmeleri...
Kolaj: Evrensel
Çağrı SARI
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan liderliğindeki tek adam sisteminin daha görünür olduğu bir yılı geride bırakıyoruz. Parlamentonun yok sayıldığı bu dönem, iki önemli seçim yaşandı. “Beka” diyerek girdiği seçimlerde en önemli iki büyükşehir belediyesini kaybeden iktidar, çatırdamalarla başa çıkmaya çalışıyor. 2002 yılından beri ilk kez AKP içinden yeni bir parti doğdu, devamı da gelecek… 2017 yılında “Anayasayı değiştiriyorum” diyerek çıktığı yolda edindiği kitleyi de kaybediyor… Sadece halk tarafından değil kendi kadroları tarafından da eleştirilen bir AKP yılı oldu.
Partili cumhurbaşkanlığının, meclisin yetkisizleştirilmesinin, liyakatın, aslında “tek adam sistemi”nin daha çok tartışıldığı, pahalılığın arttığı, pazarın, marketin cep yaktığı 2019 yılı…
Muhalefet cephesinde ise işler görece daha iyi görünüyor. “Her şey çok güzel olacak” diyerek çıkılan yolda, önemli başarılar elde edildi. AKP, en büyük “rant kapısı” olarak gördüğü İstanbul’u kaybetti. 25 yıl sonra Ankara ve İstanbul dayanışma oyları ile CHP’ye geçti. Ancak, iktidar durmadı, gerek kayyumlarla gerek belediye başkanlarını yakın markaja alarak bu şehirlerde hakimiyetini sürdürmek istedi. Belediye başkanları ise devraldıkları başkanların yaptığı usulsüz harcamaları teşhir etme yoluna gitti. “Her şey çok güzel olacak” mı, çok güzel olması için muhalefet 2020’de nasıl adımlar atacak, 2020 yılında hep birlikte göreceğiz…
Ancak iç politikada yaşadığı sıkışmışlığı, dış politikada aşmak isteyen iktidarın 2020 yılında da türlü “maceracı” adımlar atacağı görülüyor ve bu dış yolculuk 2020 yılında da belli ki halka fatura olarak dönecek.
2019’ta iç politikada yaşananlardan öne çıkan bazı başlıkları derledik.
1- TÜRKİYE 31 MART’TA SANDIĞA GİTTİ
Türkiye tarihinin belki de en kritik seçimiydi 31 Mart. 16 Nisan 2017 referandumuyla başlayan, 24 Haziran 2018 seçimiyle devam eden süreçte 31 Mart 2019 seçimleri kritik bir eşikti.
AKP ve MHP'den oluşan Cumhur İttifakı 30'u büyükşehirde olmak üzere toplam 51 ilde yerel seçimlerde işbirliği yaptı. CHP ve İYİ Parti'den oluşan Millet İttifakı, 23'ü büyükşehir olmak üzere toplamda 51 ilde işbirliğine gitti. HDP bölgede aday koydu, batı bölgelerinde ise ‘demokrasiyi savunan adaylar’ı destekleyeceğini duyurdu.
AKP kritik gördüğü için Ankara ve İstanbul için güçlü adaylar belirledi. Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ı İstanbul’da, Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’yi de Ankara’da aday gösterdi. CHP ise Ankara’da 2014 seçimlerinin ‘kazananı’ olan ancak başkanlığı gasbedilen Mansur Yavaş’ı yeniden aday gösterirken, İstanbul’da Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu tercih etti. HDP’nin hedefi ise kayyumların elinden belediyelerini alabilmekti.
24 Haziran Hükümet sistemi ve milletvekili seçimleri, ülke gelmekte olan ekonomik krizin etkileri altına girmeden yapılabilsin diye neredeyse bir buçuk yıl öne alınmıştı. Ama iktidar yerel yönetim seçimlerini bu kriz ortamının dışına taşımayı sağlayamadı. Yerel seçimler olağan takviminde ve bir kriz sürecinde yapıldı. İktidarın her seçimde propaganda haline getirdiği ‘beka’ söylemi, bu kez tutmadı. İşsizlik, ekonomik kriz, hayat pahalılığı halkın en çok yakındığı sorunlar oldu. İktidar paketler açıkladı, tanzim satış başlattı (seçimlerin hemen ardından kapatıldı) ancak krizin etkisi vatandaşın üzerinde biraz olsun hafiflemedi. Sonuç: AKP iktidar olduğundan beri ilk kez elindeki en önemli bölgeleri kaybetti!
