Arap coğrafyasında geçen hafta | Erdoğan Suriye’deki tüm kartlarını kaybetti
AKP’nin İdlib politikası Arap basınında tartışılıyor. Middle East Online “Erdoğan, tüm kartlarını kaybetti” derken, al Arab “Erdoğan, İdlib’in çıkmazını örtbas etmek için popülizm yapıyor” diye yazdı.
Fotoğraf: DHA | Kolaj: Evrensel
Ali KARATAŞ
Yusuf ERTAŞ
Suriye’de Türkiye askerlerine yapılan saldırı, Arap basınında geniş bir şekilde yer aldı. Al Kuds al Arabi gazetesi, saldırının Türk ordusunun 1990’lardan bu yana aldığı en büyük darbe olduğunu yazdı. Gazete NATO’nun ve Batılı ülkelerin Türkiye’ye gereken desteği vermediğini ve yüzüstü bıraktığı değerlendirmesine yer verdi.
Middle East Online internet sitesi yayınladığı haber yorumda askeri kayıpların çokluğuna dikkat çekerek, “Görünüşe göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’deki tüm kartlarını kaybetti. Suriye’ye müdahalesinden beri en kötü felaketle karşılaştı” dedi. Aynı sitede yer alan bir başka haber yorumda Türk ordusunun artan ölümlerin ortasında bataklığa sürüklendiği ve Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesinin maliyetli olduğuna vurgu yapıldı.
ŞANTAJ SİYASETİ
Suriye’deki gelişmelerle ilgili dikkat çeken bir makale Lübnan’da yayınlanan al Naşra gazetesine yazan Mahir Hatib’den geldi. Hatip, Erdoğan’ın şantaj siyasetini yerel ve bölgesel düzeyde kullandığını, ancak Suriye ordusu ve Rus güçleriyle karşı karşıya kaldıktan sonra manevra alanının daraldığını yazdı. Türkiye’nin Moskova’nın operasyondaki rolüne değinmekten kaçındığına da vurgu yapıldı.
Arap dünyasının en eski gazetelerinden al Arab, “Erdoğan, İdlib’in çıkmazını örtbas etmek için popülizm yapıyor” başlık haber yorumda Türk yetkililerin yaptığı açıklamaların Suriye ordu güçlerinin ilerlemesi karşısındaki çaresizliği örtbas etmeyi amaçladığını yazdı.
Al Araby al Cedid gazetesi yaşananları “katliam” olarak nitelendirdi. Ammar Deyub imzalı “Katliamdan sonra Türk siyaseti” başlıklı makalede katliamdan önce Rus-Türk anlaşmazlığının dramatik bir şekilde artmış olduğuna vurgu yaptı. Makalede, “Türk ve Rus diplomatlar ve askerler arasındaki toplantılarda bir çözüme varamadı. Ruslar sahadaki ilerlemeye, Türkler Soçi mutabakatına bağlı kalıyor” dendi. İngilizlerin ünlü medya kuruluşu BBC’nin Arapça servisinde gelişmelerle ilgili geniş bir değerlendirme yer aldı.
Rai al Youm gazetesinde Suriyeli eski diplomat Abdulhamit Fecr Sellum, Suriye toprakları üzerinde meydana gelen Türk-İran-Rus ihtilafı ve rekabetin, bu ülkeler arasındaki tarihi çatışmalarından ayrı tutulamayacağını yazdı. Osmanlının İran ve Rusya’yla olan ilişkilerinin detaylı bir şekilde anlatıldığı makalede, İslami hareketleri tehlike görerek sol, laik hareketlere büyük görevler düştüğünü söyledi.
TÜRKİYE, ASKERLERİNİN RUSLAR TARAFINDAN KATLEDİLMESİNE NASIL CEVAP VERECEK?
