9 Şubat 2020 00:32

İşçilerin toplu pazarlık hakkı elinden alınıyor

Hükümetin temsilcilerinin çağrısıyla yapılan toplantıda Birleşik Metal-İş, işçilere sormadan Türk Metal’in altına imza attığı sözleşmenin aynısını imzaladı.

İşçilerin toplu pazarlık hakkı elinden alınıyor

Fotoğraf: DHA

Aydın TAN
Halil İMREK

Metal işkolunda 130 bin işçiyi ilgilendiren MESS sözleşmesi görüşmelerinde, yüzde 17 ücret artışı içeren TİS’i önce Türk Metal ve Özçelik-İş imzaladı. Birleşik Metal-İş ise 5 Şubat’ta greve çıkacağını açıkladı. Bakanlık devreye girmesiyle yapılan toplantıda ise bu kez işçilere sormadan Türk Metal ile aynı sözleşmeye imza attı. Hükümetin bu müdahalesi “İşçilerin toplu pazarlık ve toplu sözleşme hakkı var mı?​” sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Öncelikle yaşananları bir hatırlamakta fayda var. Patron sendikası MESS masaya yüzde 6.05 ile oturdu. İşçi sendikaları Türk Metal ve Özçelik-İş yüzde 26, Birleşik Metal-İş ise yüzde 34 zam istedi. Uzun süren görüşmelerde sonuç çıkmadı. Sendikalar iş yavaşlatma, vardiya girişinde çıkışında eylemler, yürüyüşler yaptı, en son Bursa ve Gebze’de yapılan büyük mitinglerle metal işçileri güçlerini ve kararlılıklarını gösterdi. Miting sonrası yapılan görüşmelerde patronlar, Türk Metal ve Özçelik-İş’teki sendika bürokrasi eliyle TİS’i bağıtladı ve yüzde 17’ye imza atıldı. Birleşik Metal-İş’in yüzde 17 zam önerisinin ele alındığı temsilciler kurulundan ise greve evet kararı çıktı.

Ve bakanlık devreye girdi.

Grev yasaklama konusunda rekorlar kıran hükümetin temsilcilerinin çağrısıyla yapılan toplantıda Birleşik Metal-İş, bu kez işçilere sormadan Türk Metal’in altına imza attığı sözleşmenin aynısını imzaladı.

HER ŞEY PATRONLAR İÇİN

Grev yasağı hep gündemdeydi ve MESS’in en tepesinde yer alanlar sözleşme görüşmelerinin başından itibaren grevin yasaklanacağının kesin olduğunu, sözleşmenin Yüksek Hakem Kurulunda bağıtlanacağını söylüyordu. Zaten Anayasa Mahkemesi’nin daha önce grev yasağıyla ilgili işçiler lehine verdiği kararı öne sürerek grev yasağını tanımayacağını duyuran Birleşik Metal-İş de fabrikalarda söylemine uygun bir hazırlık içinde değildi. Grev yasağı konusunda rekorlar kırmış olan hükümet de patronların tehdidine uygun pozisyon aldı. Grev yasağını Demoklesin Kılıcı gibi işçilerin üzerinde baskı olarak sallandı.

Patronların isteğini kabul ettirmek üzere devlet olarak, sermaye lehine TİS masasına el koydu. Yerel seçim ve krizle birlikte işçi kitlelerinde artan huzursuzluk nedeniyle, işin grev yasağına kalmadan çözülmesi hükümetin de işine geliyordu. Hükümet ve patronlar fiili ya da resmi çıkılacak bir grevle kendi bloklarında bir gediğin açılmasını, karşılarında yeni bir direnç merkezinin, hangi sendikadan olursa olsun başta metal olmak üzere yoksulluktan yakınan tüm işçilerin gözlerini çevireceği bir mücadele odağının oluşmasını istemiyordu. Sendika bürokrasi eliyle toplu pazarlık hakkına müdahale etmek daha kârlı ve risksizdi.

