Libya’daki vekalet savaşı ve Berlin Konferansı
Avrupa'nın gündeminde bu hafta Berlin'deki Libya Konferansı, İngiltere'deki "İran'la nükleer anlaşma" tartışması ve Fransa'da 1968’den sonra gerçekleştirilen en uzun grev var.
Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA
Berlin’de bugün yapılacak olan Libya Konferansı, iç savaşın sürdüğü ülkede “barış” sürecinin başlatılıp başlatılamayacağı açısından önemli. Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in masaya topladığı her ülke ve taraf, açıkça söz edilmeyen ekonomik çıkarlar peşinde koşuyor. Bu nedenle konferansın sonucunu güçler dengesinin belirleyeceği tartışılıyor. Almanya’da yayımlanan Die Zeit gazetesinden seçtiğimiz makalede bu konu işleniyor.
İNGİLTERE’DE "İRAN’LA NÜKLEER ANLAŞMA" TARTIŞMASI
İran’la yapılan nükleer anlaşma, ABD anlaşmadan 2018’de tek taraflı çekildiğinden beri çıkmazda. İran’ın ihlalleri karşısında E3 olarak bilinen üç Avrupa ülkesi-Fransa, Almanya ve İngiltere- anlaşma kapsamındaki “İhtilaf Çözüm Mekanizması”nı işletme kararı aldı. Bu, İran’ın tatmin edici adımlar atmaması durumunda Birleşmiş Milletler yaptırımlarının gündeme getirilmesi anlamına geliyor. Bu adım, geniş çevrelerce riskli görülüyor. İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesinden aktardığımız makale, bu konuya dikkat çekiyor.
FRANSA: HÜKÜMETİN YAŞ OYUNU
Fransa’da 5 Aralık’tan bu yana devam eden grev, 1968’den sonra gerçekleştirilen en uzun grev olma rekorunu şimdiden hak etti. Başbakan Edouard Philippe, geçen cumartesi hükümete yakınlığıyla bilinen CFDT ve UNSA sendikalarının da istediği, emeklilik yaşını 64’e çıkartan maddeyi “geçici” olarak çektiğini ilan etti. Medya aracılığıyla grevin bitirilmesine yönelik devasa bir kampanya yürütüldü. Halbuki, söz konusu yaş düzenlemesi sadece 2022 ile 2027 yılları arasında emekliye ayrılanlar için donduruluyor. Kısacası, ortada bir zafer değil, bir ayak oyunu olduğu görülüyor ve kimse de buna inanmıyor.
LİBYA KONFERANSI: PETROL ÜZERİNDEN VEKALET SAVAŞI
Alice BOTA
Michael THUMANN
Die Zeit
Rusya, Türkiye, Fransa ve diğer güçler bu pazar (bugün) Berlin’deki büyük Libya konferansında bir araya geldiğinde, asıl taraflardan daha fazla pozisyon alacak. Uluslararası toplumun, iç savaşın sürdüğü bu ülke kadar bölündüğü başka bir ülke yok. Ancak hiçbiri, aslında hangi çıkarların peşinde gittiğini açıklamıyor. (Almanya Başbakanı) Angela Merkel ülkeye şu veya bu şekilde burnunu sokmuş olanları bir masada toplamaya çalışıyor. 2011 yılında Diktatör Kaddafi’nin devrilmesinden ve savaşın yeniden alevlenmesinden bu yana Libya giderek daha fazla devleti cezbetmiş durumda. Açıkça belirtmeden rakip partileri destekliyor, petrol zengini ülke ile eski sözleşme ilişkilerini yeniden kurmayı ve silah satmayı umuyorlar. Libya’da bir vekalet savaşı sürdürülüyor. Bunun Berlin’de sona erdirilmesi mümkün mü?
Moskova’da yapılan ateşkes müzakeresi, anlaşmanın ne kadar zor olduğunu gösterdi. Rusya ve Türkiye’ye ek olarak Libya’daki ana rakipler de müzakereye katıldı: Uluslararası kabul görmüş Başbakan Fayez Serrac ve petrol kuyuları da dahil olmak üzere ülkenin doğusunu kontrol eden ve başkent Trablus’u fethetmek isteyen güçlü General Halife Hafter. Türkiye Serrac’ı, Rusya Hafter’i destekliyor.
