09 Şubat 2020 00:01

Avrupa'nın Gündemi | 7 maddede Fransa'da emeklilik mücadelesinin bilançosu

Avrupa'nın gündeminde bu hafta Fransa'da emeklilik "reformu"na karşı halkın mücadelesi, Almanya'daki başbakanlık seçimi ve İngiltere'de hükümetin medyayı "temizleme" operasyonu vardı.

Fotoğraf: Eren Araman/Evrensel

Paylaş

Fransa’da emeklilik sistemini tamamen altüst eden ve fiili olarak emeklilik yaşını uzatan ve emeklilik maaşlarını da düşüren Macron’un emeklilik sistemine karşı mücadele 5 Aralık’tan bu yana devam ediyor. İki ayı geçti ve tarihsel bir mücadele olmayı çoktan hak etti. Humanite gazetesinden çevirdiğimiz makale 7 alt başlık altında iki aylık mücadelenin bir bilançosunu çıkartıyor.

Alman medyasında Thüringen Eyalet Parlamentosu’nda yapılan başbakanlık seçimi, ırkçı AfD ve Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partilerinin desteğiyle Hür Demokrat Parti (FDP)’nin adayının kazanması, faşistlerle iş birliği yaparak tabuların yıkılması olarak nitelendiriliyor. Her ne kadar FDP’li Başkan Kemmerich geri adım attıysa da tartışma duracak gibi değil.

Birleşik Krallık’ta ise ezici bir çoğunlukla hükümete gelen Muhafazakar Partinin ilk hedeflerinden biri medya oldu. Muhafazakarlar lisans ücretleri konusunda BBC’yi hedef gösterirken, Brexit ile ilgili basın toplantısına gelecek gazetecileri elemeye çalışması yeni bir tartışma yarattı.


FRANSA: DURUMU DEĞİŞTİREN İKİ AYLIK MÜCADELE

Humanite

1) Zayıflayan bir yürütme:
İki aylık mücadelesini kutlayan sosyal cephenin fırtınasına kapılan iktidar bu sürede zayıfladı ve yalnızlaştı. Özel emeklilik rejimlerini kaldırma söylemi ve denge yaşının (emeklilik yaşını yükselten madde) yalandan geri çekilmesiyle hükümetin gerçekleştirmek istediği sendikal bölünme kamuoyunu etkilemedi: Kamuoyunun yüzde 61’i hâlâ reformun geri çekilmesini talep ediyor. Mecliste sol milletvekilleri de 20 bin değişiklik önerisinin yanı sıra referandum önergesi ve gensoru sunmaya hazırlanıyorlar. Böylesi bir koşulda yaklaşan belediye seçimleri (Macroncu) La REM partisi için hiç de rahat geçmeyecek. Odaxa araştırma kurumuna göre, seçimlerde yerel kaygılar birincil olmasına rağmen, Fransızların yüzde 30’u (Macroncu adaylara) karşı oy kullanmaya hazırlanıyor.

2)“Kimlik” sorunları ikinci plana itildi:
Birincil plana gelen sosyal sorunlar kimlikçi-milliyetçi sorunlara sert bir darbe vurdu. Zemmour ve kin kusan söylemleri, Macron’un 31 Aralık konuşmasında önerdiği göçmenlik ya da “mezhepler” üzerine tartışmalar, en azından bir süreliğine geri plana itildi. Sosyal sorun tekrar geri döndü ve bunun bir ismi var: Sınıf mücadelesi. Emeklilik reformuna karşı mücadele en zengin yüzde 1’in daha da yalnızlaşmasına da katkı bulundu, zira bunların (emeklilik kasasına ödeyeceği) katkının düşürülmesi söz konusu yasa tasarısının dar bir azınlığın çıkarlarını savunmak için tasarlandığını açıkça gösterdi. Sokaklarda farklı sosyal kesimler genel çıkarı savunmak için yan yana geldiler, bunu herkesin özgünlüğünü yadırgayarak değil tam tersine var olan sistemin merkezinde olan dayanışmaya yaslanarak gerçekleştirdiler.

3) Sol ile sendikalar arasında diyalog yeniden oluştu:
Sosyal hareketlerde, solun siyasi sorumluları sık sık gösterilere katılırlar, fakat bu sefer bu harekette ikisi arasındaki diyalog bir üst aşamaya sıçradı. Sosyalist Parti’nin, Fransız Komünist Partisi’nin, Boyun Eğmeyen Fransa’nın ve diğer partilerin yönetici ve milletvekilleri mücadelede olan emekçi ve sendikalarla birlikte ortak eylemler, mitingler gerçekleştirdiler; imza kampanyaları yürüttüler. Bu buluşmalar emekçilerin, solun bu siyasi partilerine hükümetin projesine karşı alternatifler sunması için taleplerde bulunmasının vesilesi oldu.