Seçimin belki de en çarpıcı sonucu 25 yıldır AKP siyasi çizgisinde yönetilen Ankara ve İstanbul'un CHP'li bir aday tarafından kazanılmış olması oldu. Krizin etkisi seçim sonuçlarını belirlemede önemliydi. Ancak, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun kampanyaları boyunca ılımlı ve kapsayıcı bir dil tutturmasının payı da yok sayılamaz. Elbette başta İstanbul’da CHP ve İYİ Parti tabanları dışında kalan seçmen desteğini atlamak olmaz. İstanbul'da kazanımın HDP'nin tabanından geldiğini anımsatalım.
Fakat, önemli bir kayıp yaşayan AKP, İstanbul’da seçim sonuçlarına itiraz etti. Önce sandık sandık itirazlar yapıldı, ilçe ilçe oylar yeniden sayıldı. Ancak fark kapanmadı. Sonra İstanbul için seçim tekrarı istendi.
AKP üç valiz belge eşliğinde YSK’ye başvurdu. “300 binden fazla usulsüz oy olduğu, 62 bin sandık başkanı ve memur üyenin yaklaşık 19 bininin kamu görevlisi olmadığı” gibi iddialar öne sürüldü. YSK İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptaline ve 23 Haziran'da seçim tekrarına karar verdi. Karar, 4'e karşı 7 oyla alındı. 4 üye arasında YSK Başkanı Sadi Güven’in de olması dikkat çekti.
2- 23 HAZİRAN: İSTANBUL’DA SEÇİM GÜNÜ
İstanbul 3 ayda ikinci kez seçime gitmiş oldu. İstanbullu, aslında bu seçimlerden rahatsızdı.Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında, AKP’nin itiraz gerekçelerinin halk tarafından yeterli bulunmadığı görülüyordu. Nitekim sandıkta da bu durum görüldü. En çok da “aynı anda ilçe ve muhtar seçimi de yaptık neden sadece büyükşehir belediyesi seçimleri iptal edildi” itirazı yükseldi.
Peki bu süreçte ne oldu? İstanbul seçimi genel seçim atmosferine dönüştü. “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır” sözlerinin sahibi Tayyip Erdoğan, bizzat sahaya inip İmamoğlu’nu karşısına aldı. Bu seçimi de “uluslararası çapta bir seçim” olarak tarif etti. Kendi şahsi iktidarının da oylandığı bir referanduma dönüştürdü. Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu üzerinden yaşanan iç gerilimler geçici olarak bastırıldı. Ancak ne fayda ki 23 Haziran seçimleri 31 Mart’ı mumla aratan bir hezimetle sona erdi. Ekrem İmamoğlu 31 Mart'a kıyasla farkı 800 bine çıkardı.
AKP türlü yola başvurdu seçimi kazanabilmek adına. İstanbul demek Türkiye demekti zira. İstanbul’da yüzde 10’a yakın olan Kürt oylarını İmamoğlu’ndan koparmak için çeşitli girişimleri oldu. Öcalan mektubu bu kapsamda değerlendirilebilir. Zira yıllardır tecrit altındaki Öcalan tam da seçimlere saatler kala adı sanı hiç bilinmeyen bir isim ile görüştürüldü. Ülkedeki siyasi gidişata önemli etkileri olacak olan İstanbul seçimlerine artık saatler kala Öcalan’la görüştüğünü söyleyen Ali Kemal Özcan, Öcalan’ın HDP’ye seçimde tarafsız kalma çağrısı yaptığını söyledi. Öcalan’ın avukatları mektubu doğruladı. Bu strateji, Öcalan’ın mektubu üzerinden kafa karışıklığı yaratarak İmamoğlu’na oy verecek HDP seçmeninin sandığa gitmesini engellemek biçiminde özetlenebilir. Fakat iktidarın bu hesabı da tutmadı. Kürtler, İstanbul seçimlerinde sandığa gittiler ve İstanbul seçimlerinin belirleyicisi oldular.