Kolay bir iş değildi: Serrac, Hafter ile doğrudan konuşmayı reddettiği için Rus ve Türk diplomatlar odalar arasında mekik dokudular. Rus gazetesi Kommersant’ın yazdığına göre, diplomatlar sanki stadyumda onlarca kilometre yol almış gibi yorulmuşlardı. Sekiz saatlik görüşmelerden sonra Serrac imza attı ama Hafter imza atmadan ayrıldı. Bu nedenle savaşan taraflar arasında kalıcı bir ateşkes şimdilik imkansız.
General Hafter, tavrına hiçbir neden göstermedi, ancak konferans salonlarından onun Türkiye ordusunun Libya’dan çekilmesini ve Türkiye’nin barış sürecine katılmamasını istediği duyumu alındı. Hafter ateşkes istemiyor, Trablus’u fethetmeyi umuyor. Umudunun sürmesi Libya sorununa müdahil olan önemli güçler arasındaki çatışmanın sonucuna bağlı.
Rusya’nın tutumu 2011’e, Moskova için yenilgi olarak değerlendirilen Kaddafi’nin düşüşüne kadar uzanıyor. Putin ve Kaddafi arasındaki ilişki kolay değildi ama kârlıydı. Kaddafi’nin ölümünden sonra ticaret yıllık 170 milyon dolara düştü. Putin bunu değiştirmek istiyor. Ama aynı zamanda jeopolitik bir güdüsü de var. Putin Libya’da ateşkes yaratmak istiyor, birçok aktörün varlığı çok kafa karıştırıcı ve tehlikeli. Moskova, yaklaşık bir yıldır Afrika’da düzenleyici bir güç olarak yer almaya çalışıyor. Kıta ile ticaret büyüyor; Rusya askeri olarak da aktif. Wagner grubundan Rus paralı askerlerinin sadece Libya’da değil Orta Afrika Cumhuriyeti’nde de savaşması isteniyor. Putin, petrol kuyularının çoğunu kontrol eden General Hafter’i destekliyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ise yakın zamanda Libya’yı yeni bir genişleme alanı olarak gündemine aldı. Bunda petrol ve jeopolitik durum rol oynuyor. Başbakan Serrac ile Akdeniz’deki ekonomik çıkar bölgelerinin bölünmesi konusunda anlaştı. Erdoğan, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol yataklarının kullanımına ilişkin iddialarını güçlendirmek istiyor. Bunun karşılığında Serrac’a askeri destek verdi ve Türk birliklerini gönderdi. Erdoğan için Libya, üstünlük iddialarını gösterebileceği zayıf bir ülke.
Avrupalılar bölünmüş durumda. İtalya uzun süredir Trablus’taki Serrac hükümetini destekliyor. İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Türkiye ile mutabık. Fransa ise Hafter’in uzun süre Batı Libya’ya ilerlemesine yardımcı oldu. Ancak Hafter başka güçlere hizmet ettiği için Paris son zamanlarda daha temkinli hale geldi. Artık Berlin’in çabalarını resmen destekliyor. Bu, Merkel’in zorlu tarafları avucunun içine almasını kolaylaştırıyor.
Arap devletleri daha çok Hafter’e bağlılar. Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudi Arabistan, Fayez Serrac’a güvenmiyor çünkü yönlendirdiği Başkanlık Konseyini Müslüman Kardeşler’e yakın buluyorlar. Libya’nın başında Hafter gibi kendilerine uygun bir general görmeyi tercih ediyorlar. Bu karmaşada Hafter, kimin tarafından desteklenmek istediğini seçebilir. Paris’ten umut kestiğinde kürk şapka ile Moskova’ya gider. Arkadaşı Putin onu ateşkese zorlamaya kalkarsa, Abu Dabi’yi arar ve Arap emirliklerinin desteğini sağlar. Konumu sayesinde, sadece bir destekçiye bağımlı değil.