Grevde olan şirketlerin önünde toplanan işçilerin içinde siyasi ve sendikal sorumlular yan yana geldiler; örneğin 13 Ocak’ta (CGT’nin genel sekreteri) Philippe Martinez, FKP’nin Ulusal Sekreteri Fabien Roussel ve Boyun Eğmeyen Fransa’nın Milletvekili Jean-Luc Mélenchon’un RATP (Paris Metroları) deposunun önünde buluşması gibi. Mecliste toplumsal öfkeyi solun milletvekilleri dile getiriyorlar.

4) Sendikalar yeniden sahnenin önüne geçtiler:
Emeklilik reformu iktidar için o kadar olumsuz oldu ki, Macron’un yok etmek istediği sendikaların canlanmasıyla sonuçlandı. 2016’nın son aylarında cumhurbaşkanı adayı olarak “aracı aygıtlara (sendikalara) ihtiyaç var, ama olması gerektiği yerde” diye tavrını belirlemişti. Başa geçer geçmez söylediğini hemen kararnamelerle yaptı. Macron (sendikalara) sadece işyeri ve meslek branşlarında patronların muhatabı olarak bir rol biçti ve (patronlar örgütü) MEDEF’in onayıyla emeklilik, işsizlik, hastalık kasalarının, hatta memurların mesleklerinde birçok söz sözleme hakkı olan eşit üye komisyonlarına kadar birçok kurumdan sendikaları dışladı ve bunların idarisini sadece hükümete bıraktı. Gerçekleşen 8 grev ve gösteri; yüz binlerce grevci ve sokaklara inen insan, sözde kaçınılmaz olan ve Sarı Yeleklilerin de hızlandırdığı iddia edilen, sendikaların ölümü iddiasını alt üst etti.

5) Meslekler arası toplantılar, hareketin birleştiği yer:
Lille şehrindeki genel kurultayda (işçilerin mücadeleye nasıl devam edeceklerini tartışmak için düzenli olarak yaptıkları toplantılar) konuşan SUD Rail sendikası temsilcisi Stéphane, “Hükümet bir şeyi iyi başardı: Tüm sektörleri harekete katma. Emeklilik tüm diğer tekerlekleri harekete geçiren küçük tekerlektir” diye belirtiyor. Demiryolu işçisi sendikacıya göre “Sokaklardaki mücadeledeki çeşitlilik giderek daha fazla görünür oluyor. Bayraklı ya da bayraksız, önlüklü ya da önlüksüz, avukatlarla, sağlık emekçileriyle… birlikte yürüyoruz”. Bu tarihsel mücadelenin gücü tabandan doğmuş olmasıdır. 5 Aralık’taki ilk mücadele günü RATP sendikalarının çağrısı üzerine gerçekleşti; CGT, FSU, Solidaires ve FO sendikaları ise mücadeleyi ulusal düzeye yansıttılar. Ve yerel yüzeyde tertiplenen mücadeleci toplantılar ise ortak eylemler gerçekleştirerek hareketin zamana yayılması ve devam etmesini sağladılar. Lille’deki aynı toplantıda konuşan Antropoloji Doçent Doktoru Judith “Çok nadir bir şekilde bir araya gelen sektörlerin yan yana olması çok uzun zamandır yaşanmamıştı. Ve üstelik bu kadar mücadeleci bir ruh ve yaratıcılıkla gerçekleşmesi çok nadir bir şeydir” diye belirtiyordu.

6) Feminist bir hareket:
Attac derneğinin yarattığı fakat çok kısa bir süre içinde diğer örgüt, sendika, siyasi parti, derneklerin katıldığı feminist kortejlerin dansını herkes gördü. Mavi tulum ve kırmızı noktalı bir saç bandı ile feminist ikon Rosie the Riveter gibi giyinen kadınlar, 1980’lerin bilenen bir müziğin sözlerini “Macron’un yüzünden” olarak değiştirerek sergilediler ve internette büyük yankı yarattılar. Sarı Yelekliler hareketinden bu yana sosyal mücadelede kadınlar giderek daha fazla görünür oldular. Eşitliği sağladığını iddia eden bir reforma karşı feministler sosyal bir rezalet olan ücret eşitsizliğinin emeklilik maaşını büyük oranda olumsuz etkilediğini herkesin gündemine getirebildiler. Bu sorunlar artık merkezi bir rol oynuyor ve mücadelenin de merkezinde.