Al Kuds al Arabi
Başyazı
Türkiye tarafından desteklenen Suriye askeri muhalefetinin stratejik önemde olan Serakib ve Nayrab’ın almasından kısa bir süre sonra Erdoğan, idlib’de (ve tabi Libya’da) durumun Türkiye lehine değişeceğini açıklamıştı. Rusya ve Suriye rejimi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir konvoyuna hava saldırılarıyla karşılık verdi. Türk askerleri al Bara’daki binalarda siper almaya çalıştıklarında topçu tarafından kovalandı. Olay En az 33 Türk askerinin öldürülmesi ve onlarcasının yaralanmasıyla gerçek bir katliamla sonuçlandı. Türk ordusu, 1990’dan bu yana karşılaşmadığı büyük bir darbeyle yüz yüze kaldı. Rusya Savunma Bakanlığı gerçekleşen olayı “terörist gruplar arasında kalan Türk askeri personelinin Suriye ordusu tarafından bombalanması” olarak nitelendirdi. Savunma Bakanı Hulusi Akar, hava saldırılarının “yerdeki Rus yetkililerle koordinasyona rağmen” meydana geldiğini söyleyerek bu açıklamaya yanıt verdi.
Son gelişmeler Türk ve Rus yetkililer için askeri ve siyasi bakımdan büyük bir sınav. Rusya, teröristlerin varlığını kabul etmeyeceğini ilan etti. Bu tutum, Suriye rejiminin İdlib’in ve Halep’in kırsal kesimindeki muhalefet bölgelerini işgal etmesiyle uygulamaya dönüştü. Ölümden ve tutuklamadan korktuğu için şimdiye kadar bir milyondan fazla kişi Türkiye sınırına yığıldı. Bu senaryo Türkiye için varoluşsal bir tehdidi temsil etmektedir, çünkü bu büyük nüfusu korumaktan siyasi ve insani olarak sorumludur. İran ve Rusya’yla ılımlı muhalefeti teröristten ayırmak için anlaştıysa da rejimin İdlib’i tekrar kontrol etmesi, kontrol noktalarının hedef alınması ve İdlib sakinlerinin yerlerinden edilerek bombalara maruz kalması konusunda kesinlikle anlaşmadı.
Suriye içindeki askeri dengelerde Moskova, hava sahasını kullanma avantajına sahip. Ayrıca sahada rejimin ordusu ve İran’a bağlı milis müttefikleri var. Siyasi olarak Suriye rejiminin uluslararası sistemde “meşruiyet” belgesine de sahip.
Ankara’ya gelince, kendi güçlerinin ve istihbarat servislerinin yanı sıra büyük bir ateş gücüne sahip. Suriye Milli Ordusu aracılığıyla sahada bir varlığı mevcut. Ayrıca sınır kapılarını açarak mültecilerin Avrupa’ya gitmesi tehdidinin kozu mevcut.
Ankara henüz ABD, Avrupa ve en önemli üyelerinden birisi olduğu NATO’dan Patriot bataryalarını kullanmak gibi en ufak desteği bile almayı başaramadı. NATO tüzüğünün 5. maddesine bağlı olarak Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde diğer ittifak üyelerinin dayanışma içinde olması gerekir.
Batı, Türkiye’nin askeri ve insani olarak maruz kaldığı baskıyı kasten görmezden gelerek NATO’yu ve tüm Avrupa sistemini tehlikeye atıyor. Bu sistem Suriye’deki insani felaketi hissetmiyor ve Atlantik Paktındaki ortağını da savunmak istemiyor. Demokrasilerinin Rusya tarafından saldırıya uğradığını görmemeleri imkansız. Dünya büyük bir volkanın kraterinde ve etkileri her yere yayılacağı için nerede patladığı önemli değil.
SURİYE’DE “ŞANTAJ” POLİTİKASI İŞE YARAYACAK MI?