Merkel tam da bu noktada rol oynamak istiyor. Şimdiye kadar Hafter ve Serrac’ın konferansa katılıp katılmayacağı belli değildi. Ama bu çok da önemli değil. Merkel, destekçiler ve taraflarla konuşmak, nihayetinde bir anlaşmaya varmak istiyor. Bir açıklamayla, barış sürecinin dayandırılabileceği ortak ilkeler üzerinde anlaşma sağlanmaya çalışılacak.
Bunun işe yarayıp yaramayacağı, tek tek güçler üzerindeki baskıya bağlı. Büyük Libya vekalet savaşının parçası olan hükümetler söylediklerinin tam tersini yapıyorlar çünkü. Şimdi bu durum yavaş yavaş değişiyor. Ruslar, Hafter’in imza atmadan Moskova’dan ayrılmasına kızdı, Fransızlar zaten kızgındı, Türkler ondan nefret ediyor. Berlin’deki Bilim ve Politika Vakfında Libya uzmanı olan Wolfgang Lacher, “Batı, Hafter’e yardım ettikleri açık olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne baskı yapmadığı sürece barış süreci imkansız” diyor: “Hafter’in güçlenmesini engellemek istiyorsanız destekçilerini durdurmak zorundasınız”
(Çeviren: Semra Çelik)
AVRUPA, İRAN’LA NÜKLEER ANLAŞMAYI GÜÇLENDİRMELİ
Ali VAEZ
Guardian
2015 Nükleer Anlaşmasına taraf olan ve E3 olarak bilinen üç Avrupa ülkesi -Fransa, Almanya ve İngiltere- İhtilaf Çözüm Mekanizmasını işletme kararı aldı. Yaptıkları açıklamada bu adımın “iyi niyetle” atıldığı ve anlaşmanın iptalini değil, İran’ın ihlallerine rağmen, devam ettirmeyi amaçladıkları belirtildi. Fakat Avrupalılar, Tahran ve Washington’la birlikte çalışmazsa, mekanizmanın işletilmesi anlaşmanın sonu olabilir.
Trump yönetimi nükleer anlaşmayı (JCPOA) 2018’de terk etti ve İran’a karşı yakıcı yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu tek yanlı adım, anlaşmanın merkezindeki pazarlığı altüst etti. Ekonomik normalleşme karşılığında, İran, nükleer programını sınırlamış ve tesislerini uluslararası kontrole açmıştı. Anlaşmanın devamını isteyen taraflar (Fransa, Almanya, İngiltere, AB, Rusya ve Çin) ekonomik rahatlama sağlayamayınca İran anlaşmayı aşamalı olarak ihlal etmeye başladı. Avrupalılar ise bu mazereti kabul etmiyor. İran görünürde anlaşma maddelerini göz ardı etse de uranyum zenginleştirmeyi yüzde 20’ye yükseltme ya da uluslararası denetimcileri engelleme gibi alarma yol açacak adımlar atmış değil.
Aslında ihtilaf çözüm mekanizması, nükleer anlaşmanın teknik ihlalleri sorununu aşmak için yapılan bir düzenlemeydi; ABD’nin çekilmesinin yarattığı politik krizi çözmek için değil.
Avrupalılar aylardır bir yöntem olarak tartıştıkları mekanizmayı işleterek hem İran’ın ihlallerinin endişelendirici olduğu mesajını veriyor hem de İran’ın anlaşmaya tamamen uymasını tekrar sağlamayı amaçlıyor. Çabaların sonuca ulaşmaması durumunda mekanizma İran’la müzakereleri hızlandırabilir, anlaşmanın kaldırdığı İran’a karşı BM yaptırımlarının tekrar yürürlüğe girmesine sebep olabilir.
Bu riskli bir plan. Avrupalılar her ne kadar “İran’la yasal ticareti hep desteklemeye çalıştık” deseler de bu çaba İran için pratik kazanımlara yol açmış değil. Tahran’dan bakıldığında karşılığında hiçbir şey vermeden İran’dan anlaşmaya tam uyum talep eden bir AB görünüyor.