BU NEYİN TEŞEKKÜRÜ!

Çalışma Bakanı tarafsız arabulucuymuş gibi sözleşmeye müdahale ederek greve çıkılmasını engellemiş, toplu sözleşme hakkına müdahale ederek sözleşmenin patronların istediği gibi bitmesini sağlamıştır. Sonuç olarak imza atıldı. Hem patron MESS, hem işçi sendikalarındaki bürokrasi hem de hükümet istediğini aldı. İşçiye ise “zafer” diye duyurulan enflasyonun altında bir zam kaldı.

Birleşik Metal-İş Sendikası bürokrasisinin bu sondan duyduğu memnuniyet, imza sonrası yapılan açıklamalarına da yansıdı. Sendika merkezi “Grev hazırlıklarının yapıldığı bu aşamada, sorunun çözümünü sağlamak amacıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı devreye girmiş ve sendikamızla MESS arasında arabuluculuk yapmak üzere 2 Şubat 2020 günü sendikamızı Bakanlığa davet etmiştir. Sendikamız da bu davet üzerine Bakanlığa gelerek görüşmede bulunmuştur. Bu görüşmede grup toplu sözleşmesi imzalanmıştır” açıklamasını yaptı, “bu gelişmenin ortaya çıkmasına aracılık eden” Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına teşekkür etti.

TOPLU PAZARLIĞA MÜDAHALE

Oysa ILO sözleşmelerine göre bakanlığın “aracılık etme hali” toplu pazarlığa müdahaledir. İki akademisyen tarafından yapılan bir çalışmada belirtildiği gibi “Kanun’un md. 60/7 hükmüne göre kanuni grev kararı alınan bir uyuşmazlıkta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı uyuşmazlığın çözümü için bizzat arabuluculuk yapabileceği gibi bir kişiyi de arabulucu olarak görevlendirebilir. Bu yola başvurulması zorunlu olmamakla beraber söz konusu düzenlemeyle Bakana istediği her toplu iş uyuşmazlığına arabulucu sıfatıyla da olsa müdahale imkanı verilmekte. Bu hüküm kuşkusuz serbest toplu pazarlık ilkesi ile bağdaşmıyor. Zira alınmış bir grev kararı için zaten öncelikle arabulucu aşamasından geçilmesi gerekmekteyken Bakanın takdirine göre bir kez daha bu yola başvurulması gerekecek ve süreç siyasi otoritenin müdahalesine açık hale gelecektir.”*

Sözleşmenin imzalanması sonrası edilen teşekkürden de anlıyoruz ki Birleşik Metal-İş Merkez Yönetimi hükümetin “ara buluculuğuna” özel bir değer veriyor. Bu son dönemde siyasi muhalefette gördüğümüz bir hastalık bu aynı zamanda. 18 yıldır hükümet tarafından hiç muhatap alınmayan kimi kesimler, sonuç olumsuz olsa da Cumhurbaşkanı tarafından muhatap alınmaya yüksek bir değer biçiyor. Hele de üyelerinin itiraz ettiği bir rakama imza atılmasıyla sonuçlanan sözleşmeye hükümetin müdahalesi için teşekkür etmek ise başlı başına utanç verici.

ÖRGÜTLENMEYE BİR DAHA ADIM ATILMALI

AKP döneminde daha görünür olan bu müdahale biçimi aslında yeni değil. İşçi sınıfı, sermaye sınıfına karşı mücadelesinin her aşamasında burjuvazinin sınıf egemenliğinin aracı olan devletle karşı karşıya gelir. Parlamento, hükümet gibi kurumlar bu gerçeği gizlemenin araçları olur. Bu nedenle sermaye sınıfına karşı mücadele en başta onun siyasi temsilcisi olan hükümete karşı mücadele olarak örgütlenmelidir. Mümkünse hükümete, gölge etme başka ihsan istemez demek gerekir. Hükümetin gerek zor araçlarıyla gerekse arabuluculuk gibi tarafsızlık görüntüsüyle müdahalesine karşı hazırlık yapmak gerekir. Hele hele hükümete teşekkür eder duruma hiç düşülmemelidir.

