"İmran Aydın genç işçilerin sömürüye karşı mücadelesinde yaşıyor"
Gözaltına alındıktan sonra işkencede katledilen Devrimci İşçi İmran Aydın’ı mücadele arkadaşlarından Emek Partisi Altındağ İlçe Başkanı Sabri Kaya anlattı.
İmran Aydın (Sağ baştaki)
Fotoğraf: Evrensel
Deniz ORTAKÇI
Ankara
Gözaltına alındıktan sonra işkencede katledilen Devrimci İşçi İmran Aydın, ölümünün ardından 29. yıl geçti. 3 Mart 1991’de işkencede öldürülen TDKP üyesi İmran Aydın’ın yaşamı ve mücadelesini o dönem mücadele arkadaşlarından, Emek Partisi Altındağ İlçe Başkanı Sabri Kaya ile konuştuk. Sorulduğunda çırakların “En çok İmran ustayı seviyoruz” diye cevap verdiğini anlatan Kaya, “O kahramanlık peşinde olmadı hiçbir zaman. Kolektif parti iradesinin bir parçasıydı ve o iradeyi hep ileriye taşımak için mücadele etti. Hayatını da bu uğurda devrim ve sosyalizm için feda etti. Ancak bugün genç işçilerin sömürüye karşı mücadelesinde yaşamaya devam ediyor.
İmran’la hemen hemen aynı dönem mücadeleye katılmışsınız. Nasıl tanıştığınızı ve o dönem neler yaptığınızı anlatır mısınız?
1980’in öncesinde ikimizde Siteler’de 17-18 yaşlarında, çırak olarak çalışıyorduk. Çekirdekten yetişme işçi gençlerdik. Toplumsal mücadelenin yüksek olduğu bir dönemde biz de okumaya, öğrenmeye, mücadeleye ilgi duyuyorduk. Halkın kurtuluşu taraftarıydık ikimizde. GİB-DER (Genç İşçiler Birliği Derneği) vasıtasıyla tanışmış olduk. GİB-DER, özellikle genç işçiler için bir çekim merkeziydi. Hüseyingazi’de mahalle halkının da çeşitli etkinliklere geldiği bir dernekti. İşçilerle Çubuk barajının o taraflara pikniğe gider, sportif etkinlikler yapar, paneller organize eder, politika tartışırdık. Direnişe geçen işyerlerine destek ziyaretleri örgütlerdik. Biz de İmran’la GİB-DER aracılığıyla tanıştık ama ikimiz partinin farklı birimlerinde yer alıyorduk. O Mermerciler Sitesi birimindeydi, ben ise Keresteciler Sitesi birimindeydim. Uzaktan tanıyorduk birbirimizi ama sohbet etmişliğimiz yoktu. Araya darbe girdikten sonra GİB-DER dağıtıldı. Biz de uzun süre birbirimizden haber alamadık.
12 Eylül darbesinden sonra tekrar nasıl ilişki kurdunuz? Sonrasında neler yaptınız?
Ben 12 Eylül’den sonra tutuklandım. Uzun bir süre cezaevinde kaldım. Çıktığımda ise Uşak’a askere gittim. Askerdeyken bir pazar günü akrabamın ziyaretime geldiğini söylediler. Ben önce şüpheye düştüm. İçeriden çıkalı çok olmamış, hatta “Acaba polis mi geldi” diye düşündüm. Sonra görüşmeye gittiğimde karşımda İmran’ı gördüm. 80 öncesi çok muhabbet etmişliğimiz yoktu aslında onunla. Ama Ankara’dan çıkıp beni görmeye gelmiş. “Hocam hayırdır, burada bir işin mi var?” dedim. O ise, “Ben “buraya bir iş için ölçü almaya geldim, seni de gelmişken göreyim istedim” dedi. Ölçü için gelen adamın elinde defteri olur, metresi olur, projesi olur. Yani aslında anladım ki ‘ölçü alma’ işin bahanesiydi. Sonra o gün birlikte çarşıya çıktık. Tüm gün gezip dolaştık, sohbet ettik. “Ankara’ya dönünce mutlaka iletişime geçelim” diye tembihledi beni. Sonra askerlik biter bitmez de Siteler’e İmran’ın yanına gelmiştim. 80 sonrası o kadar mücadele kaçkınlığının, yenilgi yıllarının olduğu bir dönemde en ufak bir ilişkiyi bile değerlendirmek için beni bulmuştu İmran. Yeniden partiyi toparlamak ve mücadeleyi örgütlemek için öne atılmıştı yani.
Sitelerde o yıllardaki mücadeleden bahsedebilir misin?
