Fransa'da son durum: Macron henüz diz çökmedi ama emekçilerin öfke kazanı kaynıyor
Sağlıkçılardan temizlikçilere, barolardan okullara mücadeleye katılım sürüyor. 17 Şubat’ta tasarı meclise gelecek. 17’si ve 20’si için grev/eylem çağrısı yapıldı. 5 Mart’ta da üniversite boykotu var.
Fotoğraf: Eren Araman/Evrensel (Arşiv)
Deniz UZTOPAL
Paris
Fransa’da 65 günü geride bırakan grev ve mücadelelerin bir ara bilançosunu çıkartmaya çalışmak mümkün mü? Kuşkusuz tüm canlılığıyla hâlâ ilerleyen, yeni mücadele biçimleri alan ve iktidarı birçok konuda manevralar, hatta geri adımlar atmaya zorlayan bir mücadelede “son” bulmadan tam bir bilanço imkansız, fakat mücadele birçok açıdan şimdiden önemli dersler çıkarmaya olanak sağlıyor.
Fransa, sınıf mücadelesinin birçok ülkeye nazaran daha canlı yaşandığı bir ülke. Bu canlılık egemen sınıfların kârlarına kâr katmayı hedefleyen ekonomik, sosyal ve siyasi saldırıları hayata geçirilmesinde de daha temkinli davranmayı zorunlu kılıyor. Hatta bu nedenle, son grevlere neden olan emeklilik hakkıyla ilgili yasa tasarısı meclisten parça parça geçiriliyor.
Aslında Avrupa düzeyinde de aynı saldırılar söz konusu, fakat Fransız egemen sınıfları komşu ülkelerde yapılan saldırıları diğerleri gibi bir bütünlük içinde değil parça parça gündeme getirdikleri için daha geriden geliyorlar. Böylelikle söz konusu saldırıdan işçi ve emekçilerin bir kesimi etkileniyor ve mücadele kısmen de olsa daha cılız oluyor.
Kuşkusuz mücadele eden kesimlere karşı devasa bir ideolojik ve siyasi kampanya da yürütülüyor ve işçi ve emekçilerin sadece bir kesiminin mücadeleye atılmasına bir de sınıf içindeki örgütlülük düzeyi eklenince hareket daha zayıf ilerliyor. Bu nedenle Fransız işçi sınıfı uzun zamandır önemli bir kazanım elde edemedi. 2006’dan bu yana hükümetlerin tüm saldırıları, bazen ufak tefek değişiklikler yapılmak zorunda olsa da onaylandı.
Sadece son yıllarda işçi sınıfının yaşadığı yenilgileri hatırlatmak gerekirse: 2015’de pazar günleri çalışmayı serbest bırakan Macron yasası, 2016 El Khomri İş Yasası değişikliği, 2017 iş yasasına dair Macron-Penicaud kararnameleri, 2018 ilk baharında demir yolu şirketlerinin reformu…
Kuşkusuz saldırının sadece birkaç alanla sınırlı kalmasından dolayı mücadeleler cılız olmuş ve saldırıları püskürtülememiştir, fakat madalyanın diğer yüzü ise Fransız burjuvazinin diğer ülkelere göre geride kaldığını gösteriyor.
BURJUVAZİ AÇISINDAN FRANSA KÖTÜ ÖRNEK
Son emeklilik reformundan örnek vermek gerekirse: Fransa’da emekliye ayrılma yaşı resmen 62, Almanya’da 65 ve aşamalı olarak 2029’da 67’ye çıkacak. Avusturya’da erkekler için 65, kadınlar için 60 fakat 2024 ile 2033 arasında yükselerek erkeklerle eşitlenecek. Belçika’da 65, Hırvatistan’da 65 ve 2033’de 67 olacak. Danimarka’da 65.5, İspanya’da 65, Yunanistan’da 67, Macaristan’da 64 fakat 2022’de 65 olacak. İrlanda’da 66, İtalya’da 67, Lüksemburg 65, Hollanda 66 ve 2022’den itibaren 67 olacak. Polonya’da erkekler 65, kadınlar 60, Portekiz’de 66.5, İngiltere’de 65, İsviçre’de erkekler 65, kadınlar 64 vs...
Görüldüğü gibi Fransa, egemen sınıflar açısından “kötü” bir örnek olmaya devam ediyor, Fransız burjuvazisi de diğerlerinden geride kalmaktan şikayetçi. İşte Macron bu “Geride kalmışlığı” yok etmek misyonu üzerinden seçildi. Genç ve kararlıydı, sırtı kamburlaşmış eski siyasetçiler gibi kısa süre içinde geri adım atma refleksleri yoktu, siyasi bir geçmişi olmadığından dolayı hem sağdan hem de soldan oy alabilir ve geleneksel siyasi partileri zayıflatarak burjuvazinin çıkarlarını savunabilecek yeni bir siyasi odak yaratabilirdi. Ve üstelik üst üste alınan yenilgilerden dolayı işçi ve emekçilerin mücadeleleri uzun zamandır hiçbir zaman bu kadar geri düşmemişti.