İşçi buradan kızarak, küserek... Yani mücadeleden geri durarak, kolay “çözümlere” yönelerek sonuç alamaz. Grev sürecinde sağladığı birliğini, oluşturduğu mekanizmaları kalıcı hale getirmeli, kendi sendikalarını mücadele merkezi halin getirmek için adım atmalıdır. İşçi iradesini açığa çıkaracak işyeri komiteleri ile örgütlenmeleridir. Ki iradeleri sendika yönetimlerine de, sendikal anlayışa da hakim olsun.

Çalışma Bakanlığının toplu sözleşme görüşme süreci tamamladıktan sonra müdahalesini mümkün kılan Kanun’un md. 60/7 hükmü tamamen değiştirilmelidir. İşçiler, sendikalar ve muhalefet partileri bu yasanın yürürlükte kaldırılması için mücadele etmelidir.

Son olarak şu bilinir uluslararası sözleşmeler ancak meclisçe onaylanırsa yürürlüğe girer. İşçiler, sendika tüzüğüne hem de iş kanunlarına şunu koymalıdır. Nasıl ki grev kararı oylama ile alınıyorsa toplu sözleşme de oylama ile kabul edilmelidir. Yani toplu sözleşme işçinin onayı ile yürürlüğe girmelidir.

Bugün işçiler, sadece sendikal bürokrasiye karşı mücadele ederek sendikalarına sahip çıkmakla değil, hükümetin müdahalesi ile kağıt üzerinde dursa da fiiliyatta kullanılmaz hale gelen toplu pazarlık ve toplu sözleşme hakkına da sahip çıkmak zorundadır.

Metal işçilerinin mücadelesinden çıkan dersle, metal işçisi, sınıf bilincine uygun bir örgütlenmeye bir adım daha atmalıdır.

* Kamu otoritesinin toplu pazarlık sürecine müdahalesi
Prof. Dr. A. Can Tuncay /Araştırma Görevlisi Şebnem Kılıç

HATIRLANMASI GEREKEN BİR İSDEMİR HİKAYESİ

Birleşik Metal-İş'in imzası sonrası işçilerin paylaşımlarından öğrendiğimize göre kamuoyuna açıklanmayan alınmış sözler var. Muhtemelen bakan da bu vaatlerin kefili olmuştur. İşte bu bizi başka bir hikayeye götürüyor. Biz zamanında da Evrensel gazetesinde yazdık. Ola ki sendika yöneticileri, sendikal rekabet duygusuyla takip etmemiştir. Ama biz işçiler için hatırlatalım…

14 Temmuz 2013 günü İSDEMİR’de aileleriyle birlikte işçiler grevi başlattı. Grev Osmaniye’den Erzin, Dörtyol, Payas ve İskenderun’a kadar uzanan bir havzada her ilçeye bir grev çadırı kurarak ve bölge halkının yüksek desteğiyle sürdürülüyordu.

Grev çadırlarını bir miting alanı kullanıyordu işçiler. Hükümet grev yasaklama yoluna gitmekte zorlanıyordu. Çünkü hem 1989 yılında İSDEMİR işçileri grevinin yasaklamasını vizite eylemi gibi farklı yöntemlerle boşa çıkarmıştı hem de işçilerin ana kitlesi kendi tabanıydı. Grevi karşısına alan İskenderun’u kaybederdi.

HÜKÜMETİN İSTEĞİNİ YOK SAYMAK OLMAZDI!