İmran’la aynı yerde çalışmaya başlamıştık. Neredeyse bir fabrika büyüklüğünde çok katlı bir mobilya atölyesiydi. Orada sendikal mücadele vermeye karar verdik. Çok farklı kesimlerden gelen işçiler vardı. Alevisi de vardı Kürdü de Sünnisi de milliyetçisi de... Ama İmran hiçbir zaman mezhepsel ya da etnik bir ayırıma gitmezdi işçiler arasında. İşçi işçiydi onun için. Sendikal mücadele sonrasında İmran açığa çıkmak durumunda kalmıştı ve patronlar onu işten çıkarmıştı. Aslında bölümlerdeki şefler onun işten çıkmasını istemiyorlardı. Çünkü İmran çok yetenekli bir ustaydı. İşini en iyi şekilde yapmaya çalışırdı, çok büyük özen gösterirdi yaptığı işe. Sadece mimarların okuyabildiği projeleri okurdu. İşine bu kadar özenmesinin sebebi, patronlara yaranmak için değil; işçiler ona güvensin diyeydi. “İşine gereken özeni göstermezsen buradaki hiçbir işçi senin sözünü dinlemez” derdi. Başka çalıştığı yerlerde de İmran’ı bırakmak istemezdi işverenler. Ona fazla maaş teklif ederlerdi, fazladan tatile göndermeyi teklif ederlerdi. Hatta ortaklık bile teklif ederlerdi. Ama o asla bunları kabul etmedi. Onun tek derdi işçileri örgütlemekti. Siteler işçisi kötü koşullarda çalışıyordu, bir çırak cehennemiydi. Ama o işçilerin bilincini değiştirmekten başka bir şey düşünmezdi. Belki o zaman patronların teklifini kabul etseydi çok zengin birisi olabilirdi ama o asla paraya tamah etmedi. Her zaman partisini ve işçi sınıfını düşündü, hayatını da buna adadı.
“EN ÇOK İMRAN USTA'YI SEVİYORUZ"
Biraz daha detaya inebilir misin? Kendisi de genç bir işçi olarak mücadele ediyordu. Özelolarak genç işçilere, çıraklara yaklaşımı nasıldı?
İmran asla kendini öne çıkarmayı sevmezdi. O sendikal mücadele deneyiminde de hiç kimseye fark ettirmeden işçileri örgütlemeyi başarmıştı. Örgütlenmenin sonunda kaçınılmaz olarak açığa çıkmıştı ama mücadeleden geri durmamıştı. O işyerine gelemiyordu, bizimle görüşemiyordu. Birçok işçiyi polis takip ediyordu ama o partiyi sürekli işyerine yönlendiriyordu. Bazen hiç beklemediğimiz bir anda beş – altı kişilik bir grup gelip ajitasyon çekerek yemekhanede bildiri dağıtıyorlardı. İşçiler böyle şeylere sesini çıkarmıyorlardı ama bir yandan da etkileniyorlardı. Çünkü parti orada işçilerin yaşamından bahsediyordu. İmran’ın çalıştığı yerdeki çıraklara diğer ustalar hep “en çok hangi ustayı sevdiklerini” sorardı. Çırakların hepsi istisnasız “En çok İmran ustayı seviyoruz” diye cevap verirlerdi. Çünkü İmran, çıraklara hep sahip çıkardı. Kendisi de o sömürüyü, baskıyı çocukluktan çıraklık yıllarında yaşadığı için onları ezdirmek istemezdi. Onlarla oyun oynardı, şakalaşırdı. Bir şey yapılacağı zaman genç çırakları mutlaka işin içine katmaya çalışırdı. Onlara görev verirdi, fikrini sorardı. Çalıştığı yerlerdeki işçilerin evlerine giderdi sürekli. İşçilerin düğünlerini kaçırmazdı, kendince katkısını sunardı. Böyle şeylere çok önem verirdi. Bu yüzden işçiler ona çok güvenirdi. Bir keresinde çalıştığımız yerdeki bir işçinin evini birlikte taşımaya gitmiştik Baraj mahallesine. Baraj mahallesi de öyle bir dik yokuş ki, çıkması zor inmesi zor. Ama önemli olan dayanışmayı örgütlemek, işçiye yanında olduğunu göstermekti.
İmran için bildiklerini işçilere öğretmeye çalışırken, onlardan da öğrenmeye çalışan biriolarak bahsedilir. Buna ilişkin örneklerden bahsedebilir misiniz?
