Avrupa'nın Gündemi | Fransa'da sendikalardan mücadeleye devam çağrısı
Fransa'daki emeklilik yasa tarasına karşı eylemler, Almanya'daki ırkçı saldırılar ve Brexit bu hafta Avrupa'nın gündemindeydi.
Fotoğraf: AA | Kolaj: Evrensel
Fransa, emeklilik yasa tasarısına karşı mücadelenin yeni bir aşamasına geldi. 45 gündür süresiz grevden sonra mücadelenin lokomotifi olan demir yolu işçileri mali sıkıntıların altında ezilerek süresiz grevi durdurdular. Fakat başta CGT sendikası olmak üzere sendikalar mücadeleye devam çağrısında bulundular ve isabetli eylemler yapmaya başladılar.
Liman işçileri greve giderek ülkenin en büyük limanlarına ulaşımı kesti, elektrik tekeli Enedis’in işçileri gizli ve yasalara aykırı olarak büyük tekellerin, iş yerlerinin elektriklerini kesti, petrol rafineleri durduruldu ve tüm giriş ve çıkışlar engellendi… Bu eylemlere karşı hükümet sopa göstererek hareketi parçalamak istiyor. Humanite’den çevirdiğimiz yazı sosyal harekete karşı baskıların yaygınlaşmasını konu alıyor.
Almanya'da ırkçı saldırılar devam ederken Senegal doğumlu Sosyal Demokrat Parti Milletvekili Karamba Diaby'nin Halle'deki bürosu da kurşunlandı. Süddeutsche Zeitung'da yayınlanan köşe yazısında aşırı sağa karşı açık tavır alındığının gösterilmesi için ırkçı parti ve örgütlerin yasaklanmasının zorunlu olduğu belirtiliyor.
Britanya’da üç yıldır üzerine tartışılan AB’den çıkış yasası Parlamentodan sessiz sedasız geçerken AB’den yıl sonu çıkışı vadeden hükümet sıkışacak gibi görünüyor. ABD ve AB ile aynı zamanda müzakereler yürüterek kendine avantaj sağlamaya çalışan Johnson hükümetini zor bir süreç ve kararlar bekliyor.
GÖZ KORKUTMA
Laurent Mouloud - Humanité
başyazı
Maalesef büyük bir klasik oldu. Bir buçuk aydır tarihsel bir mücadeleden sonra emeklilik reformu tasarısına karşı çıkanlar yeni bir meydan okumayla karşı karşıyalar: Göz korkutma. (Paris Metro hatları) RATP, (Devlet Demir yolları) SNCF, (Elektrik şirketi) Enedis… Mücadelede anahtar rolü oynayan bu sektörlerde (önder militan) ve grevcilere karşı tehdit ve “disiplin cezası vermeden önce görüşmeye çağırmalar” çoğalmaya başladı. Daha öncede belirttiğimiz gibi, CGT sendikası havadan sudan nedenlerden dolayı onlarca işçinin baskılara maruz kaldığını, bazen göz altına alındığını ve işten atılmalarla tehdit edildiklerini açıklıyor. Hükümetin de desteklediği söz konusu şirketlerin yönetimlerinin vermek istediği mesajlar açık olduğu kadar da kabul edilemez: Dikkat edin, grev hakkınızı kullanmak artık size pahalıya patlayabilir.
Sosyal hareketin bizzat kendisi kadar eski olan bu sopa gösterme mantığı, ister gösteri anında polislerin kullandığı el bombası ya da plastik top mermi atar silahların kullanılmasıyla, isterse de şirketlerde yürürlüğe sokulan otoriter idare yöntemleriyle son haftalarda ciddi bir yükseliş gösterdi. Kesinlikle hafife alınmaması gerekiyor. Anayasal grev hakkını engellemeye yönelik girişimler her zaman neoliberal politikaların sertleşmesine denk geliyor. Ve aynı sırada patronların inatla dikensiz bir gül bahçe yaratma isteklerini yansıtıyor. Grevcilere karşı gösterilen sopanın ardında aslında zaten hassas olan sosyal demokrasi bulunuyor.
Bu oyunda Macroncu sahte demokratlar kamplarını seçtiler. Televizyon ve radyolarda grevcilerin “sorumsuzluklarını” teşhir etmeye başladılar. Hatta (Ekolojik dönüşüm bakanı) Elisabeth Borne gibi (isabetli bir şekilde seçilmiş iş yerlerinin) elektriklerini kesen elektrikçi işçilere karşı sistematik olarak davacı olmayı bile öneriyorlar. Macroncu “aynı anda” söylemine sadık olarak ekolojik dönüşüm bakanı hukukun yanında olduğunu göstermeye çalışarak, fakat aynı anda işçilere karşı baskı uygulamaya da devam ediyor. Dünya sanki ters dönüyor.