Avrupa üç yol izlemeli. Ortak açıklamanın ana noktalarından birini öne çıkarmalı; diplomasiyi artırmak. Eğer İran, teorik olarak 65 gün içinde BM yaptırımlarına yol açabilecek ihlallerden uzak durursa, mekanizma süreci uzatılabilir. Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık kendi aralarında INSTEX’in işler hale gelmesi ve İran’la ticareti artıracak ek önlemler için çabalarını artırabilir. Bunun olabilmesi için ABD’nin rızası ve Avrupalıların baskıya karşı durabilmesi gerekebilir.
Washington büyük bir olasılıkla ihtilaf çözüm mekanizması yoluyla Avrupalıları Tahran’ı daha da dışlamaya zorlayacak; Avrupalılar ise iki senedir süren zorlayıcı siyasetin ne İran’ın bölgedeki etkisini azaltmaya ne de “daha iyi” bir nükleer anlaşmaya yol açmadığı gerçeğini ortaya koyabilir.
Kısacası, çözüm mekanizmasını işleten E3 ülkeleri, engellemeye çalıştıkları krizi hızlandıran bir yola giriyor olabilirler. Bu noktada öncelikleri mekanizmanın verdiği zamanı uzatarak İran’ın, anlamlı ekonomik bir ferahlama karşılığında, anlaşma koşullarına uymasını sağlamaya çalışmak olmalı.
Son tahlilde müdahil hiçbir ülke mevcut anlaşmadan memnun değil. Fakat doğru adım onun yıkılmasını seyretmek yerine güçlendirmeye çalışmak olacaktır.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
FRANSA: TEK ÇIKIŞ YASANIN GERİ ÇEKİLMESİ*
Maurice ULRICHE
Humanite
Başbakan Edouard Philippe ile CFDT sendikası arasında yapılan (yaş konusundaki) anlaşmanın herkes tarafından kabul görmesi gerekiyordu, böylelikle günlerdir iflah olmaz radikal sendikacılar diye tanıtılanlar yalnızlaştırılacaktı. Bu söylemleri önümüzdeki günlerde de duymaya muhakkak devam edeceğiz. Fakat pazartesinden itibaren müziğin sesi çizilmiş bir diskten çıkar gibiydi.
İtirazlar her yerden geliyor; beklendiği gibi sadece CGT ya da SUD Rail sendikalarından değil, sadece yöneticileri demir yolu işçilerine destek çıkan Boyun Eğmeyen Fransa Partisi ya da Fransız Komünist Partisinden değil, herkes, yaş düzenlemesinin geri çekilmesine itiraz ediyor. Sosyalist Partinin Genel Sekreteri Olivier Faure’a göre geçen cuma gündeme getirilen (değişiklik) “müzakere yalanından” başka bir şey değil. Pazar günü (CFDT sendikasının genel sekreteri) Laurent Berger bir zaferden bahsediyordu, fakat ertesi gününden itibaren onun da söylemleri değişti, “Meselenin sonuna varmaktan daha çok uzağız, ağırlık oluşturmaya devam etmeliyiz” dedi.
Pazar günü France 2 kanalına çıkan (Başbakan) Edourd Philippe greve devam etmeye çağıranların, grevcileri belki de bir çıkmaza gönderdiğini belirtiyordu. Bu “belki de” söyleminin aslında bilinç altında bir tereddüdü yansıttığı söylenebilir. Aslında bir çıkmazda olan hükümetin bizzat kendisidir. Noel Bayramı’nı kullanarak greve ara verme çağrısında bulunduktan sonra mücadele ateşini sönmesi için çürümeye bıraktı ve şimdi de yaş düzenlemesinin geri çekildiğine dair hayaller yaymaya çalışıyor. Karşısında ne bir ne iki ne de üç sendika var; karşısındaki ülkenin çok farklı, canlı güçleridir. Zira mesele her geçen gün, herkes tarafından çok daha iyi anlaşılıyor. Söz konusu olan büyük bir toplumsal gerileme projesidir. Zor bir mücadele, fakat Fransa böylesi bir mücadeleye on yıllardır tanıklık etmemişti ve bunun bir tek çıkışı var, o da yasa tasarısının geri çekilmesidir.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
* Yazının orijinal başlığı: Belki