7) Yeni mücadele biçimleri:
Dayanışma, yaratıcılık, mizah… Yeni ifade biçimleri doğdu ve genel olarak mücadeleye bakış açısını olumlu değiştirdi. Balerinlerin gösterileri ya da Paris Operasının açık hava konseri... Avukatların cüppelerini, mobilya işçilerinin çekiçlerini, lağımcıların mavi tulumlarını, hastane personelinin beyaz önlüklerinin topluca yere atmaları… Çalışma aletleri bir topluluğu, bir mesleği temsil ediyor fakat genel bir bütünlük içinde diğerleriyle dayanışmayı da yansıtıyor. Mizah, göstericilerin çarpıcı görüntülerinin peşinde koşan televizyonlarda, çatışmaları göstererek hareketin meşruluğunu sorgulatmak ve böylelikle polis şiddetini meşrulaştırmak isteyen iktidarı destabilize etti. Kültür alanında çalışanların; komedyen, grafiker, oyuncu ya da teknisyenler tarafından da zenginleştirilen ve sosyal medyada bolca yansıyan bu görüntüleri eğlenceli olduğu kadar çarpıcı da.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


BURJUVA İTTİFAK: THÜRİNGEN EYALET BAŞKANININ SEÇİMİ

Arnold SCHÖLZEL
Junge Welt

Alman burjuvazisi uzun zamandır ırkçı kartın yanında açık faşist kartı devreye sokmaya da karar verdi. 1980’de Hamburg’da Neonazi teröristler tarafından iki Vietnamlının öldürülmesiyle başlayan son 40 yıl neredeyse sürekli ırkçı kampanyalarla dolu. Tabi ki şimdiki durumda yenilikler de var: O zamanlar “Republikaner-Cumhuriyetçiler” veya DVU-Alman Halk Birliği gibi kârlı çıkan partilerin yerine şimdi AfD (Almanya için Alternatif) geçti. Faaliyetlerini gülünç ama etkili “sağ popülist” kavramı altında sürdüren parti, artık federal meclis ve 16 eyalet parlamentosunda temsil ediliyor ve bu sayede organizasyon gücü ve mali kaynakları artıyor.

Adından söz ettiğimiz üç aşırı sağ parti de CDU/CSU ve FDP’nin içinden çıktı. Aşırı sağcılığı önemsemeyen “Burjuva ittifakının” AfD’nin faşist kanadı ile ne zaman ortak çalışmaya hazır olacağı ise bir zaman meselesiydi. Thomas Kemmerich, birbirine ait olanları bir araya getirdi. CDU, (Thüringen eyalet başkanlığı için) seçimin üçüncü evresinde kendi adayını göstermeyerek AfD ile birlikte Kemmerich’e oy vereceğini ortaya koydu. Burjuva blok faşistlerle, CDU Saksonya’nın deyimiyle ‘bizim insanlarımız’la içli dışlı oldu.

Bu model, Thüringen eyaletinde 1930’da da uygulanmıştı, zaten oradan tedarik edildi. Hitler’in  NSDAP’sinin eyalet parlamentosunda sadece altı üyesi vardı, ancak ilk kez bir eyalet hükümetinde içişleri ve halk eğitimi bakanlığını üstlendi. Daha sonra İçişleri Bakanı olan ve 1946’da Nürnberg’de savaş suçlusu olarak asılan Wilhelm Frick, “Alman Halkı İçin Negro Kültürüne Karşı” ve “Yabancı bozuk kültürün kültürümüzü kirletmesine karşı” vb. kararlar çıkardı. Şimdiki AfD fraksiyon başkanı Höcke ile bir farkı yok kısacası. Höcke, 2018’de yazdığı bir kitapta; “ilerleyen Afrikalılaşmaya, oryantalleşmeye ve İslamlaşmaya karşı çıkın!” çağrısı yapmıştı. Onu seçenler kim olduğunu çok iyi bilerek seçtiler.

Sol Parti ise Kemmerich’in ayaklarına çiçek atarak duygusal ve ne yapacağını bilemez olduğunu gösteren bir cevap verdi. 2014’ten bu yana Sol Parti liderliğindeki koalisyonun uğraştığı en önemli sorun Doğu Almanya Cumhuriyeti’nin “adaletsizlik rejimi”ne karşı mücadelesiydi.  Eyaletteki SPD/Sol Parti/Yeşiller Koalisyonu, AfD’nin yükselişinde büyük rol oynadı. Faşist Höcke’nin partisi yoksullaşma politikasını sosyal şovenist demagojiyle kullandı. Kemmerich koltukta ne kadar kalırsa federal politika ondan o kadar öğrenecektir

(Çeviren: Semra Çelik)


DOWNING STREET* MEDYA İLE TRUMPÇI KAVGA

Jasper JACKSON
New Statesman

Seçimlerin üzerinden daha iki ay geçti ve Johnson hükümeti ilk kavgasını medya ile yapacağını ilan etti. Pazartesi günü, Brexit başdanışmanı David Frost’un vereceği brifinge bir grup gazeteci davet edilmişti. Toplantıya davet edilmeyen fakat ülkenin geleceğine dair önemli açıklamaları haber yapma gereği duyan bir dizi gazeteci de onlarla birlikte katılmak istedi.

