Savaş günlerinde futbol
Neden stadyumlarımız savaşı kutsayan ve travmalarımızı daha da derinleştiren birer arenaya bilerek ve istenerek dönüştürülür?
Fotofraf: Evrensel
Böylesi zamanlarda futbol konuşmak futbol hakkında yazı yazmak elbette kolay değil. Onlarca yıldır terör olaylarında on binlerce insanını kaybeden, 15 Temmuz’da kendi ordusuna ait silahlarla meclisi bombalanan ve insanları katledilen ülkemiz; şimdi de İdlib’de 36 askerimizin şehit olması sonucu Suriye’de devam eden savaşta yaşadığımız can kayıplarıyla bir kez daha acıyla sınanıyor. Her yeni gün ülkemizin sınırları dışındaki bu savaş cephesinden yeni şehit haberleri geliyor. Bu resime; geçici koruma statüsüyle Türkiye’de bulunan Suriyelilerin, sınır kapılarında ve deniz geçiş noktalarında verdiği, insan olan herkesi etkileyecek yürek burkan görüntüleri de eklersek; her anlamda travmatik bir süreçten geçtiğimizi ister istemez kabullenmemiz gerekiyor.
Mesleğim gereği şimdiye kadar bireysel ya da toplumsal anlamda travma yaratan birçok olayda travmaya müdahale ekipleri içerisinde gönüllü bir psikolojik danışman olarak görev aldım. İntihar, göç, savaş, terör eylemleri, doğal afetler sonrasında, olaydan birinci derecede etkilenen insanlara, yakınını kaybetmiş kişilere, kendilerinden ve etraflarındaki insanlardan neler beklemeleri gerektiği konusunda yardım etmeyi amaçlayan; kaybı yaşayan kişilere, ailelerine ve arkadaşlarına bu durumla nasıl başa çıkacakları ve ne tür destekler alabilecekleri konusunda psikolojik yardımda bulunmak olarak özetleyebilirim yaptığımız işi...
UNESCO ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı Psikososyal Önleyici Destek Programı’nda savaşlar ‘insan eliyle kasıtlı olarak oluşturulan travmalar’ kategorisinde değerlendirilir ve konu başlığı şu şekilde özetlenir: Savaşlar psikolojik zarar açısından belki de en şiddetli olgudur. İçerdiği şiddet unsurları o denli farklı ve çeşitlidir ki bilinmezlik ve çaresizlik inanılmaz ölçüde büyüktür. Ölüm duygusunun kuvvetli bir şekilde hissedilmesinin yanı sıra yaralanma, sakat kalma, istismara maruz bırakılma tehditleri de oldukça ağır boyutlarda seyreder. Arkadaşlarının, eşlerin, çocukların, yurttaşlarının ölümlerine tanıklık etmek kadar madalyonun diğer yüzünde yer alan; ancak, pek telaffuz edilmeyen karşı taraftan da birilerini öldürüyor olmak da son derece yıkıcı deneyimlerdir.
Yazımın başında da belirttiğim gibi böylesi zamanlarda futbol konuşmak pek anlamlı değil. Böylesi acı dolu bir dönemde toplumun minyatürü olan tribünlere savaş ve ölümün yansımasının nasıl olduğunu bir taraftar gözüyle değil de mesleki bir pencereden değerlendirmeye çalışacağım. Geçtiğimiz Pazar günü Kocaelispor – Karşıyaka maçındaydım. İki kulübün taraftarları arasında özellikle İzmir’de oynanan ilk maçta kurulan dostluk köprüsü; maçın bir bayram coşkusuyla geçeceğini müjdeliyordu günler öncesinden… İki tarafta maçta açılacak pankartları, kareografileri, görsel şovlarda kullanacakları malzemeleri, söylenecek tezahüratları kendi iç gruplarında tartışıyor, herkes sabırsızlıkla maç günü ve saatini bekliyordu. Ta ki maçtan 3 gün öncesinde İdlib’den gelen acı haberle ülke sarsılana kadar. Gözler Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) çevrilmişti. Havada böylesi büyük bir yas bulutu varken maçlar oynanacak mıydı? TFF bir dakikalık saygı duruşunun yeterli olacağına kanaat getirip gösterinin devam edeceğine hükmedince deplasman otobüslerinde yerimizi alıp yola çıktık bir gece vakti karanlığında…
Travma sonrası yapılan müdahalelerde en önemli kurallar şunlardır; olabildiğince kısa bir sürede hayatın normal akışına dönülmesi hedeflenir ve bu koşulları sağlamaya çalışırken acı mümkün olabildiğince lokal (belirli bir alanda) tutulmaya çalışılır. Travmayı tetikleyecek hatırlatıcılar, görsel, işitsel, sembolik uyaranlar bilerek ve isteyerek kullanılmaz. Peki böylesi bir yas sürecinde eğlence mekanları müziklerinin sesini bile açmazken, konserler birer birer iptal edilirken aslında bir hafta sonu eğlencesinden ibaret olan futbol maçları neden iptal edilmez? Neden stadyumlarımız savaşı kutsayan ve travmalarımızı daha da derinleştiren birer arenaya bilerek ve istenerek dönüştürülür?