Mahir Hatib
al Naşra
Suriye krizinin 2011 yılında başladığı ilk günden itibaren Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “şantaj” politikasını yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde uyguladı. Ancak, askeri operasyonların son aşamasına ulaşmasına bağlı olarak -özellikle askerleri Rus ve Suriye kuvvetlerinin ateşinin önüne düştükten sonra- görünüşe göre önündeki manevra alanı daraldı. Bu öyle ya da böyle iç koşullarına yansıyacaktır.
Türk cumhurbaşkanı, şaşırtıcı bir şekilde, çoğu terörist olarak sınıflandırılan İdlib’deki silahlı gruplarla birlikte yürüttüğü savaşta; Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Suriye hükümetinin onun kendi topraklarını işgal ettiğini düşündüğü bir süreçte ve kuvvetlerinin Suriye’deki varlığının herhangi bir yasal dayanağı bulunmazken, Suriye ordusunun ulaşabileceği alanları belirliyor.
Erdoğan aynı zamanda, bu varlığın Türk ve Suriye ülkeleri arasında imzalanan Adana Anlaşmasına dayandığını pazarlamaya çalışıyor ve son zamanlarda bu anlaşmayı yeniden etkinleştirmeye odaklanıyor. Ancak karşılığında Suriye hükümetini tanımak istemiyor. Bu, birçok cevaplanmamış soruyu gündeme getiriyor.
Şu anda Ankara, İdlib’deki silahlı gruplarla iş birliği içinde bulunduğu çatışmada Washington’dan yardım talep ederek, özellikle Rus ve Amerikan tarafları arasındaki bölgesel ve uluslararası farklılıklar dizisinde oynamaya devam etmek istiyor gibi görünüyor.
Ancak, Suriye ordusunun Moskova’nın askeri operasyondaki rolüne değinmekten kaçınıyor. Ve ülkesinin maruz kaldığı kayıplara verilecek yanıtı sınırlamaya çalışıyor.
SURİYE’DEKİ SAVAŞ VE TÜRKİYE’NİN SINIRLI SEÇENEKLERİ
BBC Arapça
Şubat 2020’de düzinelerce Türk askeri öldü ve bilinmeyen bir sayıda asker de yaralandı. Rus ve Türk tarafları, Suriye muhalefet gruplarının egemen olduğu İdlib’de olanlarla ilgili olarak karşılıklı birbirini suçladılar.
Türk medyası, Rusya’yı açıkça Türk askerlerini öldürmekten sorumlu tutmuyor, aksine Suriye hükümetini suçluyor. Türkiye, Suriye hükümet güçlerinin bulunduğu bölgeleri bombalayarak karşılık veriyor.
Son birkaç hafta içinde Suriye hükümeti muhalefet tarafından kontrol edilen düzinelerce köy ve kasabanın kontrolünü ele geçirdi. Bazı tahminler, Suriye hükümet güçlerinin son zamanlarda İdlib vilayetinin üçte birinin kontrolünü ele geçirdiğini gösteriyor. Çatışmalar, yaklaşık bir milyon insanın Türkiye sınırına doğru göç etmesine neden oldu.
Hükümet güçleri ilerledikçe, aşırı derecede kötü koşullar içinde olan daha fazla sivil, Türk sınırına doğru kaçıyor. Türkiye, dünyanın onu terk ettiğini ve sınırlarında birbirini izleyen bu insan dalgalarıyla yüz yüze bıraktığını düşünüyor.
Rusya, Türkiye’yi cihatçı militan grupları desteklemekle ve Türk ordusunu bu grupların yanı sıra savaşa katılmakla suçladı. Yine, Rus medyası Türkiye’yi Rus uçaklarını hedef almakla suçladı.
Öte yandan, Bir Rus savunma bakanlığı yetkilisi Ankara’yı, Suriye hükümetine karşı topçu ateşi ve insansız hava uçağı ile savaşan militanlara destek sağlayarak İdlib ile ilgili Soçi Anlaşmasını ihlal etmekle suçladı.
