Dr. Sezgin Tüzün: İktidar sıkışmışlığı Libya ve Kanal İstanbul ile aşma çabasında
Araştırmacı ve Yazar Dr. Sezgin Tüzün: Erdoğan Suriye başarısızlığını Libya’yla, kriz sorunlarını Kanal İstanbul tartışmalarıyla aşmayı deniyor
Fotoğraf: Kayhan Özer/DHA
Çağrı SARI
İstanbul
31 Mart seçimlerinin üzerinden geçen dokuz ayda yapılan anketler AKP’de yaşanan erimenin devam ettiğine işaret ediyor. Seçim sürecinde, ekonomik krizin halka yansıması, işsizlik ve adaletsizlik gibi temel gerekçelerle AKP oy kaybına uğramıştı. Peki bugün iktidar partisindeki erime devam ediyor mu? Ediyorsa, hangi gerekçeler kopuşa neden oluyor. Kaybedilen oylar muhalefetin hanesine mi yazılıyor? Seçim sürecinde Kuzey Suriye’ye harekat gündemdeydi şimdi de Libya’ya asker gönderiyor Türkiye. Dış politikada yaşanan gerilim AKP’ye hâlâ kazandırıyor mu? Seçim eğilimlerini takip eden Araştırmacı ve Yazar Dr. Sezgin Tüzün ile konuştuk. Tüzün “Belirli bir eşikten sonra gerilimin, iktidarın istemlerinin tam tersine çalışmaya başladığı gerçeği de unutulmalı” dedi ve AKP’nin, HDP’lileri ötekileştirme ve bunu muhalefete kabul ettirmede başarılı olduğuna ama bu şekilde davranarak yıldızını parlatamadığını söyledi Tüzün “AKP daha zikzaklı, kendinden emin olmayan politikalar içinde boğulmaya başladı. O zaman da Erdoğan Suriye başarısızlığını Libya’yla, kriz sorunlarını Kanal İstanbul tartışmalarıyla aşmayı denemeye yöneldi.
31 Mart seçimlerinden sonraki dokuz ay iktidar ve muhalefet açısından nasıl geçti? Çeşitli anketler, Erdoğan’ın oy oranında düşüş yaşadığını açıkladı fakat, muhalefetin kazanımıyla mı sonuçlandı bu durum?
Seçmen iktidara; sen de kaybedebilirsin ve de kaybettiğin seçimi iktidarına güvenerek yeniletsen de kazanamazsın derken, muhalefete ise; seçimi nasıl kazandığını anlar ve unutmazsan, iktidarın kimlik-kahramanlık siyasetine de teslim olmazsan eğer, yeni seçimler de kazanabilirsin dedi sanki.
31 Mart sonrası geçen dokuz ay; iktidarın hem ekonomik krizi hem de siyasal çöküşü kapama, görünmez kılma uğraşlarıyla geçti. İktidar bu doğrultuda, HDP’li belediye başkanlarını “terör” ve PKK ile özdeşleştirerek, büyükşehirlerde CHP / il merkezlerinde İYİ Partili belediye başkanlarını iş yapamaz konuma sokup etkisizleştirmeye odaklandı. AKP, HDP’nin ötekileştirilmesinde ve bunu muhalefete kabul ettirmede başarılı da oldu. Ama yine de bu süreç iktidarın yıldızını parlatamadı. Buna karşın muhalefet sakinliğini koruyup, -Kürt ve HDP meseleleri dışında kalan konularda-- ortak çizgilerdeki karşı koyuşlarını sürdürünce AKP daha zikzaklı, kendinden emin olmayan politikalar içinde boğulmaya başladı. O zaman da Erdoğan Suriye başarısızlığını Libya’yla, kriz sorunlarını Kanal İstanbul tartışmalarıyla aşmayı denemeye yöneldi.
Cumhur ittifakına bağlı olanlar bugün daha çok hangi saikle oy veriyor?
AKP artı MHP oyu, toplam kayıtlı seçmenlerin üçte birine kadar geriledi. Oysa daha önceleri bu oran yüzde 55’lere uzanıyordu. Bunun da anlamı, toplam kayıtlı seçmenlerin yaklaşık yüzde 20’sinin AKP – MHP’ye oy vermekten uzaklaşıp ya diğer partilere yönelmesi ya da sandık başına gitmemiş olmasıdır. Bu sonuç, parti özelliğini de yitiren AKP’den kopuşu da hızlandırdı. Hem de parti kurucularının, parti üst yöneticilerinin partiden kopmasına ve yeni partileşme süreçlerine kaynaklık ederek.