Dönemin Başbakanı Erdoğan, grevini bayram öncesinde bitirilmesini istedi. Hataylı olan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ilk olarak grevin 16. gününde tarafları Ankara’da bir araya getirdi. İSDEMİR Genel Müdürü ile Çelik-İş Sendikası önce OYAK yönetimi ile bir toplantı yaptı. Sonuçta grevin 22. gününde toplusözleşme imzalandı. Çelik-İş Genel Başkanı Cengiz Gül, imzaladıkları toplusözleşmeyi savunmaya çalışırken, olayların gelişimi hakkında şu bilgileri veriyordu:

“Başbakan, iki bakana ‘sözleşmeyi bitirmeden Bakanlar Kuruluna gelmeyin’ talimatı vermiş. İki Bakan rica etti. Hükümetin, Başbakanın bu kadar ısrarcı olması ve bayramda greve girmeyin demesi üzerine imzaladık. Arabulucu olmuş bizimle birlikte masaya oturmuş iki bakanı kırmak, hükümetin isteğini yok saymak olmazdı.”

Bir işçi gazetemiz Evrensel’in manşetine gönderme yaparak “Penaltıyı Başbakan atınca gol bizim kaleye girdi” dedi. Yanındaki diğer işçi ise hemen şu eklemeyi yaptı: Hükümet işçi ile işveren arasına girince hangi hükümet olsa işveren kazanır.” Başka bir işçi ise noktayı şöyle koydu: “İmzalamasaydı, işçiye sorsaydı.”

HİÇ DEĞİL TEŞEKKÜR EDİLMEMİŞTİ

Cengiz Gül, hükümete teşekkür etmeyecek kadar olanın bitenin farkındaydı. Ama bir umut bakanların patronun verdiği sözlerin takipçisi olacağını sanıyordu.

Gül, iki bakanın kefaletinde iş güvencesi sağladıklarını, artık İSDEMİR’de tek bir işçinin atılmayacağını ileri sürdü. Gül, “Her gün bir iki işçi atılıyordu. İki bakanın huzurunda bu konuyu konuştuk ve mutabakata vardık. İşçi çıkışı mümkün olmayacak. İşçi atılımları engellenecek. Teminat hükümet olacak. İki bakan bunun takipçisi olacak. Üç puan düşük orana imza attık ama iş güvencesini sağlamış olduk” diyordu.

BAKANLARIN TEMİNATINA NE OLDU?

İki bakan teminat vermişti ancak sözleşmeden kısa süre sonra grevde öne çıkan yüzlerce işçi atıldı. Uzlaşmazlığın da temel nedeni postabaşıların statüsünün değiştirilip sendikasızlaştırılmasıydı. Çünkü bunlar bir tür ustabaşı olarak hem işçiler üzerinde bir etkiye sahipti hem de üretimi yönetme gücünü elinde tutuyordu. Sendika bu üyeleri ile patron karşısında bir güç kazanıyordu. Bu değişiklik de yapıldı. Postabaşılar formen oldu ve beyaz yakalı statüsüne sokuldu. Güçlü bir grevle kötü bir sözleşme imzalanması dağınıklık yarattı. Şube ile genel merkez arasındaki kişisel ikbal kaynaklı sürtüşme kendine meşru bir alan buldu. Şube bu sözleşmeden merkezi sorumlu tutuyordu. İşveren bu çelişkiyi kışkırttı. Bu sendikal rekabetle birleşince eski şube başkanı ve ekibi Türk Metal’e geçti. Üç yıl boyunca fabrikada sendikalar yetki alamadı. Kaybeden işçiler oldu. Üç yıl yetkisizlik yaşandı. En son Çelik-İş yetki aldı ama bu süreçte genel başkanları değiştirildi, mücadeleden yana kesimler terbiye edildi. İşçiler başarılı bir grev örgütlerken, grevi kırmak için müdahil olan hükümet; patron sözleşmeye uymadığında verdiği teminatı unuttu, hiç müdahil olmadı.

Sonuç olarak İSDEMİR patronu fabrikada istediği düzeni kurdu. Özçelik-İş Yeni Genel Başkanı Yunus Değirmenci, “sendikanın menfaati” diyerek 1.8 milyon liraya yeni makam aracı aldı, maaşının “30 bin ile 50 bin lira arasında” olduğunu söyledi. Kaybeden ise sadece işçi oldu.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et