3- BELEDİYELERDE YENİ DÖNEM: USULSÜZLÜKLER FIŞKIRDI
Ülkedeki siyasal gerilim nedeniyle; yerel seçimlerin neredeyse genel seçim kadar önem kazanması ve ekonomik krizin yarattığı atmosfer nedeniyle belediyelerin faaliyetlerinin halkın daha çok dikkatini çektiği bir dönem oldu. Özellikle muhalefetin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasının merkezine “israf” kavramını oturtması ve her harcamanın mercek altına alınması gözleri belediyelere çevirdi. Bazı belediye başkanları ihaleleri internet üzerinden canlı yayınlamaya başladı. CHP’li başkanların şeffaflık adımlarından sonra, gözler başkanların kullandıkları araçlara, aldıkları ücretlere ve yaptıkları atamalara çevrildi. Özellikle mali denetimin daha güç olduğu belediye şirketlerinde yapılan harcamalar, kamuoyu tarafından titizlikle takip edildi. Belediyelerin yeni başkanlarca devralınmasının ardından açıklanan borçlar dudak uçuklattı. Birçok belediye başkanı, devraldıkları borçları afişler hâlinde belediye binasına astı...
İşte birkaç örnek:- İmamoğlu, görevi Mevlüt Uysal'dan devraldı. 2014 yılında toplam 6 milyar lira olan borç, 2018'de 20 milyar 214 milyon liraya, 2019 yılında 22 milyar lirayı bulmuştu. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlunun dikkat çekici işlerinden biri de vakıflara aktarılan 357 milyon liralık kaynağı kesmesi oldu.
- Yavaş, görevi Mustafa Tuna'dan devralmıştı. Uzun yıllar Melih Gökçek'in başkanlık yaptığı Ankara Büyükşehir Belediyesinin toplam borcunun ise 4,5 milyar lirayı bulduğu açıklandı. Başkentin borcu 2013 yılında ise 2 milyar 276 milyon liraydı.
- Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine seçilen HDP'li Eş Başkan Selçuk Mızraklı, kayyum Cumali Atilla'dan kalan lüks makam odasının videosunu sosyal medya hesabından paylaştı. Makam odası için tam 2 milyon 127 bin 725 lira harcandığını belirtti.
- Mardin Büyükşehir Belediyesi kayyumu Vali Mustafa Yaman da, belediyeyi 1 milyar TL’nin üzerinde borçlandırdığı, kentte ağırlanan AKP’li milletvekilleri, yöneticiler ve bakanlar için belediye bütçesinden, “yemek bedeli” olarak toplamda 1 milyon 436 bin 345 TL özel kalem harcaması yaptığı açığa çıkmıştı. Kuruyemiş ve kahve alımı için ödenen miktar, söz konusu harcamaların en dikkat çeken başlıkları arasında yer aldı. Kayyum yönetiminin 3 ayda 164 bin 550 TL’ye sadece kuruyemiş ve kahve alımı yaptığı açıklandı.
4- BELEDİYE BAŞKANLARI HEDEFTE, KAYYUMLAR DEVREDE
İstanbul, Ankara ve bölgedeki büyükşehir belediye başkanları başta olmak üzere, iktidar olamadığı tüm yerellerde belediye başkanlarını hedef aldı. Devlet bankaları belediyelere kredi vermedi. Bölgede 32 belediyeye kayyum atandı. AKP, muhalefetin rahat çalışmasını engellemek için Büyükşehir Yasası ile Belediye Yasası başta olmak üzere yerel yönetimlerle ilgili mevzuatta değişiklik yapılmasını gündemine aldı. Bu gündem hâlâ hazırda bekletiliyor. Seçim sonrası “topal ördek” dediği belediyelerde Meclis Üyesi kalabalığına sahip olan AKP, pek çok öneriyi reddetti. Belediye başkanları adeta yakın markaja alındı.
