Nasıl bir sağlık sistemini savunmalıyız?
Sağlıkta dönüşüm uygulamalarından performans sistemine kadar sağlık alanında yaşananlar sağlıktaki neoliberal dönüşümden, kapitalist sistemin getirilerinden bağımsız değerlendirilemez.
pixabay
Helin ÇAKIR
Ufuk Üniversitesi/Ankara
Giderek büyüyen bir tehdit haline gelen aşı karşıtlığı Türkiye’de de alarm veriyor. Ülkemizde 2001’de 30 binlerde olan kızamık vakası 2016’da 9’a kadar düşmüşken, 2019’da görülen vaka sayısı 2 bin 391’e ulaşmış durumda. Bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde en önemli halk sağlığı uygulamalarından olan aşılama giderek artan karşıt savunucularıyla tartışılırken yapılan araştırmalar bugün ölümcül salgın hastalıkların patlak verebileceğini gözler önüne seriyor. “Aşı karşıtlığına karşı ne yapmalı?” sorusu ise bugün önemli bir soru olarak karşımızda duruyor. Bu soru da aşının meta haline gelişi, devlet eliyle sağlığın ve aşının örgütlenmesi, kapitalizmin sağlığa yaklaşımı gibi birçok alt başlığa kapı aralıyor.
AŞI KARŞITLARI VE İDDİALARI
Aşı karşıtlığı ilk olarak 2000 yılında İngiltere’de Andrew Wakefield tarafından kızamık ve kabakulak aşısının otizme sebebiyetine dair bir teori ile ortaya çıkıyor ardından Wakefield bu sebeple hekimlikten men ediliyor. Bunun yanı sıra aşı karşıtlarının birçok iddiası var fakat bunun yanında bilimin de yanıtları var. Bu iddialardan popüler olanı aşı olmaktansa hasta olup bağışıklığı öyle kazanma düşüncesi. Fakat ortaya çıkabilecek ağır hastalıkların (kızamık gibi) ağır bedelleri (ensefalit, menenjit, körlük, kalıcı felçler vb.) görmezden geliniyor.* Aynı zamanda bugün aşı karşıtları her ne kadar kararlarının bireysel olduğunu söyleseler de aşılanmayan her birey, sadece aşı yaptırmayanları değil tüm toplumu tehdit eden bir toplum sağlığı sorunu olarak karşımızda duruyor. Ayrıca dünya gündemine oturan korona virüsüne** karşı ilk koldan aşı geliştirilmeye çalışılması da aşıların öneminin altını çizmemizde yeterli denilebilir.
Toplumu ilgilendiren ve yaşam tehdidi haline gelen bu sorun aşılamanın devlet eliyle ve sıkı bir denetimle yapılması gerekliliğini gösteriyor. Örneğin devrimin ilk yıllarından itibaren sağlığa büyük önem veren Sovyetler Birliği’nde aşılamanın devlet eliyle örgütlenmesinin başarısını görebiliyoruz. İlk yıllardan itibaren uygulanan aşıların sonuçlarını ilerleyen yıllarda alan Sovyetler’de 1989’da 839 difteri vakası varken Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte aşılama altyapısının yok olması sonucunda 1994’de 50 bin hastalık ve 1700 ölüm gözlemlenmiş̧.
SAĞLIĞIN PİYASALAŞMASI İLE ARTAN SORUNLAR
Sağlığın piyasalaşmasıyla bilimsel tıbba olan güvenin sarsılması arasındaki ilişki dünyada ve Türkiye’de artan geleneksel sağlık uygulamalarında ve ailelerin aşı reddinde artışlar yaşanmasını doğuruyor. Elbette bunlar kapitalizmin bir kar kapısı olarak gördüğü sağlık alanında alternatif tıp ile çözüm aradığını iddia etmesinden bağımsız da gelişmiyor. Hatta ülkemizde de bu politikalarla doğrudan bağlantılı olarak bakanlık eliyle bir alternatif tıp kongresi düzenleniyor. Böylece bugün küçük bir azınlık için var olan sağlık hizmeti, sağlığı bir meta haline getirilmiş bireyleri tıbbi uygulamalardan uzaklaştırıyor.
Kapitalist sistemin aşıyı bir meta olarak gördüğünü dolayısıyla hem üretim hem uygulama aşamasında üzerinden kar elde etmek isteyeceğine de parantez açmamız gerekiyor. Bu da üretimin kar gözetilerek belirlenmesi ve pazar alanlarında üretim yapılması demek. Birçok taleple birlikte tıbbın ilerleyebilmesi, yeni aşıların bulunabilmesi için toplumcu aşı üretim merkezlerinin kurulması da halkların ihtiyaçlarına en uygun aşıyı üretmek için bizlerin haklı talebi olarak yükseliyor. Dünyadaki halk demokrasisi ve sosyalizm deneyimleri sağlık politikalarıyla bizlere yol gösterirken, yaşamı sermayenin çıkarına göre inşa eden burjuvazi devleti tıbbı da bu doğrultuda kendi çıkarlarının hizmetine soktuğunu düşündüğümüzde toplumcu bir sağlık anlayışının kapitalizm koşullarında gerçekleşmeyeceğinin söyleyebiliriz. Bu doğrultuda da üretime katılanların artı-değer üretebilmesinin devamlılığı arz edilen sağlık düşüncesinin aksine, gerçek bir halk sağlığının gerekliliği olan toplumcu bir sağlık anlayışı için mücadele etmeliyiz.
Özetle, kapitalist sistemde sağlık, bugün alternatif tıptan aşı karşıtlığına, sağlıkta dönüşüm uygulamalarından performans sistemine, şehir hastanelerinden sağlıkta şiddete kadar sağlık alanında yaşananlar sağlıktaki neoliberal dönüşümden, kapitalist sistemin getirilerinden bağımsız değerlendirilemez. Aşı karşıtlığını da bu politikaların sonucundan bağımsız görmememiz gerekir. O yüzden bugün aşı karşıtlığına dair sürdüreceğimiz mücadelemiz, sağlık müdürlüklerinin “kul hakkı” açıklamalarının karşısında hem toplumcu bir sağlık anlayışını savunmaktan hem de kapitalizmi bulunduğumuz her alanda teşhir etmekten geçiyor.
*Detaylı bilgi için: Prof. Dr. Alpay Azap, Aşı Karşıtlarının İddiaları ve Gerçekler, klimik.org
**https://www.evrensel.net/haber/396181/koronavirus-nedir-nasil-bulasir-belirtileri-neler-koronavirusten-nasil-korunuruz
*** Şükran Doğan, Sovyetler Birliğinde Sağlık Hizmetleri, Teori ve Eylem, Ocak 2020.
TOPLUMCU TIP
Toplumcu tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı kitabında işçilerin ve emekçilerin sağlık sorunlarını diyalektik materyalist bir yöntemle analiz ederek tıpta “toplumcu” bir tarz oluşturmuş, işçilerin yaygın hastalıklarının nedenlerinin salt kötü çalışma koşullarında veya yoksullukta değil de bunlara neden olan sistemin kendisinde aranması gerekliliğini ortaya koymuştur. Yukarıda aşı konusunda da örnek verdiğimiz Sovyetler, toplumcu tıp anlayışını tarihte ilk kez ete kemiğe büründürmüş, önleyici sağlık hizmetlerini uygulamış ve sağlıkta ilklerin ülkesi olmuştur.***