Çeviren: Deniz Uztopal
IRKÇILIK HALK SPORU OLURSA
Heribert Prantl/Süddeutsche Zeitung
Tam üç yıl önce Federal Anayasa Mahkemesi ciddi bir hata yaptı, Ocak 2017'de NPD'yi (Alman Nasyonal Demokrat Partisi) yasaklamayı reddetti. Mahkeme net bir çizgi çizebilir, Anayasa düşmanlığının başladığı yerde, ifade özgürlüğünün ve parti ayrıcalığının sona erdiğini gösterebilirdi. Halkı ve devleti aşırı sağa karşı daha uyanık olma doğrultusunda sarsmış olurdu böylece. Ama yapmadı ve bu ihtiyatlılık şimdi Federal Parlamento üyesi Karamba Diaby’nin bürosunun kurşunlanmasıyla sonuçlandı.
ANAYASA DÜŞMANI AMA...
O zaman mahkeme anayasa düşmanlığının nerede başladığını üç yüz sayfada anlatmaya çalıştı, ancak anlattıklarından parti yasağı sonucunu çıkarmadı. Bu, günlük siyasi yaşamda hala hissedilen tehlikeli bir hataydı. Aşırı sağcılar yargıdan, anayasaya düşman olunabileceğini ve buna rağmen çalışmalarını sürdürebileceklerini öğrendiler. İster küçük, ister büyük olsun bir partinin, parti ayrıcalıklarına dayanarak anayasa ve temel değerlere karşı olamayacağı gösterilebilirdi.
NAİF BİR DEMOKRASİ
Ocak 2017'deki kararda yargıçlar NPD'nin anayasaya aykırı olduğuna karar vermişler, partinin Hitler'in NSDAP'si ile akraba olduğunu belirlemişlerdi ama NPD, NSDAP gibi büyük, etkili ve tehlikeli değildi, bu nedenle de yasaklanmasına gerek yoktu. NPD'nin üç yıl önce yasaklanması gerekiyordu. Sadece çok tehlikeli hale geldiğinde kendini savunan bir demokrasi en hafif deyimle naif bir demokrasidir. Parti demokrasisi bir mantar yemeği gibidir: zehirli bir mantar tüm yiyeceği bozabilir. Almanya'daki devlet kurumlarının anayasaya düşman bir partiye dayanabilecek kadar sağlam ve güçlü olduğu düşünülebilir. Ancak Nazilere karşı çıkan insanlar güçlü değil, savunmasız. NPD'ye yönelik bir yasak, mağdurların korunması yönünde etkili olurdu. Tabii ki, bir yasak aşırı sağcılığı, ırkçılığı ortadan kaldırmaz. Ama bu gerekçeyle parti yasağından vazgeçilirse ceza mahkemelerinden de vazgeçilmesi gerekir. Suç da suçluları cezalandıran kararlarla yok edilemez. Bu, bu toplumda korunmaya muhtaç olanlarla dayanışma sorunudur. En yüksek Alman mahkemesi, üç yıl önce korunmaya muhtaç olanlarla dayanışmayı reddetti. Karar, günlük yaşamda tehlikeli sonuçlara yol açan öngörüsüz bir karardı.
DAYANIŞMA
Dayanışma – uygarlık daha risk altındayken sınırların çizilmesi anlamına gelir. NPD'yi yasaklamak, küçük ırkçı ve kötü niyetli bir partiyi yasaklamak değildir sadece. Böyle bir yasak, polisler ve mahkemeler de dahil olmak üzere diğer devlet organlarında ve halk arasında da duyarlılık yaratabilirdi ve yaratmak zorundaydı. İfade özgürlüğü mü dediniz? Hayır, istismar, aşağılama, ırkçılık ifade özgürlüğünün bir parçası değildir.
HUKUKUN İSYANI BEKLEMEDE
Halkı kışkırtma, ırkçılık, popüler bir spor haline geldiğinde, devlet nasıl olsa gelip geçecek bir fırtınayla karşı karşıyaymış gibi davranamaz. NPD yasağı zorunluydu ve ırkçı kışkırtmalara karşı hukukun ayağa kalkması anlamına gelirdi. Bu ayağa kalkış hala yok!
Çeviren: Semra Çelik
SERBEST TİCARET HAYALİ
Iwo Dawney/NewStatesman
Ticari anlaşmalarda zamanlama çok önemlidir. Dolayısıyla, Birleşik Krallık (UK) ile ticaret konusunda AB ve ABD arası tartışmaların Johnson daha Noel tatilinden dönmeden önce başlaması sürpriz değil.
Dışişleri Bakanı Dominic Raab, Uluslararası Ticaret Bakanı Liz Truss ve yandaşlarının yeni serbest ticaret anlaşma görüşmelerini AB ve ABD ile paralel yürütmeleri açıkça Brüksel üzerinde baskı kurmanın bir çabası. Bu stratejide sorun Trump’ın kaybetmeyi sevmemesi. Ticari görüşmelerin temel felsefesi olan ortak ödün ve ortak kazanç Trump için düşünülemez bir seçenek.
Geçen ay Pekin ile ticari savaşında ateşkes ilan eden Beyaz Saray dikkatini Avrupa’ya çevirdi. Brüksel karşısında UK’yi kendine çekebilmesi Trump için önemli bir kamuoyu zaferi olabilir.