AKP’nin Erdoğan biatçıları, MHP’nin de Bahçeli biatçıları cemaatlerine dönüşerek parti niteliğini yitirmesi, seçmenlerin yönelişleri üzerinde de önemli etkilere neden oluyor. Artık AKP – MHP ittifakına, yani Cumhur ittifakına oy verenler iki lidere İslam ve milliyetçilik inançlarıyla, tapınmalarıyla oy verir hale geliyorlar. Dolayısıyla bundan sonra ki süreçte bu yargısız inanç kitlesinin büyüklüğü Cumhur ittifakının seçmen kitlesinin büyüklüğünü de tanımlamış olacak. Umulan o dur ki, bu kitlenin büyüklüğü toplam kayıtlı seçmenlerin üçte birinin çok altında olsun. 1990’lı yıllarda, benzer bir seçmen kitlesinin toplam kayıtlı seçmenler içinde ancak yüzde 10 dolayında ağırlığı olduğu ölçülüyordu. Şeriat ve biat-cihat çizgisindeki bu kitle, demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanıp, başkalarının bu haklardan yararlanmasına olanak tanımayı kabul etmeyen, edemeyen inançtaki bir kesiminden oluşuyor. Dolayısıyla o oyların inanç dışında başka bir şeyden etkilenmeleri olasılığı da çok düşük.
Sürmekte olan ekonomik kriz, eşit ve adil olmayan ilişkiler sistemi, tırmanan şiddet, kadına – çocuğa – çoğunluk olamayanlara ve de emeğe yönelen aşağılayıcı tavırlar genel olarak seçmenlerin seçim tercihlerini belirlerken, salt inançla hareket eden seçmenler için bunun doğru olduğunu söylemek kolay değil. Tersine bu seçmen kitlesinin söz konusu etkilere kapalı olduklarını, bunları önemsiz dünyevi şeyler olarak gördüklerini söylemek mümkün. Yaşanılan süreç bu kitlenin büyüklüğünü ve de etkinliğini ortaya çıkaracak.
DAVUTOĞLU VE BABACAN BU İKTİDARIN ORTAĞIYDI
İktidarın kitlesindeki erimeyi toparlamak için attığı adımlar karşılık bulmuyor mu?
İktidar hızla inandırıcılığını yitiriyor. Bu etki partide de görülüyor. Gerek Babacan gerek Davutoğlu’nun çıkışı bu toplumsal inandırıcılık sorunuyla doğrudan ilişkili. Ama onların inandırıcılığı da kuşkudan ari değil. Çünkü AKP ve Erdoğan’ın iktidardaki 18 yılının en az 15-16’sına onlar da ortak. Hem de kurucu, karar verici, yönetici olarak ortak. Dolayısıyla Erdoğan’ın demokrasi, insan hakları, özgürlüklerden yana olan ve kaybettiği seçmenleri tekrar kazanma gibi bir şansı yok. Bu nedenle Erdoğan’ın tüm uğraşı kaybı durdurmak ve eski yol arkadaşlarıyla birlikte gidenleri geri getirebilmek. Bu konuda ne kadar başarılı oluyor, olabilecek şu anda bilemiyoruz. Bunu süreç gösterecek. Dolayısıyla Erdoğan’ın başarısı 18 yıllık dönemde büyüttüğü salt inançla hareket eden seçmen kitlesinin büyüklüğüne ve de onları AKP’den ayrılan eski yol arkadaşlarına kaptırmamasına bağlı.
Seçimlerde süren değişim isteği sürüyor mu? Muhalefet bu değişim arzusuna nasıl karşılık veriyor. Seçimlerin ardından geçen dokuz aylık süreyi nasıl kullandığını düşünüyorsunuz.
Değişim isteği hep olan ve olacak olan bir şey. Önemli olan bu isteğin umuda çevrilmesi, çevrilebilmesi. Umut, değişim isteğinin gerçeğe çevrilebilme olasılığıdır. Bu olasılık ne denli yüksekse, umut da o denli güçlü ve değiştirici olacaktır. Yerel yönetim ölçeğinde bu umutlar iktidar değiştirdi. Şimdi beklenen yerel yönetimlerde yaratılan değişimin başarısı ve de elbette devamlılığı.
