Sait Dayı için...
Yazarımız Yusuf Karataş, yakalandığı kanser hastalığı sonrası geçen yıl 5 Mart’ta Diyarbakır’da yaşamını yitiren Mehmet Sait Karakuş için yazdı.
Mehmet Sait Karakuş | Fotoğraf: Evrensel
Yusuf KARATAŞ
Sait Dayı (Karakuş), aramızdan sessiz sedasız ayrılmış olsa da gün geçtikçe yokluğunu daha fazla hissettiren insanlardandı. Arkadaşlar bugünün ölüm yıl dönümü olduğunu hatırlatınca onunla tanıştığımız günü düşündüm.
Ben Ceyhan Cezaevinde genç bir devrimciyken tanışmıştık onunla. Bursa Cezaevindeki yoldaşlar Diyarbakırlı, “Dayı” lakaplı, biraz aksi ve yaşlıca bir yoldaşın ailesine daha yakın olmak için Ceyhan Cezaevine sevk istediği ve isteğinin olumlu karşılandığı haberini uçurmuşlardı. Coşkun’la (Doğan) birlikte merakla onun gelişini bekliyorduk. Elinde kürsisiyle (Diyarbakır kahvelerinde çokça kullanılan bir oturak) girmişti koğuşa. Daha sonra bu kürsi, koğuş ya da havalandırmanın neresine kurulsa kaçak çay, tütün ve çoğunluğu ‘Kaptan’ (Namık Tarancı) ile birlikte yaşanmış devrimci anılarıyla birlikte oraya tam bir Diyarbakır kahvehanesi havası katıyordu.
Anlattığına göre DSİ’de operatör olarak çalışırken Namıklarla tanışmış ve partili mücadele saflarına katılmıştı. Diyarbakır Saraykapı’daki YDGD’yi (Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği), Namık, Haşim ve diğer yoldaşların mücadelesini anlata anlata bitiremezdi. 1980 Faşist darbesinden sonra tutuklanmış, Diyarbakır cezaevindeki vahşeti yaşamış, bu vahşete karşı 17 Mayıs 1982’de kendilerini yakan ‘Dörtler’ (Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık) ile aynı koğuşta kalmıştı. Mücadelenin yeniden yükseliş döneminde yine Kaptan ile birlikte mücadeleye tereddütsüzce katılmış ve Diyarbakır’daki evini partisinin bir matbaasına çevirmiş, kendisiyle birlikte bütün ailesi bu matbaanın işçileri olmuşlardı. Zor dönemlerdi. ’90’ların başlarında yeniden tutuklanmış ve 12 buçuk yıl ceza almıştı. Biz de bu döneminde tanışmıştık. Çok inatçıydı. Bu inadı nedeniyle Midyat Cezaevinde idareye karşı tek başına açlık grevi yaptı. Ancak son dönemlerinde hep üzüntüyle bahsetse de bu inat nedeniyle kırdığı yoldaşları da oldu. Bu yoldaşlarından biri olan Mehmet Salim’in ‘Darlık Portreleri’ adlı çalışmasında kendisini de yazdığını söyleyince gözleri dolmuştu.
Şöyle yazmıştı Salim, Sait Dayı için:
“İnatçıydı. Fena inatçı. Sağa dönsen duvar, sola dönsen Sait Dayı. Ne yapacağınızı şaşırırdınız. Hapishaneye sıkışıp kalırdınız. O çok sevdiği kaçak çay ve tütün bile inatçılığını çözemezdi.”
Cezaevinden çıktıktan sonra hayata da yeni dönemdeki mücadeleye de alışmakta zorluk çekti. Ama yine de her tanıştığı genci, işçiyi partiye kazanma ve bizlerle tanıştırma çabasından asla vazgeçmedi.
Hastalığı boyunca en büyük sevinci ve direnci yoldaşlarının onu yalnız bırakmaması oldu.
Geçen yıl 31 Mart yerel seçimleri çalışmaları nedeniyle daha çok Dersim’de kalıyor yanına ancak arada bir uğrayabiliyordum. 4 Mart’ta bir günlüğüne Diyarbakır’a uğramış, Dersim’e geçmeden gazetenin Diyarbakır bürosundaki arkadaşlarla yanına uğramıştım. Durumu iyi değildi ama yine de seçim çalışmalarını merak ediyordu. Ayrılırken ellerini sıkıca tutup moral vermeye çalıştım. Sabahın erken saatlerinde oğlu Yavuz’un (EMEP Eski İl Başkanı) telefonuyla uyandım. “Babamı kaybettik” dedi ve ekledi “Kaç gündür seni soruyordu, demek ki vedalaşmak için beklemiş.”
Onun varlığı Diyarbakır’da mücadele eden yoldaşları için hep bir moral kaynağı oldu. Şimdi onun ve Kaptan’ın ayak izlerini takip ederek mücadeleyi onlar sürdürüyorlar.