5 Kasım 2012 04:29
Ömer Furkan ÖZDEMİR*


Peki ama türlü ‘derin’ analizlere bile gerek olmadan salt yüzeysel olarak baktığımızda bile Bulut Atlası bize neyi sunuyor? 1849’un köle ticareti ve beyaz adamın fırsatçılığından başlayarak, 1936’da İskoçya’da karşımıza farklı bir şekilde çıkan ayrımcılık ve ‘güçlü’nün hakimiyetine umutsuzca bir isyan üzerinden devam eden, 1973’te ‘hakim olanların’ komplolarıyla beslediği ‘fırsatçılık’ ve doyumsuzluğun 2012’deki öykümüzde yayıncımızın ‘müstehak’ dedirten talihsiz öyküsü ve  ‘yine de insana dair varolan, ruhunun derinliklerinden çıkarılmayı bekleyen iyiliğin’ 2144’ün ‘tüketim ve kar hırsıyla donatılmış toplumunun’ totaliter bir ‘şirketokrasi’yle yönetildiği ‘yeni Seul’de ‘farkına varılması gereken’ bir gerçeklik olarak sunulması ve bu idealin ‘medeniyet’in çöküşünden sonra bile devam etmesi; her şeyden önce ‘insanlığın’ ezeli ve ebedi olarak talihsiz hatalar zincirine dayalı bir tarihi olduğu tezini düşündürtüyor. Oysa öyle mi? Ya da daha farklı bir şekilde soracak olursak ‘öyle mi olmuş?​’ 1844’ün fırsatçı ve ‘alçak’ doktorunun doyumsuzluğunu sadece onun ‘ruhunun’ kötü olmasına mı bağlayabiliriz? Veyahut 1973’te ABD toplumuna nükleer bir felaket yaratma komplosu kuran petrol şirketi yöneticileri gerçekten ‘iyi ruhlu’ olsalardı ne değişirdi? Haksızlık etmeyelim tamam; ‘ruhlarımızın iyi ya da kötü yolda evrilmesi’ni sağlayan geçmiş yaşam formlarının mirası ‘mevcut olanın’ özüne dair bir etkide bulunmuyor mu hiç? Veyahut şöyle söyleyelim: Her şey salt sujenin devinimsel hikayesinden mi ibaret? Devam edelim: 2144’ün ‘Yeni Seul’ünde ucuz işgücünün yeni yüzü olarak ortaya çıkan klonlanmış insanın, ‘gerçeğin farkına vararak’ onu çevresine yaymaya çalışan ‘isyan bayrağı’ Somni’nin öyküsü  kimseyi şaşırtmayacak bir şekilde İsa’nın ve başka ‘peygamberlerin’ yeni bir varyasyonu olarak karşımıza çıktığında –her ne kadar klasik ‘kurtarıcı’ anlayışına tamamen bürünmüş bir üslupla yönlendirilsek de- bir yandan insanı merkeze koyan bir değişimin umuduna bürünmek ve ‘insanlık tarihi’nin dinlerle imtihanına yönelik cesur bir saptamaya sevinmek mümkün iken diğer yandan ‘medeniyetin çöküşü’nden sonrasını resmeden 2321’in tropik bir adasında yeniden karşılaştığımız Somni mitiyle ve oradaki yaşamları da şekillendirmiş olan geçmiş yaşamlarla birlikte düşündüğümüzde; üzerine, satır aralarından usulca yanı başımıza sokulan ‘yazılmış bir başlangıç ve son’ anlayışıyla birleştiğinde; bütüne dair hakim olan deist yaklaşıma ulaşmak mümkün oluyor.

Talihsiz tekerrürler silsilesine rağmen öykünün kendi içerisinde tutarlı mantığı belirli bir ilerlemeye işaret ediyor elbette; ve bunu da zaten en başından beri alenen vurgulanan ve dahi ‘yaşamlarımız aslında bize ait değildir; geçmiş ve geleceğin şekillendirdiği kurgulardır’ tümcesiyle özetlenebilecek ‘eksik’ bir saptamayla ortaya koymaya çalışıyor. ‘Her defasında aynı yanlışı yapıyoruz’u dedikten sonra kendisinden önce söylenenlerde ‘ileri’ye dair ne varsa alıp götüren bir bakış açısını şekillendiren düşünce bütününü yukarıda da kısmen ifade etmeye çalıştığımız ‘kaderci’liğe kadar götürmek mümkünse de bu yazının yazarı haddini fazla aşmadan asıl meramına gelmeye çalışıyor: Yani, bu ‘iyi’ ile ‘kötü’nün; ‘doğru’ ile ‘yanlış’ın mücadelesinin mozaiğinde salt ‘güçlü’ ve ‘güçsüz’ ekseniyle ele aldığı sınırları bulanık bir eşitlik idealinde görülmeyen sınıf kavramı ve sınıf mücadelesi meselesine…