Brifing günü gazeteciler tuhaf bir şekilde Downing Street girişinde ikiye bölündüler ve bir süre sonra gelen Johnson’un iletişim müdürü Lee Cain “Toplantıya davet edilen herkes kalabilir, diğer herkesin ayrılması gerekiyor” dedi. Davet edilenler ise bir dayanışma örneği göstererek arkadaşlarıyla birlikte toplantıya katılmayarak ayrıldı.

Bu tartışma devlet ve Lobi (parlamentoda çalışan, halkın giremediği bölümlere giriş hakkı olan gazeteciler grubu) arası ilişkilerin dibe vurduğu bir an oldu. Bu grup üyeleri parlamentoda resmi olmayan buluşmalara katılır, alışılagelmiş üzere isim vermeden, gizli kaynak göstererek siyasi parti üyelerinin söylemlerini paylaşırlar. Lobi’ye yöneltilen uzun dönemli eleştirilerden birisi grup düşüncesi geliştiren bir topluluk olduğu ve Downing Street’le sürtüşmeleri alışılagelmiş metotları değiştirme çabası olarak gösterilmeye çalışıldı.

Günde iki kez yapılanlar da dahil, tüm düzenli olmayan toplantılar ocak ayında Parlamento’dan Downing Street’e alınmış ve neredeyse tüm Birleşik Krallık gazete editörleri atılan bu adım konusunda endişelerini bir mektupla hükümete belli etmişlerdi.

Lobi üyelerinin birlikte hareketi, işleyişin engellenmesi çabasına karşı kolektif iradeyi gösteriyor. Bir üyesine göre “Politik editörler arası dayanışma devam edecek; hepsi de benzeri durumlarla daha önce yüz yüze kalmış tecrübeli gazeteciler.”

Downing Street’in kazanıp kazanamayacağı durumun kamuya nasıl yansıyacağına bağlı. Johnson ve ekibi, durumu, serbest haber alma hakkını kısıtlamak yerine eski bir yapıya karşı girişim olarak gösterme çabasındalar.

Donald Trump’ın, muhaliflerini şok eden ve çıldırtan, taraftarlarının ise enerji kaynağı olan medyayla savaşından güç alıyorlar. ABD Başkanı “yalan haber” peşindeki medyaya saldırılarıyla meşhur; yönetimi gazetecileri toplantılara almamayı ve katılımı engellemeyi politik bir silah olarak kullanıyor. Trump’ın medya ile olan savaşı, bilinçli ya da bilinçsiz, internet ve sosyal medyanın yol açtığı güç dengelerindeki değişimi lehine kullanmakta başarılı oldu; artık mesajını halka ulaştırmak için gazetelere ihtiyacı yok.

Seçimlerin de gösterdiği gibi Johnson hükümeti sosyal medyayı sözde “yaratıcı bir şekilde” kullanarak seçmene ulaşmakta kararlı. Bu saldırgan tavır Cummings’in Eğitim Bakanlığı’nda ve ‘Vote Leave’ (Referandum’da AB’den ayrılmayı savunan) Kampanyası’ndaki tavırlarından farksız. Seçim öncesi Parlamento’da medya üyeleri ile Lobi sisteminin eksiklerini ve yol açtığı hayal kırıklığını tartışmıştı. Seçimdeki ezici zaferlerini takiben, olası değişikliklerin Downing Street’in isteği yönünde olmasının dayatılacağı, aşağılama ve hor görmeyle gerçekleştirileceği ortaya çıktı.

Lobi üyeleri, en azından şimdilik, kendilerini sindirme çabası karşısında dik durdular. Hükümet bu hafta, zamanı geçmiş bir yöntemi kaldırma yerine dar görüşlü ve partizan göründü. Medyaya karşı açılan erken savaş, taktiksel açıdan yanlış bir adım gibi görünüyor.

*Londra’daki Başbakanlık Konutu

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

Fransa ve Avrupa'da günlük Kovid-19 vaka sayısı ilk kez 30 bini geçti

SONRAKİ HABER

Çin’de koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 909'a çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa