‘Daha’ filminin sınırlı evreni genişledi ve taştı
“Gaza, o ana dek yaşadıklarını, babasının dünyanın en önemli adamı olduğu tutkalıyla yapıştırmış kendine. Oysa babası Ahad (Ahmet Mümtaz Taylan), zalim bir insan kaçakçısı.”
'Daha' filminden bir kare.
Mevlüde KARATAŞ
2017 yapımı Hakan Günday’ın aynı adlı romanından uyarlanıp, Onur Saylak’ın yönettiği “Daha” filmi Gaza’nın (Hayat Van Eck) şu sözleriyle başlıyor. “Şimdi kendime bir hikaye anlatacağım ve artık sadece buna inanacağım. Çünkü ne zaman dönüp baksam geçmişe görüyorum ki, yine değişmiş! Ya bir coğrafya eksilmiş, ya bir tarih eklenmiş. Ama artık zamanı geldi. Hatırladığım ne varsa hepsini anlatıp unutacağım. Sonra da geçmişin yüzüne asla bakmayacağım. Benim adım Gaza. Ben dünyanın en önemli adamının oğluyum”
Gaza, o ana dek yaşadıklarını, babasının dünyanın en önemli adamı olduğu tutkalıyla yapıştırmış kendine. Oysa babası Ahad (Ahmet Mümtaz Taylan), zalim bir insan kaçakçısı. Ahad’ın zulmünün muhatabı sadece kaçaklar değil, aynı zamanda oğlu Gaza. Bir oğulun böyle bir babası varsa, zulmün hangi kisveyle ona dayatıldığını kolaylıkla ayırt edemeyebilir. Puslu havada kurt, kuzu postunu giyerek berrak zihnin buğusu olabilir bir süre. Daha filminde Gaza, tecavüzü kendine hak gören, öldürdüğü çocuktan kelle parası vererek sessiz sedasız kurtulan, işlerinin bekası için gerektiğinde para, gerektiğinde insanın kendisini rüşvet veren babası Ahad’a uzunca bir süre maruz kalır.
“Evini barkını terk eden adamın halini görüyorsun değil mi? Böceğe çevirir insanı hayat... Kendi göbeğimizi yalnızca biz kesebiliriz... Bizim bizden başka kimsemiz yok... Bu hayatta iki şeye güveneceksin. Bir paraya, iki bana!..” sözleriyle, hayatın sonsuz imkanlarını kendine bağlayan, varlığını çaresizce diğerlerinin inkarı üzerine kuran, oğlunu bitimsiz yalnızlaştırarak kendine tabi kılmayı meziyet sayan, baba oğul (insan doğa) bağını paraya kurban veren Ahad’la çıktığı yolculuk Gaza’yı bir yere götürüyor.
ÇIKIŞSIZ İNSANLARLA DOLU ETRAFIMIZ
Peki ya biz? Gaza’yla çıktığımız o yolculukta şimdi biz neredeyiz? Öngörüyle işlenmiş Daha filminin atmosferi yaşadığımız günlerle iç içe geçti. Hakikat sarkacı, filmle içinden geçtiğimiz günler arasında merkezini arıyor. Bizler de öyle!
Ahad’ın birlikte çalıştığı insan kaçakçılarından biri olan Harmin (Tuğrul Tunçalp) “Böyle bir gün yine açık denizde sağa baktım ufuk, sola baktım ufuk, duvar gibi geldi her taraf, duvar gibi...” diyor. Ufka baktığında sonsuzluğu hisseden değil, hapsolduğu duvarları gören, çıkışsız insanlarla dolu bu günlerde etrafımız. Bizim adımıza kararlar veren bu insanların, üstlerine kapanan bir depo kapısı yok, dışarıdalar ama belli ki kendilerinden umutları yok. Kendini ve toplumu geleceğe sıçratmaktan bihaber bu insanlar, bizim de, duvardan ibaret muhayyel dünyalarına inanmamızı bekliyor. Zamanın görünmez kollarını karanlığa kelepçeleyenler, kat edilmiş yollardan, sıçramaktan, büyümekten, kalkınmaktan bahsediyor. Kendinden umudu olmayanların gideceği bir yer varmış gibi! Ya da soralım, olabilir mi?
Harmin’in itiraf gibi sözleri şöyle son buluyor “Bizim gidecek yerimiz yok ama gidecek yeri olan adam çok olduğu zaman başladık onları taşımaya işte...” Kim bilir belki nereden, vatanından, ocağından kalkıp bilinmeze giden insanın gidecek yeri var ama Harmin’in ve Harmin gibilerin yok! Ne trajik değil mi? İmkanı var ama imkan ondan uzak.
DEPONUN KAPISI AÇILDI
Daha filminin sınırlı evreni genleşti, genişledi ve taştı. Gündelik hayatımızı çepeçevre kuşattı şu günlerde. Artık Ahad, Harmin, Yadigar, Osman Daha filminin gözünü diktiği, bize çok uzak insanlar değil. Mülteciler Ahad’ın deposunda aç, susuz, havasız değil şimdi. Deponun kapısı açıldı. Bulundukları şehirlerden araçlarla sınıra taşınıyorlar. Tarlalarda, orman içlerinde, yol kenarlarında ve tüm dünyanın gözleri önünde karşı kapının gazları, kurşunları içinde bekleşiyorlar. Ahad’ın paydaşları mikrofonlara beyanat veriyor işleriyle ilgili. Öyle muteber bir hal(!)
Ahad mültecilerden, “mal” (meta) diye söz ediyor sevkiyat bilgisi verirken. “Mal geldi” diyor iş arkadaşlarına. Bu kurguyla ilerlersek son birkaç günde ülke olarak, tüketim tarihinin sonuna gelmiş bir politikanın içindeyiz. Oysa bu insanlar yurtlarından savaş, ekonomik kriz, ayrımcılık, baskı gibi nedenlerle göç etmek zorunda kalmış, işe, okula, savaşsız bir topluma, güvenceye ulaşmaya çalışan kişiler.
Gaza’nın sözleriyle başladık madem yine onun sözleriyle tamamlayalım “Hiçbir mahkum benim kadar istememiştir kaçmayı. Ama insanın kendi gardiyanı olduğu hapishaneden kaçması o kadar zor ki! Benim hapishanem o insanlardı. Bir lağımdı o depo. İçinden insan geçen bir lağım.”