Psikolojide ilk kez Dr. Eugen Bleuler tarafından telaffuz edilen ‘Ambivalans’ isminde bir tanım vardır. Şizofreni, bipolar bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk gibi hastalıkların belirtileri arasında yer alan kimi uzmanlar tarafından ayrı bir duygudurum bozukluğu olarak da kabul edilen “Ambivalans’’ aynı anda birbirine zıt duyguların yaşanması şeklinde özetlenebilir. Nefret ile sevgiyi, depresif duygularla birlikte coşkulu bir mutluluğu aynı anda yaşamaktır. Ambivalansa geri döneceğim…
Yaklaşık yedi saat süren bir yolculuk sonrasında Karşıyaka’dan Kocaeli’ye ulaştık ve maçın başlamasına yaklaşık yarım saat kala deplasman tribünündeki yerimizi aldık. Maçın başlamasına sayılı dakikalar kala stadyumun dev ekranına İdlib’de şehit düşen askerlerimizin isimleri düşmeye başladı. Stadyumun hoparlörlerinden isimler tek tek okunuyor, her isim arasında kalan boşlukta tüm taraftarlar “burada” diye karşılık veriyordu. Gözyaşlarını tutamayan taraftarlar çarpıyordu gözüme, sahada Türkiye bayrağı dizaynlı formalarla maça ısınan oyunculara tribünde ellerindeki bayrakları sallayan taraftarlar eşlik ediyor ve maraton tribünün tam ortasında ‘Her Türk Asker Doğar’ pankartı yer alıyordu. Maç öncesinde bir dakikalık saygı duruşundan sonra İstiklal Marşı okunuyor ve hakemin başlama düdüğüyle birlikte karşılaşma nihayet başlıyordu.
Maçın 5. Dakikasında Kocaelispor, Karşıyaka filelerine ilk golü atınca stadyumdaki yaklaşık 27 bin taraftar büyük bir coşkuyla gol sevincini yaşamaya başladı. İşte ambivalansa dönme vakti; yani aynı anda zıt duyguları yaşama durumuna... 5 dakika önceki hüzün tablosu atılan golün etkisiyle yerini büyük bir mutluluğa bırakıyordu. Aynı duygusal gelgitler Kocaelispor’ un Karşıyaka’yı 3-2 yendiği maç içerisinde tam 5 kez yaşandı ve her gol sonrasında Milli Savunma Bakanlığı Sevk Tehiri İşlemleri Yönetmeliği’ne göre askerliklerini 38 yaşına kadar tecil edebilen ve neredeyse tamamı bedelli askerlik yapan futbolcular da asker selamı vererek yaşadılar gol sevinçlerini… Canlı olarak stadyumda deneyimlediğim bu durum elbette sadece tek bir stadyumda yaşanmıyordu, ülkemizin tüm stadyumlarında oynanan maçlarda karbon kopya benzer görüntüleri görüyorduk…
Ölümleri, şehitleri, savaşları, sınırlarımızda ve denizlerimizde can pazarına dönen insanlık dışı görüntüleri, maç başlangıcında ağlarken 5 dakika sonra askerliğini yapmamış ve belki de hiç yapmayacak olan bir futbolcunun attığı gole sevinme ambivalansını yani bu şizofrenik duygu durumunu, toplum olarak günden güne acı haberlerle derinden sarsılmayı artık neredeyse kanıksadık.
Gençlerimizi her yeni günde yeniden toprağa vermemize rağmen aynı ezberleri tekrarlamaktan yorulmadık mı? Yaşamı yaşamayı değil de ölümleri kutsamaktan; kişilerin ya da bu savaştaki ülkelerin hırs ve rant paylaşımları uğruna, gençlerimizin insanlarımızın ölmesini izlemekten bıkmadık mı? Umudu ve yaşamı kaybedenlerin aslında bir vatanı olmayacağını, kendi vatanımızda birer mülteci olmaya zorlandığımızı anlamanın ve öyleyse Savaşa Hayır! Barışa Evet! diye haykırmanın zamanı çoktan geldi de geçmedi mi?
{{397554}}
{{396616}}
- Alt liglerde neler oluyor? 03 Temmuz 2020 07:25
- Korona günlerinde futbol, TFF ve taraftarlar 26 Haziran 2020 00:30
- Alsancak Stadı’nın ağaçları 18 Şubat 2020 00:30
- İzmirspor ve şehrin spora bakışı 04 Şubat 2020 00:00
- Merhaba 28 Ocak 2020 00:00