Bununla birlikte iktidarın rutin hale getirdiği kayyum uygulamasını özel olarak incelemekte yarar var. HDP, 31 Mart yerel seçimlerinde 3 büyükşehir 65 belediye kazanmıştı. Bugüne kadar, partinin 32 belediyesine kayyum atandı. Bunlardan 20 belediye eş başkanı tutuklandı. Bakanlık kayyum gerekçelerinde belediye başkanlarını ‘terör’ faaliyetlerine katıldığı iddiasını öne sürdü. Bunun için de HDP’nin açlık grevindeki milletvekili Leyla Güven için ölümsüzdür demek, yasal basın açıklamalarına katılmak, çeşitli etkinliklerde görev alınması suç unsuru olarak gösterildi. Gösterilmeye de devam ediyor. HDP ise her bir belediye başkanının adaylığının YSK tarafından onaylandığı hatırlatması yapıyor.
HDP’li belediyeler kayyumlarla ilk kez tanışmıyor. 2014 yılında da kazanılan 102 belediyeden 96’sına 2016 yılında kayyum atanmıştı. 93 belediye eş başkanı da tutuklanmıştı. 2016-1019 yılları arasında kayyumlarla yönetilen belediyelerin borç batağında olduğu Sayıştay Başkanlığının faaliyet raporlarında yer aldı. Buna rağmen bazı belediyelerde eski kayyumların yeniden atanması dikkat çekici. HDP’liler bu durumu ‘demokrasiye darbe’ ‘halkın iradesini yok sayma’ olarak belirti. Burada şunu hatırlatmakta yarar var. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçim öncesi “Belediye başkanlarının terör örgütü ile ilişkilerini tespit ettiğimiz anda yine kayyum atarız” ifadesini kullanmıştı. Bu durum kayyumların önceden mi planlandığı sorusunu akıllara getiriyor.
Bölge illerinde atanan kayyumlara 2019’da da muhalefet güçlü bir ses çıkarmadı. Zaman zaman düşük düzeyli itirazlar olsa da HDP’nin kayyum politikası karşısında yalnız bırakıldığı söylenebilir. Bu güçlü karşı duramama hali sonucunda CHP’li bir belediyeye daha kayyum atandı. Urla Belediye Başkanı ‘FETÖ’ suçlaması ile tutuklandı.
5- ‘TEK ADAM’ YÖNETİMİ VE SİSTEM TARTIŞMASI
Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmesinden bu yana, AKP’nin çekirdek kadrosu da sisteme eleştiriler yöneltmeye başladı. AKP cenahı sisteminin kuvvetler ayrılığı ilkesine uymamasını ve Meclis’e hesap verilebilirliğin ortadan kalkmasını eleştirdi. Bu sene ilk kez bütçeyi parlamento değil Cumhurbaşkanı hazırladı. Sistem rahatsızlığı görünür olunca, iktidar temsilcileri “Hükümet Sistemi”nin revize edileceğini söylediler ancak bu yönde adım atılmadı. Bu sistemle Meclisin denetleme yetkisi de elinden alınmıştı. Nitekim, çok defa bakanların soru önergelerine yanıt vermediği ortaya çıktı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir konuşmasında 895 soru önergesinin sadece yüzde 7'sinin 15 gün içinde yanıtlandığın, yüzde 61'inin ise hiç yanıtlanmadığını aktarmıştı.
Hükümet sisteminden duyulan rahatsızlık saha çalışmalarına da yansıdı. Metropoll Araştırma Şirketi'nin 14-15 Haziran tarihlerinde İstanbul'da 1613 kişiyle yaptığı bir ankete göre o tarihlerde Başkanlık sistemi referandumu yapılsa, katılımcıların yüzde 58,6'sı parlamenter sistemden yana.