2144’te ‘ezilenlerin direnişi’ne öncülük eden bir sendika lideri, mücadeleye dair ilhamını, 20. yy. burjuvazisinin (ki mevzubahis bu sınıf, öykünün temelde eleştirmeye çalıştığı kapitalizmin bütün günahlarının da sorumlusudur) kutsadığı bir isimden, Alexander Soljenitsin’den almaya kalkarsa doğal olarak bu direnişin getirmek istediği ‘ideal düzen’e dair insanın içini kaplayan karamsarlığı tarif etmek bu satırların yazarının sınırlı yeteneğiyle mümkün olmuyor. Ne geçmişin köle ticaretinde, ne dünün ve bugünün ‘modern’ dünyasında, ne gelecekte ve hatta ne de ‘gelecek sonrası’ diyebileceğimiz ‘yeni insan’ın hikayesinde sınıf çelişkisini görmeyen Bulut Atlası; salt bir tüketim çılgınlığıyla ele almaya çalıştığı kapitalizmin ortadan kaldırılmasına dair de maalesef ‘iyi-kötü’ sarmalından başka bir şey sunamıyor. En azından V for Vendetta’nın hatırına Wachowski biraderlerin ‘eşitlik’ ve ‘özgürlük’ kavramlarına dair sundukları metaforların Bulut Atlası’nın sinemaya aktarılmasındaki kurgu değişikliğine katkısının hatırına öykünün ‘yanlış’ olan bir sürece dair bir nevi uyarı yapmaya çalıştığını es geçmemek lazım. Ne var ki David Mitchell’in bu 6 öyküden oluşan kurgular bütünü; Tom Tykwer’in şiirsel anlatımı ve Wachowski kardeşlerin -sinema izleyicisinin alışık olduğu- sert ama tutarlı vuruşlarıyla birleşerek ‘bir dert anlatma’ işine girişmiş; lakin yine alışık olduğumuz üzere ‘günahkar’ insanların ‘kendi elleriyle’ yarattığı çöküş klişesini (bilerek veyahut bilmeyerek) arka plana yerleştirmekten öteye gidememiş bir yapıt olarak karşımızda duruyor. Yaşamlarımızın, başka yaşamlar/yaşanmışlıklar tarafından şekillendirilmesi ve başka yaşamları/yaşanacakları şekillendirmesi meselesi her ne kadar ilk başta ‘ilerleme’ye dair materyalist bir ilişkiler yumağını akla getirse de her öyküye gömülmüş ‘inasn ruhu’nun ‘iyi’ veyahut ‘kötü’ olması algısı ve –sözlük anlamı üzerinden hareket etmeden- öykünün kendine has ‘reenkarkasyon’ anlayışı; matrix ‘kült’ünden vakıf olduğumuz bütünüyle metafizik bir evrenin boşluğuna fırlatıyor bizi. Tabii durum böyle olunca ne tarihin herhangi bir evresinde mevcut bir sistemin, insan ihtiyaçlarının karşılanması için ‘insan’ı insan yapan bir başlangıç da olan ‘değiştirici ve dönüştürücü’ eylemi üretim; ve üretim ilişkilerinin şekillendirdiği üstyapı kurumlarından söz etmek mümkün oluyor; ne de bu yapı içerisinde tarih boyunca uğraş veren ‘insan’ın aslında ayan beyan ortada olan sömürüden kurtuluş mücadelesini görebilmek mümkün oluyor. O zaman sormak gerekiyor: öykümüzde resmedilen iyi ile kötünün bu amansız mücadelesinde ‘hangi iyi’nin yanında olmak gerekiyor? ‘Neye göre iyi?​’ tartışmasını acımasızca yapmadan ‘bulut atlası’nın bizi soktuğu koridorda elbette ki ‘ebedi’ ilacı bulmakta da zorlanıyoruz.

Bulut Atlası filmi; Holywood film endüstrisinin cömert kaynaklarına ulaşma şansına sahip üç yönetmen ve bir yazarın; kelimenin geniş anlamıyla ‘farklı’ diyebileceğimiz bir yapıtı olmakla beraber; dünü, bugünü ve yarını yaratan emeğin özgürleşmesinin merkezine alınmadığı herhangi bir çaba gibi ne ‘mevcut durumun resmedilmesinde’ ne de ‘var olan’ ile aslında ‘olması gereken’in arasındaki köprüyü kurmada dayandığı idealist temel açısından ‘başaşağı durmaktan’ kurtulamıyor. Meseleyi insan ruhuna ve onun evrimine (insan ruhunun evrimi ne demekse?) havale eden bir bakış açısı eninde sonunda ‘yazgısal’ bir devinimden de öteye gidemiyor. Ne diyelim; kıblesi metafizik olanın ibadeti helal olsa da cenneti baki olmazmış; ve ama biz yine de ‘halen dünyayı yorumlamaya çalışanlara’, ‘onu değiştirmek için’ hikmetinden sual olunmaz diyalektiği anlatmaya devam edelim: ‘her defasında aynı yanlışı yapmaya devam edenlere’…

*Kocaeli Üniversitesi, Arş. Gör.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et