Britanya’da ise Johnson’un hem içişleri hem de jeopolitik açık büyük sorunları olacak gibi görünüyor.
AB ve ABD ile çift yönlü bir ticari müzakere ikisini birbirine düşürmek için klasik bir fırsat gibi görünebilir. Tehlike ise ABD-UK müzakerelerinin başarısız olmasının politik yansımaları; yeniden seçilmeye çalışan dengesiz bir ABD Başkanı’nın zıvanadan çıkması.
AB yeni ticari komiseri Phil Hogan’ın bu ay Washington’da öğrendiği gibi, Amerikalılar gıda ve eczacılık ürünü pazarlarına daha iyi erişim peşinde; ABD’li çiftçiler Avrupa pazarına buğday, et ve tavuk satmak istiyorlar. Fakat genetiği değiştirilmiş tahıl, hormonlu et ve klorlu tavuğa karşıt Britanya halkı direnecekmiş gibi görünüyor.
Buna çevre bakanı Michael Gove’un gıda standartlarının korunacağına dair 2017’de verdiği taahhüt ve Brexitçilerin gıda fiyatlarının düşeceğine dair yaygın söylemleri de eklenirse hükümetin başı ağrıyacakmış gibi görünüyor.
ABD’nin ikinci hedefi ise eczacılık sektörü. İşçi Parti’nin 2019 seçimi söylemi olan Ulusal Sağlık Kurumu’nu (NHS) ABD’nin ele geçirmesi bir kuruntuydu: sorun hastanelerin işletmesi değil. ABD’nin asıl hedefi Britanya’nın ilaç alımından sorumlu olan NICE kurumu. Alım gücü çok büyük ve ABD’de ulaşılan fiyatların çok altında ilaç satın alabiliyor.
Dahası, ABD yapımı ilaçlar içerde çok yüksek fiyatlara satılabilirken NICE pazarlık gücüyle global müşteriler için referans fiyat yaratıyor. Whitehall’un ticari delegelerinin ise manevra alanı çok dar. Fiyat konusunda herhangi bir ödün NHS ilaç harcamalarında büyük artış demek ve bunu hiçbir hükümet gize alamaz.
UK ticari delegelerinin finansal alanda atacağı adımlar da sınırlı. JP Morgan ve Merrill Lynch gibi ABD şirketlerinin baskın olduğu The City of London bankacılık sektörünün ABD’ye önereceği fazla bir şey yok. UK firmalarına finansal servis pazarına girme izni Washington tarafından verilse bile lisans verme kararını her eyalet kendisi verecektir.
Geçmişte AB ve ABD büyükelçiliği yapmış olan John Kerr’e göre “ABD dünyadaki en korumacı ülkelerden birisi.”
AB Britanya’nın en büyük ticari partneri; ABD’nin 118 milyar sterlinlik (%18.6) hacmine karşı 274 milyar sterlin değerinde ithalat (%44) yapmakta. Konu ticaret olunca AB daha önemli. Muhafazakâr sağ ise Britanya’yı, veri koruma kuralları gibi, AB ticari düzen sisteminden çıkarmakta kararlı. AB kurallarından vazgeçmek ABD’nin denk kurallarına uymak anlamına geliyor ya da kendi kurallarını yaratıp dünya işletmelilerine buna uymayı dayatmak.
Bir AB Komisyonu temsilcisi Britanya’nın bulunduğu durumu bana açıklamıştı “Konumunuz AB kurallarından ne kadar uzaklaşırsa o kadar çok sınır kontrolü ve kâğıt işlemi gerekecektir.” Buna rağmen Downing Street’in delegelere emri ise optimizm: Brüksel’le müzakereler sonuna kadar devam edecek.
Yazı takiben, UK ve AB büyük bir olasılıkla muğlak bir anlaşmaya varıp ciddi müzakereleri 2021’e bırakacak. Eski diplomat Simon Fraser’ın da söylediği gibi “yazın birbirlerini suçlayacaklar, Eylül’de herkes panik halinde bir araya gelecek, yıl sonuna onaylanmak üzere Ekim’de bir anlaşma ortaya çıkacak… sonra müzakerelere devam.”
Sonuç? Ticari eski ataşesi Andrew Cahn’ın söylediği gibi “İyi tarifelerle anlaşmaların değeri çok düşük… şimdi her şey gümrük tarifesi dışı engellere dayanıyor- devlet yardımı, kaynak kuralları, kotalar.”
“Şu anda dünyada iki standart kural sistemi geçerli; Amerika ve Avrupa sistemleri. UK kendi başına bir standart yaratabileceğini düşünüyorsa hayal kuruyor. Birinden birine bağlanmak zorunda.”
Her halükârda, Kerr’in İrlanda Denizi’nde potansiyel ticari sınıra yönelik söylediği gibi “Başbakan teslimiyeti zafer gibi göstermekte çok yetenekli.”
Çeviren: Haldun Sonkaynar