Öte yandan sınıf mücadelesinin durumunu tüm gerçekliğiyle ortaya koyan veriler bulmak zor, fakat Çalışma Bakanlığına bağlı Araştırmalar Müdürlüğü DARES’in yıllık hazırladığı ‘‘Bireysel çalışılmayan günler’’ (JİNT) verisi var. Bakanlık tüm grevlerden dolayı “iş durdurmaları”nın muhasebesini yapar ve 1000 emekçi üzerinden yıllık kaç günün çalışılmadığını hesaplar. Kuşkusuz bu verinin birçok sınırlılığı var ve özellikle de kamu emekçileri içinde çok alttan hesaplandığı da biliniyor. Fakat yaşanan grevlerin seyri konusunda bir fikir sahibi olmayı sağlıyor.
DARES’in bu verilerine göre: 1976 yılında ortalama 1000 emekçi 4 bin gün iş durdurmuş. Yani ortalama her emekçi 4 gün iş durdurmuş. Aynı veri 1980’de yaklaşık 1000 güne, 1990’da 500 güne, 1995’de 800 güne, 2000’de 100 günün altına, 2012’de 60 güne, 2010’da 318’e, 2016’da ise 131’e ve Macron’un seçildiği 2017’de ise 71 güne kadar düşmüş. İşte bu geri düşmüşlük üzerinden Macron kendisinden önceki Cumhurbaşkanlarından farklı olarak daha sert ve daha hızlı saldırılar gündeme getiriyor. Fakat sınıf mücadelesinin kendisine özgü yasalarını hiçe saydığından beklenmedik mücadelelerle karşılaşıyor.
SARI YELEKLİLER VE MÜCADELENİN RADİKALLEŞMESİ
Üst üste yukarda belirtilen yenilgilerin yaşanması, sendikaların giderek daha da zayıflaması hatta işyerlerinde örgütlemelerinin yasalarla giderek daha engellenmesi biriken öfkenin sendikaların dışında bir şekilde patlak vermesine neden oldu. Bu öfke 17 Kasım 2018’de patlak veren Sarı Yelekliler hareketi olarak ortaya çıktı. Hareket sendikal hareketin dışında patlak verdi, büyük şehirlerin dışında yaşayan emekçi kitlelerden, küçük esnaflardan, hizmet sektöründe çalışan, tek başına çocuk yetiştirmek zorunda olan ve çoğu da kadın olan emekçilerden oluşan bir hareket olarak ortaya çıktı.
Kimi yerlerde sendikalarla bazı buluşmalar yasanmış olsa bile hareketin en temel özelliklerinden birisinin sendikaların dışında gerçekleşmiş olması. Bu özelliği hareketin hem gücü hem de zayıflığı oldu. Gücü oldu çünkü sendikaların dışında olması ve geleneksel örgütlerin hareketi denetleyememesi iktidar için eğilimin belirsizleşmesi anlamına geliyordu. İktidar kendiliğinden doğan güçlü bir hareketin hangi temsilcileriyle görüşeceğini bile tespit edemiyor ve bu da onu zor bir duruma sokuyordu. Fakat bu aynı sırada hareketin zayıflığı oldu, zira hedeflerinin muğlaklaşması ve bölgelere göre farklılaşmasına yol açtı.
Sendikaların yönetici kadroları başta bu hareketi küçümser bir tavır içine girdiler; hareket ne doğrudan patronları hedef alıyor ne de işçilerin en temel silahlarından olan grevi devreye sokuyorlardı. Aslında bir nevi zayıflayan sendikaların savunma mekanizması olarak yansıyan bu tavır, hareketin heteroklit yapısı ya da aşırı sağcı kimi unsurların ilk dönemlerde hareketin içinde olmasının öne çıkartılmasıyla meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Basında bol bol yaygınlaştırılan “Bu hareketle sendikalar artık ölmüştür” yaygarasına karşı sendikalar kendi varlıkları ve mücadele yöntemlerini yanlış bir noktadan savunarak bu hareketle aralarında mesafe koydular. Fakat Sarı Yeleklilerin kararlılığı Macron ve hükümetini sarsmış ve yürütmenin ezberini tamamen bozmuştu. Hareket son yılların en kitlesel hareketi oldu; talepler giderek sosyal içerikli olmaya başladı ve hükümetin muhatap alabileceği bir önderi de yoktu. Ve sonuçta inanılmaz bir polis şiddetinin yanı sıra hükümet birçok konuda geri adım atmak zorunda kaldı.
