Acının tonu
Dolayısı ile depremden etkilenmenizi, yani acının tonunu depremin şiddetinden çok yoksulluğun çizgileri belirler. Yoksulluğun çizgileri ne kadar incelirse, acının tonu da o oranda silikleşir.
Fotoğraf: Evrensel
Deprem tarih boyunca insanlar tarafından anlamlandırılmaya, kavramsallaştırılmaya çalışılmıştır. Eski çağlarda dünyanın düz olduğu ve bir hayvanın sırtında durduğu inancı yaygınmış. Örneğin Eski Türk inancına göre dünyanın sarı bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna ve öküzün kafasını salladığında da deprem olduğuna inanılırmış. Hindistan’da dünyanın bir kaplumbağanın sırtında duran dört fil tarafından tutulduğu, kaplumbağanın da bir kobra yılanının üzerinde dengede olduğuna inanılır ve bu hayvanlardan herhangi birinin hareket etmesiyle dünyanın sallandığı düşünülürmüş. Kuzey Doğu Asya’da ise dünyanın bir balinanın üzerinde durduğu ve depremin de balinanın hareketi ile ilişkilendirilmesi yaygınmış.
Gerçi halen günümüzde dünyanın düz olduğuna ya da bir hayvanın sırtında taşındığına inanan insanlar olduğu gibi, depremin olmasını ilahi ikaz ya da ilahi ceza olarak nedenselleştirenler de bulunmaktadır.
Günümüzdeki deprem tanımına bakacak olursak; “Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” şeklinde sözlüklerdeki yerini almıştır. Oysa bu teknik deprem tanımının bizim yaşayarak deneyimlediğimiz öznel deprem tanımı ile pek bir alakası yoktur. Çünkü bu teknik tanımın içerisinde ne yıkılan binalar, ne göçük altında kalan insanlar, ne ölenler, ne yaralananlar, ne soğukta evsiz kalanlar, ne çaresizlik, ne gözyaşı ne de acı vardır. Oysa ülkemizde şiddetli bir deprem meydana geldiğinde bizim deprem tanımımızın içi bu kelimelerle dolmaktadır.
Ülkemizin yüzde 92’si deprem kuşağında yer almaktadır. Nüfusumuzun yüzde 95’i deprem kuşağında yaşamakta ve büyük sanayi tesislerimizin yüzde 75’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde bulunmaktadır. Dolayısı ile tarih boyunca bu topraklar çok sayıda yıkıcı depremle karşılaşmış ve hatta dünya tarihinde en fazla insan ölümüne sebep olan iki deprem Antakya’da gerçekleşmiştir. 115 yılında 7,5 şiddetindeki depremde yaklaşık 260 bin, 525 yılında 7 şiddetindeki depremde ise 250 bin insan yaşamını yitirmiştir. Yakın döneme baktığımızda 1930 Hakkâri, 1939 Erzincan, 1942 Niksar-Erbaa, 1944 Bolu-Gerede, 1946 ve 1966 Varto, 1971 Lice, 1983 Erzurum, 1999 Gölcük ve Düzce, 2011 Van ve son olarak da Elâzığ depremleri zihnimizde ve yüreğimizde derin çentikler açmıştır. Sadece son 100 yıla baktığımızda bile bu topraklarda neredeyse 100 bin insanımızı depremlerde kaybettiğimizi görürüz.
Depremin teknik tanımı tüm ülkeler ve tüm insanlar için geçerliyken; deneyimleyerek zihnimize ve yüreğimize kazınan öznel tanımı ise ülkeden ülkeye, insandan insana farklılık göstermektedir. Aynı şiddette gerçekleşen bir depremin gelişmiş bir ülkedeki etkisi ile az gelişmiş bir ülkedeki etkisi arasında dağlar kadar fark vardır. Benzer şekilde aynı şiddette sallansak bile depremin zenginler ve yoksullar arasındaki etkisi arasında da sınıflar kadar fark vardır. Ancak şu bir gerçektir ki eğer az gelişmiş bir ülkede yaşıyorsanız ve de yoksulsanız depremde ölme, fiziksel ya da ruhsal yaralanma ya da evsiz kalma riskiniz çok daha yüksektir. Dolayısı ile depremden etkilenmenizi, yani acının tonunu depremin şiddetinden çok yoksulluğun çizgileri belirler. Yoksulluğun çizgileri ne kadar incelirse, acının tonu da o oranda silikleşir.
Acının tonunu silikleştirilebilmesi için elbette yeni imar planlarının yapılması, binaların güçlendirilmesi, depreme hazırlık çalışmalarının tamamlanması, deprem sonrası maddi kayıpların telafisi, fiziksel ve ruhsal sağlık hizmetlerinin eksiksiz sağlanması önemlidir. Ancak bence daha önemli olan bu adımların atılmasının sağlanabilmesidir. Peki bu adımların atılması nasıl sağlanacaktır? İşte bu noktada son sözü Can Yücel’in “Sismografi” şiirinin dizelerine bırakalım.
“Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş
Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur
Kıpırdasın da gör!”.
{{396273}}
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20