06 Şubat 2020 00:00

Acının tonu

Dolayısı ile depremden etkilenmenizi, yani acının tonunu depremin şiddetinden çok yoksulluğun çizgileri belirler. Yoksulluğun çizgileri ne kadar incelirse, acının tonu da o oranda silikleşir.

Fotoğraf: Evrensel

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Deprem tarih boyunca insanlar tarafından anlamlandırılmaya, kavramsallaştırılmaya çalışılmıştır. Eski çağlarda dünyanın düz olduğu ve bir hayvanın sırtında durduğu inancı yaygınmış. Örneğin Eski Türk inancına göre dünyanın sarı bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna ve öküzün kafasını salladığında da deprem olduğuna inanılırmış. Hindistan’da dünyanın bir kaplumbağanın sırtında duran dört fil tarafından tutulduğu, kaplumbağanın da bir kobra yılanının üzerinde dengede olduğuna inanılır ve bu hayvanlardan herhangi birinin hareket etmesiyle dünyanın sallandığı düşünülürmüş. Kuzey Doğu Asya’da ise dünyanın bir balinanın üzerinde durduğu ve depremin de balinanın hareketi ile ilişkilendirilmesi yaygınmış. 
 
Gerçi halen günümüzde dünyanın düz olduğuna ya da bir hayvanın sırtında taşındığına inanan insanlar olduğu gibi, depremin olmasını ilahi ikaz ya da ilahi ceza olarak nedenselleştirenler de bulunmaktadır. 

Günümüzdeki deprem tanımına bakacak olursak; “Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” şeklinde sözlüklerdeki yerini almıştır. Oysa bu teknik deprem tanımının bizim yaşayarak deneyimlediğimiz öznel deprem tanımı ile pek bir alakası yoktur. Çünkü bu teknik tanımın içerisinde ne yıkılan binalar, ne göçük altında kalan insanlar, ne ölenler, ne yaralananlar, ne soğukta evsiz kalanlar, ne çaresizlik, ne gözyaşı ne de acı vardır. Oysa ülkemizde şiddetli bir deprem meydana geldiğinde bizim deprem tanımımızın içi bu kelimelerle dolmaktadır. 

Ülkemizin yüzde 92’si deprem kuşağında yer almaktadır. Nüfusumuzun yüzde 95’i deprem kuşağında yaşamakta ve büyük sanayi tesislerimizin yüzde 75’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde bulunmaktadır. Dolayısı ile tarih boyunca bu topraklar çok sayıda yıkıcı depremle karşılaşmış ve hatta dünya tarihinde en fazla insan ölümüne sebep olan iki deprem Antakya’da gerçekleşmiştir. 115 yılında 7,5 şiddetindeki depremde yaklaşık 260 bin, 525 yılında 7 şiddetindeki depremde ise 250 bin insan yaşamını yitirmiştir. Yakın döneme baktığımızda 1930 Hakkâri, 1939 Erzincan, 1942 Niksar-Erbaa, 1944 Bolu-Gerede, 1946 ve 1966 Varto, 1971 Lice, 1983 Erzurum, 1999 Gölcük ve Düzce, 2011 Van ve son olarak da Elâzığ depremleri zihnimizde ve yüreğimizde derin çentikler açmıştır. Sadece son 100 yıla baktığımızda bile bu topraklarda neredeyse 100 bin insanımızı depremlerde kaybettiğimizi görürüz.    
 
Depremin teknik tanımı tüm ülkeler ve tüm insanlar için geçerliyken; deneyimleyerek zihnimize ve yüreğimize kazınan öznel tanımı ise ülkeden ülkeye, insandan insana farklılık göstermektedir. Aynı şiddette gerçekleşen bir depremin gelişmiş bir ülkedeki etkisi ile az gelişmiş bir ülkedeki etkisi arasında dağlar kadar fark vardır. Benzer şekilde aynı şiddette sallansak bile depremin zenginler ve yoksullar arasındaki etkisi arasında da sınıflar kadar fark vardır. Ancak şu bir gerçektir ki eğer az gelişmiş bir ülkede yaşıyorsanız ve de yoksulsanız depremde ölme, fiziksel ya da ruhsal yaralanma ya da evsiz kalma riskiniz çok daha yüksektir. Dolayısı ile depremden etkilenmenizi, yani acının tonunu depremin şiddetinden çok yoksulluğun çizgileri belirler. Yoksulluğun çizgileri ne kadar incelirse, acının tonu da o oranda silikleşir. 

Acının tonunu silikleştirilebilmesi için elbette yeni imar planlarının yapılması, binaların güçlendirilmesi, depreme hazırlık çalışmalarının tamamlanması, deprem sonrası maddi kayıpların telafisi, fiziksel ve ruhsal sağlık hizmetlerinin eksiksiz sağlanması önemlidir. Ancak bence daha önemli olan bu adımların atılmasının sağlanabilmesidir. Peki bu adımların atılması nasıl sağlanacaktır? İşte bu noktada son sözü Can Yücel’in “Sismografi” şiirinin dizelerine bırakalım.

“Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş    
Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur
Kıpırdasın da gör!”.

{{396273}}

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI