Sevdiğimize nasıl veda ederiz?
Gözde Tüzer, Selahattin Demirtaş'ın yeni kitabı Leylan'ı yazdı: "Kitabı 'film gibi izlediğimi' söyleyebilirim."
Selahattin Demirtaş'ın "Leylan" isimli romanının kapağı
Gözde TÜZER
İstanbul
Aşk nasıl tarif edilir? Ya da edilebilir mi? Mesela hiç konuşmasan da onunla; ‘aşk’ yaşayabilirsin. Ya da her gün saat 4’te sadece onu bir dakika görebilmek için kapısının önünden geçmek de dahildir aşka. 25 yılın sonunda yaşanan kavgalar, tartışmalar, bilinmezlikler neresinde durur aşkın?
Mutluluk ve özgürlük arasında nasıl bir bağ vardır? Mutluluk nerede başlar, özgürlük nerede biter? “Özgürlüğü olmayanın mutluluğu da olmaz” mı mesela? Sona doğru giderken tüm hayatımız çıkar da karşımıza nasıl anlatırız bunu sevdiklerimize?
"YAZMAK İSTEDİĞİM ROMAN BU MUYDU?"
Selahattin Demirtaş’ın Leylan’ını okurken kafamdan geçen sorulardı bunlar. Devran ve Seher öykü kitaplarından sonra bir roman olan “Leylan”la çıktı Demirtaş karşımıza. Her ne kadar kendisi “Şimdi okuyup bitirdiniz ama ben halen emin değilim; yazmak istediğim roman bu muydu? Bilemiyorum, içimde bir yerlerde takılıp kaldı sanki o roman. Bir gün onu da yazabilir miyim? Hiç umutlu değilim. Sanki edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor” dese de karakterleri, kurgusu ve okurda bıraktığı merak duygusuyla başarılı. Eleştirilecek tarafları vardır elbette. Ancak ben kişisel olarak kitabı “film gibi izlediğimi” söyleyebilirim.
Leylan’da aşk, mutluluk ve özgürlük üzerine yoğun konuşmalar yer alıyor. Kimi zaman iki kişinin hiç konuşmadan, yıllarca sadece bakışarak birbirlerine olan aşklarına değiniyor, kimi zaman da 25 yıldır iki çocukla birlikte yaşanan bir aşk çıkıyor karşımıza.
ÖZGÜRLÜĞÜ OLMAYANIN "ANLAMI" DA OLMAZ
Mutluluk üzerine de tartışmalar var elbette. Mesela Sema’yla Bedo konuşurlarken Sema anlatıyor: “Sevgide de aşkta da böyledir bu. Kendi anlam arayışını bağnaz bir öncü gibi sevdiğine dayatan kişi onu ancak köleliğe yaklaştırır, özgürlüğe değil. Evet özgürlüğü olmayanın ‘anlamı’ da olmaz, ‘anlamı’ olmayanın mutluluğu da olmaz Bedo. İnciyi seveceksen bir gerdanda sallanan kolyede değil denizin en dibindeki istiridyenin içinde seveceksin.”
Kitabı okurken sorduğum sorulardan biri de “Sevdiğim birine nasıl veda edebilirim?”di. Yaptıklarım, yapmadıklarım, yapmak isteyip yapamadıklarım ya da inadına yaptıklarım… Nasıl veda ederdim bilmiyorum? Kitapta bunun ne kadar zor olduğu ve insanları nasıl etkilediği de var.
KÖŞEDEKİ BAKKALIMIZ, TAMİRCİMİZ, DOKTORUMUZ
Karakterler ise hemen her gün karşılaştığımız kişilerden oluşuyor Leylan’da. Kudret, Kudret’in büyük aşkı Serap yani ‘Leylan’, Kemalettin, Süphan, Bedrettin, Sema, Cemal… Hemen hepsini tanıyor gibi hissetim okurken. Köşedeki bakkal, kuaförümüz, doktorumuz, araba tamircimiz ya da üniversitedeki hocamız…
Kitapta Barış Bildirisine imza attıkları için KHK’yle üniversiteden atılan ve imzasını veren ancak daha sonra geri çeken öğretim üyelerine de yer veriliyor, 2015-2016’da Diyarbakır ve Nusaybin’de yaşanan sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananlara da… Kürt çocuklarının okulda yaşadıkları ve Kürtçe Türkçe arasında sıkışmışlıkları ise en net ve yalın halde anlatılıyor Kudret tarafından: “Her şey bir yana bizi en çok zorlayan şey ‘kîr’ sözcüğüydü. İki dildeki anlamı o kadar farklıydı ki okul denen şeye bakış açımızı değişmişti… Sınıfta adım ‘kîr’li Kudret’e çıkmıştı. Ne yaparsam yapayım, ‘kîr’den asla kurtulamıyordum. Ya önlüğüm ‘kîr’liydi ya yüzüm ya ayaklarım veya saçım. Öğretmene kalsa ben komple ‘kîr’den ibarettim.”
"YAZDIM DİYORUM AMA DOĞRUSU ‘YAZDIK’TIR"
Kitabı tasarlarken nasıl vazgeçtiğini, sürekli elinden bıraktığını anlatıyor Demirtaş son sayfada: “‘Ben bir daha edebi metin yazmayacağım galiba’ diyerek taslağı dava dosyaları yığınının en altına attım ve unutmaya çalıştım.” Ayrıca romanı “yazdık” diyerek tanımlıyor: “Romanı yazdım diyorum ama doğrusu ‘yazdık’tır. Bu kitabı öncekiler gibi milyonlarca insanla beraber yazdık.”