Ayrıca liyakat eleştirileri de yükselir oldu. Bu eleştiriler, en fazla seçim sürecinde dile getirildi. ‘Tek adam’ ailesini, akrabasını, yakınını bürokrasinin çeşitli kademelerine atıyordu! Zaten yapılan araştırmalarda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında Erdoğan’ın Berat Albayrak olmasına dönük eleştiriler üst sıralardaydı. Ayrıca, Albayrak’ın ekonomiyi yönetemediği buna rağmen kendisinden vazgeçilmemesi hep tartışıldı.
6- YENİ PARTİ TARTIŞMALARI
AKP’nin birkaç seçimdir yaşadığı gerileme, 31 Mart’taki erime ve 23 Haziran’daki hezimetten sonra var olan AKP içi tartışmalar şiddetlendi. Sonuç itibari ile AKP içinden yeni bir parti çıktı. Bir yenisi de yolda. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisini kurdu. Eski Bakan Ali Babacan’ın da ocak ayı içinde partisini kurması bekleniyor. Her iki isim de AKP hükümetlerinde önemli görevler üstlenmiş, partinin doğum-gelişme seyrine tanıklık etmiş isimler. Davutoğlu temelde “Cumhurbaşkanlığı kurumu toplumla kopuş yaşıyor’’ eleştirisi sunuyor.
Cumhurbaşkanının partili olmasının sorun teşkil ettiğini savunuyor. Benzer eleştiriler Eski Bakan Babacan tarafından da yöneltiliyor. Ekonomi politikalarını da eleştiren Bağış, “Memlekete baktıkça içim kan ağlıyor. Bu ülkede topyekûn bir siyasi revizyon gerekiyor” diyor. Başkanlık sistemine ilişkin de “İçte de dışta da barış getirmedi, bu sistem Türkiye için çalışmıyor, çözüm üretmiyor. Güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunuyoruz” ifadelerine yer veriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise sıklıkla iki ismi hedef alan açıklamalar yapıyor. Kopuşları engellemeye çalışıyor.
AKP içindeki çatlağı, yarılmaya dönüştüren bu gelişmenin 2020 yılında AKP’yi nasıl şekillendireceğini birlikte göreceğiz. Kongre sürecine giren AKP bu yarılmalardan nasıl çıkacak, önemli bir güç kaybedecek mi yoksa toparlanacak mı sorularının cevapları 2020 yılında verilecek.
7- DIŞ POLİTİKADA DAHA ÇOK SIKIŞMIŞ BİR YIL: BARIŞ PINARI HAREKATI
Cumhurbaşkanı Erdoğan mütemadiyen Suriye’nin Kuzeyine müdahale etmeyi dile getiriyordu. 2019 yılı Ekim ayında düğmeye basıldı. Adına “Barış Pınarı”denilen operasyon ile Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgeye harekat yapıldı. Operasyon nedeniyle sınır kentlerine de düşen havan topu sivillerin hayatını kaybetmesine neden oldu. Operasyon bölgelerinden de sivil ölümleri bilgisi geldi.
ABD, Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna operasyon konusunu gündeme getirmesinden bu yana böyle bir harekata sıcak bakmıyordu. Ancak Erdoğan ile Trump'ın görüşmesi Washington'ın politikasında önemli bir değişime işaret etti. Trump’ın müdahaleye yeşil ışık yakmasıyla operasyon başladı. Günler sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşme yaptı. Ve ABD ile yapılan anlaşma gereği Suriye operasyonuna 120 saat ara verildi. Bu süreçte ABD Başkanı Donald Trump tepki çeken açıklamalar yaptı: Okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga etmelerine izin vereceksiniz, sonra da ayıracaksınız.Daha sonra Rusya Devlet Başkanı Putin ile Erdoğan Soçi'de buluştu. Buradan da 10 maddelik mutabakat çıktı. Rusya ile yapılan görüşmede “Suriye yönetimini muhatap almak zorunda kalacağı” bir anlaşma çıktı.
Ve Türkiye diplomasi tarihinin en önemli olaylarından biri bu zaman diliminde gerçekleşti. ABD Başkanı Trump’ın Erdoğan’a bir mektup yolladığı ortaya çıktı. Mektupta yer alan “sert adamı oynama. Aptallık etme! Seni sonra arayacağım" gibi ifadeler uslup açısından oldukça tartışıldı. Bu süreçte Erdoğan ABD’ye gidip Trump ile Suriye konusunda görüşme gerçekleştirdi. Mektup tartışması da 2019 yılına gömüldü.