SINIFIN YAKIN TARİHİ AÇISINDAN DÖNÜM NOKTASI
Bu anlamıyla Sarı Yelekliler hareketinin Fransa işçi sınıfının yakın tarihi açısından bir dönüm noktası olduğu belirtilebilir. Zira başta en mücadeleci sendika olan CGT olmak üzere tüm sendikalar içinde mücadelenin çeşitli boyutlar alabileceği, iktidarı geri püskürtebilecek her türlü mücadele aracının kullanılabileceği, “saf” bir sosyal hareketin olamayacağına dair yoğun ve verimli tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar örneğin CGT açısından olumlu oldu, zira sendikal bürokrasiyi birçok alanda püskürttü, sınıflar mücadelesi kavramını tekrar tüm canlılığıyla gündeme getirdi, işçi ve emekçilerin gücünün birliğinden geldiği fikrini öne çıkardı.
Toplumda böylesi bir süreç yaşandığı için örneğin içinden geçtiğimiz emeklilik yasa tasarısına karşı mücadele çok boyutlar almış, başta CFDT sendikası olmak üzere sendikal bürokrasinin masaya oturmasını zorlamış ve mücadele de daha kararlı davranılmıştır. Siyasi açıdan son yılların en radikal sosyal hareketiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Birçok araştırmacının sendikal mücadelenin “sarı yelekleştiği”ne vurgu yapması hiç de haksız değil, fakat tersinden de Sarı Yeleklilerin sendikal mücadeleye daha aktif katılmasıyla onların da “sendikalaştığı” belirtilebilir.
DEMİR YOLU İŞÇİLERİ MÜCADELENİN LOKOMOTİFİ
Son hareket sık sık 1995’deki demir yolu işçilerinin grevine benzetiliyor. İşçi sınıfının en örgütlü kesimlerinden olan demir yolu işçilerinin grevleri, kararlılık açısından bakıldığında bu karşılaştırma yanlış değildir. Fakat iki dönem arasında dikkate alınması gereken farklılıklar da bulunuyor. Zira 1995’te dönemin Juppé hükümetinin püskürtülmesinden bu yana iktidara gelen hükümetlerin tümü demir yolu işçilerinin gücünü zayıflatmaya yönelik önlemler aldı, yasalar çıkardılar.
Örneğin 1996 yılında “Paris metroları sosyal alarmı” diye bir düzenleme yapıldı. Böylelikle greve başvurmadan önce işçilere “Önce masaya oturma” zorunluluğu dayatıldı. 2007’de Sarkozy iktidara geldiğinde “asgari zorunlu hizmet” adı altında toplu taşıma başta olmak üzere kimi sektörlerde grev hakkı sınırlandırıldı. Sarkozy’nin Sosyal Danışmanı Raymond Soubie, 2010’de Başbakan François Fillon’un emeklilik yaşını uzatabilmesinde bu asgari hizmet yasasının belirleyici olduğunu ifade ediyor. 2018’de ise aralıklarla yapılan grevler demir yolu işçilerinin statüsünü değiştirmede belirleyici rol oynadı. Yani 1995’te zafer kazanmış demir yolu işçileri, ardından birçok yenilgi aldı ve sendikaların zayıflaması bu sektördeki örgütlülük oranını geriletti.
MACRON HÜKÜMETİ SARSILDI AMA DİZ ÇÖKMEDİ
Geçtiğimiz 5 Aralık’ta demir yolu işçileri süresiz greve gittiklerini açıkladıklarında birçok militan kesim içinde 1995 gibi hükümetin geri püskürtüleceği ifade ediliyordu, fakat bunlar, aradan geçen o süre içindeki değişiklikleri görmüyorlardı. Zira demir yolu işçileri Noel ve yılbaşı tatillerinde “ara” verilmesine dair hükümetin baskılarını geri püskürtebildi fakat yaklaşık bir buçuk aylık süresiz bir grev hükümete diz çöktürtemedi. Macron ve hükümetini ciddi oranda sarsmış ve diğer iş kolları içinde bir umut olabilmiş, fakat sadece demir yolu işçilerinin grevinin düzeyi hükümete geri adım attırmamıştı, ki tersi sürpriz olurdu.