1994’te Refah Partisi ve MHP’nin birlikte başlattığı yerel yönetim hamlesi 2001 kriziyle AKP’nin iktidarına kapı açtı. Dolayısıyla CHP – İYİ Parti – SP’nin oluşturduğu ittifak ve HDP’nin onsuz olmaz desteğiyle 2019’da yeni bir yerel yönetimler hamlesi ortaya çıktı ve şimdi öncelikle bunun başarılı bir süreç olarak işleyip-işlemeyeceği görülecek. Ve bu sürecin başarısı demokrasinin başarısı olarak ümmet sevdalı, Türk – İslam sentezli din devleti girişimlerinin sonunu getirecektir. Hem de laikliğin önemini kavramış, güçler ayrılığının anlamını idrak edebilmiş, demokratik hak ve özgürlüklerin, eşitliğin nasıl olmazsa olmaz şeyler olduğunun bilincine varmış olarak.
Kayyum atamaları ve belediyelere dönük yetki gaspına gelelim… İktidarın öne sürdüğü kayyum gerekçeleri ikna ediyor mu seçmeni?
Bu sorunuzun yanıtını seçmen 31 Mart’ta çok açık ve net bir biçimde verdi. Kayyım atanmış belediyelerde seçmen, kayyım adayları ya da kayyımların desteklediği adayları seçmeyip, yerine kayyım atanan başkanların partisinin gösterdiği adaylara -hem de- bir önceki seçimden daha da fazla oy vererek yeniden seçti. İktidar ise oralara yeniden kayyım atadı. Bu durumda sizce iktidarın kayyım atama gerekçeleri toplum tarafından kabul görüyor denebilir mi? Bence hayır.
GERİLİM POLİTİKASIYLA İKTİDARDA KALMANIN DA SINIRI VAR
Seçim sonrasında; Suriye’nin Kuzeyine müdahale edildi, ABD ile gerilim yaşandı, Doğu Akdeniz ile kriz yaşanıyor şimdi de Libya’ya asker gönderiliyor… Bu gerilim hâlâ kazandırıyor mu AKP’ye?
Libya tezkeresi Meclisten geçti ve Libya’ya azar azar asker gönderilmeye de başlandığına ilişkin haberleri gazetelerde görmeye başladık. Gerilim politikası yeni bir buluş değil. İktidarların savaş, çatışma yoluyla seçmenlerini / destekçilerini bir araya getirmede başarılı olduğu birçok örnek var tarihte. Günümüzde de bu yaygın olarak kullanılıyor. Örneğin Trump’ın son İran saldırısının ardında iç politikanın yattığı yazıldı-çizildi. Seçim yaklaştıkça da liderler seçmenlerini bir arada ve arkalarında tutabilmek için gerilim ve kahramanlık hikayelerine daha çok gereksinim duyuyorlar. Geçtiğimiz kış Türkiye’nin Suriye meselesini sürekli gündemde tutup, destanlar (!) yazması ve seçimler bittikten sonra aynı meselede bir suskunluğa giriş, acaba bir tesadüf mü?
Gerilim politikalarıyla iktidarda kalmak, iktidardaki süreyi uzatmak elbette mümkün, ama bunun da bir sınırı var. Hatta, gerilim politikalarının ters tepip iktidarların devrilmesine neden olduğu durumların varlığı da yadsınamaz. Öz olarak gerilim; iç siyasetin dengelerini belirli bir süre iktidar lehine koruyabilir. Ama belirli bir eşikten sonra gerilimin, iktidarın istemlerinin tam tersine çalışmaya başladığı gerçeği de unutulmalı. Türkiye’de bu sürecin nasıl işlediği -hep birlikte- yaşanıp, görülecek.
İKİ BAŞKAN HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRME 2021’DE YAPILABİLİR
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın belediye performansı AKP seçmeninde sizce nasıl yorumlanıyor.
Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu -özellikle ikinci seçimde- AKP seçmenimden oy alarak Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiler. Birinin dokuz, diğerinin altı aylık belediye başkanlığı uygulamaları tüm karalamalara, olumsuzluk yaratma çabalarına karşın başarıyla yürüyor. Çıplak gözle ve dışarıdan bakınca görünen bu. Ama sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için bu süre çok kısa, doğru değerlendirmeler için daha bir epey süreye gereksinim var. 2021’in baharına gelindiğinde bu değerlendirmeler çok daha sağlıklı yapılabilir hale gelmiş olacak.