İmran işçilere asla bilgiçlik taslamazdı. Onlardan da öğrenmeye çalışırdı. Kendini de sürekli geliştirmeye gayret ederdi. Bir keresinde hiç unutmam, birlikte Ulus dolmuşuna binmiştik. Cebinden küçük bir defter çıkardı, üstünde kargacık burgacık yazılar doluydu. “Hocam, bu nedir?” diye sorduğumda bana Kürtçe öğrenmeye çalıştığını söyledi. Nedenini sorduğumda ise, “Hocam artık sanayi sitelerinde, mahallelerde pek çok Kürt işçi var. Bunlarla ilişki kurmamız, onları örgütlememiz için onların dilinden konuşmak istiyorum” demişti. İşçilerin yaşantılarındaki çelişkileri onlara göstermeye çalışıyordu. Çekirdekten yetişme bir işçi olması işini kolaylaştırıyordu ama o bununla yetinmiyordu. Daha fazla işçiye ulaşmak için gerekirse yeni bir dil bile öğrenmeye çalışıyordu. Birilerini işe katmak en önemli becerilerinden biriydi. Alınan kararların beraber uygulanmasına özen gösterirdi. Kafadan hüküm vermezdi, anlamadan dinlemeden hareket etmezdi. Teorik kitapları çok okurdu. Okuduklarını işçilere anlatırdı. Yani okuduklarını yaşamıyla sınamaya çalışırdı.
Gündelik yaşamında nasıl birisiydi? Yapmayı sevdiği başka şeyler var mıydı?
Cana yakındı, şakacıydı. Çocukla çocuk olurdu. Bazen mahalledeki çocuklarla misket oynarken, onlarla şakalaşırken görürdünüz. Giyimine önem verirdi. Pahalı şeyler giymezdi ama ne giyerse yakıştırırdı. Bazen aramızda şakalaşırdık. Ben ondan gömleklerini isterdim. “Bunlar sana olmaz hocam” derdi, gülerek. Birlikte çok kez sinemaya gitmişizdir. Film izlemeyi severdik. Özellikle mücadele temalı, toplumcu içerikli filmlere gitmeye çalışırdık. Örneğin; bir gün kalabalık bir işçi grubuyla sinemaya Spartaküs filmini seyretmeye gitmiştik. Kölelerin ayaklanmasını anlatan bir film olduğu için onu özel seçmiştik. İtalya’da faşistlere karşı mücadeleyi anlatan 1900 filmine gitmiştik. İtalyadaki komünistlerin, işçi ve köylülerin mücadelesini anlatan bir filmdi. Komedi filmlerini çok severdik. Kemal Sunal filmlerine giderdik. Top oynamayı severdi, pikniklerde işçilerle birlikte futbol oynardık. Bazen şakadan güreşe tutuşurduk. Yapılı biri değildi ama elleri çelik gibiydi. Yoldaşlarıyla birlikteyken eğlenirdi. Rakı balık yapardık. Sabahlara kadar sohbet ederdik. Zorlu koşullarda bile bunlara çok önem verirdi.
İmran Aydın için partili mücadelenin önemi çok büyüktü. Bu öneme dair yaşanmışlıklarınızdan örnekler verebilir misiniz?
İmran mücadeleden hiç geri adım atmadı. Zorlu yıllarda partiyi toparlamaya çalıştı. Mesela bir gün Siteler’de bir eylem vardı. Oradaki eylemde direkt resmini çekmişlerdi illegal örgüt militanı diye. Sonra uzun bir süre Siteler’den uzak kaldı. O dönem OSTİM’de çalıştı bir süre. Oralarda mücadele etmeye devam etti. Çok daha öncesinde Didim’de bir otelin işlerini yaparken, orada işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını görünce, ne yapıp edip bir yolunu bulmuş ve işçilerin kaldıkları yerlerde parti bildirileri dağıtmıştı. Hep bir yolunu bulmaya çalışıyordu.
Bir dönem parti bildirilerinin basılması için baskı makinesi almaya karar verilmişti. Bunun için ansiklopedi satıyordu. İşçilerden bağış topluyordu. Sonrasında baskı makinesi alınır alınmaz, bildiriler işçilere ulaşmaya başlamıştı. Baskı makinesi gerekiyorsa, bildiri basılıp işçilere ulaştırılması gerekiyorsa İmran geri duramazdı. Bu sorunu erteleyemezdi. İşçilere bir an evvel partinin çağrısı ulaştırılmalıydı. O kahramanlık peşinde olmadı hiçbir zaman. Kolektif parti iradesinin bir parçasıydı ve o iradeyi hep ileriye taşımak için mücadele etti. Hayatını da bu uğurda devrim ve sosyalizm için feda etti. Ancak bugün genç işçilerin sömürüye karşı mücadelesinde yaşamaya devam ediyor.