Fakat hareketin başlangıçta tüm emekçilere umut verebilecek bir düzeyde güçlü olması hareketin devamı açısından can alıcı öneme sahipti. Zira demir yolu işçileri toplum içinde büyük bir gururla karşılandılar ve maddi yardım olsun diye yüzlerce komite yaklaşık 4 milyon avro yardım topladı. Sendikalar farklı iş kollarını da mücadeleye yönlendirmek için uğraştılar fakat hükümet bunu engellemeye yönelik her yönteme başvurdu. Örneğin tüm propagandası ‘‘42 özgün emeklilik rejimini yok ederek tek bir evrensel emeklilik rejimine geçme”ye dayanıyordu, fakat demir yolu işçilerinin yanı sıra farklı kesimlerin greve katılması tehdidi karşısında bu sektörlerin özel rejimleri konusunda hükümet geri adım attı. Böylelikle kamyon şoförleri, uçak pilot ve personeli, havaalanı saha kontrol merkezi çalışanları, askerler vb. gibi kimi sektörler daha mücadeleye atılmadan hükümet geri adım atmış oldu.
Polisler de hoşnutsuzluklarını ifade eder etmez hükümet emekliliklerine dokunmayacağını ilan etti. İtfaiyeciler çok daha önceden başlattıkları mücadelede kararlı olduklarını gösterdiklerinde hükümet hem ücret taleplerine hem de emeklilik konusunda taleplerine cevap vermek zorunda kaldı. Mücadelenin birden üst boyuta sıçramasıyla onlarca iş kolu, herkesin ortak talebi olan “Eeklilik yasa tasarısının geri çekilmesi”nin yanı sıra kendi özgün talepleriyle sokağa indiler.
YENİ GREV VE MÜCADELE GÜNLERİ GELİYOR
Hastane çalışanları yaklaşık bir yıldır farklı biçimlerde öfkelerini ifade ediyorlardı. Yıllardır hastanelere dayatılan farklı kemer sıkma paketleri hastaneleri öyle bir soluksuz bıraktı ki, ülkenin en ünlü yüzlerce profesörü bile hükümetin politikalarına karsı tüm görevlerinden istifa ettiler. Öğretmenlerin maaşları on yıldır dondurulmuş durumda ve çalışma koşulları her geçen gün daha da kötüleşiyor, üstelik söz konusu emeklilik yasa tasarısından en fazla zarar görecek kesimlerin başında geliyorlar. Daha düne kadar “akıllı”, “medeni” olarak tanımlanan öğretmenler Fransa sınıf mücadelesi tarihinde eşi görülemeyecek “sert” eylem türlerine başvuruyorlar.
Liselerde gençlere dayatılan yeni sınavlara karşı öfke artıyor ve yüzlerce lise sınav günleri bloke edildi. Üniversitelerde, Yüksek Öğrenim Bakanlığının dayattığı bütçe kesintilerine karşı öğrenci sendikaları basta olmak üzere öğrenim görevlileri mücadele çağrısında bulunuyor ve gençleri sokağa dökmek için uğraşıyorlar. Hükümet emeklilik yasa tasarısının en büyük kazananının kadınlar olduğunu savunurken ülkede istisnasız tüm kadın örgütleri bu tasarının kadınlara çok zarar vereceğini belirtiyor ve mücadeleye çağırıyor.
Avukatlar genelde sokaklarda mücadele eden bir kesim değil, fakat bu emeklilik yasa tasarısı onların idare ettiği ve gayet iyi çalışan emeklilik fonlarını ellerinden alıyor ve ödentilerini iki katına çıkartıyor. Ülkenin tüm baroları 6 Ocak’tan bu yana grev kararı verdiler ve son birkaç haftadır ülke gündemine bomba gibi oturan eylemler gerçekleştirdiler. Büyük metropollerin temizlik işçileri greve gittiler ve örneğin Paris sokakları artık çöp torbalarıyla dolup taşmaya başladı.
17 Şubat’ta yasa tasarısı meclisin gündemine gelecek ve bu vesileyle demir yolu işçileri bugün için güçlü bir grev çağrısında bulundular. Mücadeleci sendikalar platformu 20’sinde yeni bir eylem günü çağrısında bulundu. Üniversitelerde öğretim sendikaları, mücadeleci gençlik sendikaları ise 5 Mart’ta tüm üniversiteleri durdurma çağrısında bulundular. 8 Mart’ta ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirecek emeklilik yasa tasarısına karşı büyük bir mücadele günü gerçekleştirme çağrıları yapılıyor. 15 Mart’ta ise belediye seçimleri gerçekleşecek ve kamuoyu yoklamalarında seçmenlerin Yüzde 30’u Macroncu adaylara karşı oy kullanacağını belirtmiş. Macron’un tüm bunlara karşı uzun süre dayanamayacağı yorumları yapılıyor.