MÜTEVAZI SONUÇ
Türkiye, Suriye hükümetini ve Rusya’yı askeri operasyonları durdurmaları konusunda baskı altına almak için ABD, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden yardım istedi. Ancak çabaları çok az sonuç verdi.
Bu çabalara, Suriye hükümetinin askeri hamlesini durdurabileceği düşünülen Rus tarafı ile sürekli ve yoğun temaslar eşlik etti.
Durumu yatıştırmak ve yerinden edilenlerin sınıra doğru akışını durdurmak amacıyla Moskova ve Ankara arasında çok sayıda müzakere turu gerçekleşti, ancak askeri tırmanışın durdurulması için ortak bir anlayışa ulaşılamadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da şubat ayında Rus mevkidaşı Vladimir Putin’i defalarca aradı, ancak İdlib’deki gerginliğin yükselişini durdurmanın yolları konusunda bir anlaşmaya varamadılar.
Türk hükümeti ve Suriye silahlı muhalefet gruplarındaki yetkililer bu aşamada, Suriye’nin geleceğini belirlemede Türkiye’nin rolü karşılığında, Erdoğan’ın bazı askeri birlikleri Moskova ile uzlaşarak geri çekeceği bir anlaşma olasılığının daha yüksek olduğunu söylüyor.
Buna, yüzlerce zırhlı araç ve tankın yanı sıra Suriye sınırında yaklaşık 30 bin askerin konuşlandırılması ve hükümet güçlerinin ilerlemesini durdurmak amacıyla Suriye içinde Türkiye’nin son birkaç haftada bölgedeki kuvvetlerini güçlendirmesi eşlik etti.
ASKERİ KUSUR
Ancak yapılanlar hükümet güçlerinin ilerlemesini durdurmadı. Türkiye’nin askeri çabalarının etkisi; Rusya’nın Suriye’deki hava sahasını kontrol etmesi ve Türkiye’nin savaş uçaklarını kullanmasına olanak tanımaması nedeniyle sınırlıydı.
Türkiye, güçlerinin savunmasına yardım etmesi için ABD’den Patroit füzeleri istedi. NATO’ya İdlib’de yaklaşık üç milyon sivili korumak için uçuşa yasak bölge ilan etme çağrısında bulundu. Ancak bu şu anda gerçekleşecek gibi görünmüyor.
Washington ve NATO yetkilileri şimdiye kadar kuzeybatı Suriye’ye askeri olarak girmeyi reddettiler ve Rusya ile karşı karşıya gelmeye pek istekli görünmüyorlar. ABD, Türkiye’nin Patroit füze sistemini satın almadan önce S400 füze sisteminden kurtulmasını istiyor. Ki bu Türk yetkililer tarafından reddedildi.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, IŞİD’e karşı olarak bilinen savaşta ABD’nin Suriye’nin Kürt savaşçılarına verdiği destek yüzünden gerildi. Suriye’nin doğusunda IŞİD’in son yuvalarının ortadan kaldırılmasından bu yana Türkiye, ABD’nin Kürtlerin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerini terk etmesi ve sınırdan çıkarması için baskı yaptı.
Amerikan kuvvetleri, Fırat’ın doğusundaki Suriye ile Türkiye arasındaki sınır alanının çoğundan çekildi. Buna karşılık, Türk kuvvetleri bölgenin geniş bir alanını işgal etti. Türkiye ve Rusya, Kürt savaşçıları Suriye-Türkiye sınırından uzaklaştırma ve Fırat’ın doğusundaki Suriye-Türkiye sınırında iki ülke arasında ortak devriyeler düzenleme konusunda anlaştı.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Amerikan güçlerinin tüm bölgeden mümkün olduğunca çabuk geri çekmesinin bir destekçisi olduğu ve Rusya ile çatışmaya girmeye istekli olmadığı kimse için bir sır değil.