8- RUSYA’DAN ALINAN S-400’LER ABD İLE GERİLİM YARATTI
Suriye’nin kuzeyine müdahale ile başlayan süreçte NATO ile de ipler gerildi. Bunun temel nedeni, S-400 savunma sistemleri ve ikincisi de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yapılan operasyon. NATO’daki rahatsızlığın esas kaynağı olarak, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemini almasını ve bunu aktif hale getirmeye yönelik adımları gösteriyor. S-400 tartışması elbette sadece NATO ile değil ABD ile de gerilimin kaynağı oldu. ABD yaptırımlarının onaylanması, 1915 Ermeni katliamının soykırım olarak tanınması S-400’ler gerilimi nedeniyle yaşandı. Devam eden Halk Bank davası da bu krizin bir parçası oldu. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde başlattığı askeri operasyon ve Ankara ile Moskova arasındaki yakınlaşma ABD ile krizi derinleştirdi. ABD Başkanı Trump’ın YPG generali ile görüşmesi, ondan “General Mazlum” diye bahsetmesi de Ankara’nın hoşuna gitmedi.
9- DOĞU AKDENİZ VE LİBYA
Türkiye kendisine müttefik bulamadığı yeni bir kriz ile daha karşı karşıya. ABD ile en sıkıntılı dönem, Avrupa Birliği ile “mülteci anlaşması” nedeniyle yaşanan gerilim derken, Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri nedeniyle de bir kriz daha yaşanıyor.
Zira Doğu Akdeniz havzasındaki sondaj faaliyetleri nedeniyle, Avrupa Birliği’nden Çin’e kadar pek çoklarının iştahını kabartan potansiyel doğal gaz ve petrol kaynakları konusunda Türkiye ilişki içinde olduğu veya olmadığı bütün tarafların tepkisini topladı.Yetmedi, işleri daha da kızıştıracak Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti ile anlaşma imzaladı. Hükümet, 2020’nin ilk haftalarında Libya’daki savaşa asker göndermek için tezkere çıkarmaya çalışacak. Bu anlaşma ile Türkiye, ABD, Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Fransa’yı karşısına alıyor.
Ayrıca, Astana sürecinde garantör ülkelerden biri olan Türkiye’nin gözlem noktalarının bulunduğu İdlib’de de işler istediği gibi gitmiyor. Şam ve Rusya’nın cihatçı militanlara dönük kapsamlı bir operasyonu nedeniyle Türkiye’ye bir göç başlamış durumda.
SONUÇ OLARAK…
Türkiye; 2019 yılında iç ve dış politikada yaşadığı uluslararası, siyasal, ekonomik pek çok krizi 2019’dan 2020 yılına taşıyor. Bu yıl bir çok siyasi parti de genel kurul yapacak. Bir yanda, AKP içinden kopuşlar yaşanıyor. Diğer yanda yeni parti girişimleri var. İttifaklar çatlıyor, yeni ittifak arayışlarına gebe bir de yıl söz konusu. İktidar sıkıştıkça yurt içinde daha keskin saldırı yasaları çıkartıyor. Belediyelere nefes aldırmamak için çalışıyor, kayyumlar atıyor. Muhalefet yetkilileri için itibar suikasti yapıyor. Anayasa Mahkemelerinin kararlarını tanımıyor. İstediğini alabilmek için kutuplaştırma yöntemini deniyor. Uluslararası ilişkilerde ise daha gergin adımlar atıyor. Suriye savaşındaki kriz sürerken Libya’ya müdahale etmek istiyor.
Öyle görünüyor ki siyasi-politik gündem açısından oldukça çalkantılı ve gürültülü bir 2020 yaşayacağız. Gerek seçim yenilgilerine gerekse ekonomik krizin aşılamamasına yaşanan iç-dış politik gelişmeler, bu yıla da yansıyacak.