11 Mart 2020 06:53

Mülteci pazarlığında revizyon arayışları

AB ile Türkiye arasında; “18 Mart Mutabakatı”nı diriltmekten çok, kapsamı genişletilen bir revizyondan söz etmek daha gerçekçi. Bu revizyon mülteciler için daha çok duvar ve yarı açık cezaevi demek.

Fotoğraf: @tcbestepe/Twitter

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Türkiye’nin, Edirne sınır kapılarını mültecilere açmasının ardından, AB ile Türkiye arasında 10 gündür devam eden “mülteci muharebesi” vites değiştirdi. Pazarlık kapılarının yeniden açılması ve Brüksel zirvesi ile birlikte, sınırda bulunan mülteciler daha kontrollü bir bölgeye alındı. Bu durum, pazarlık süreci tamamlanana kadar “daha kontrollü bir gerilim” olarak da okunabilir.

Brüksel’de kurulan masadan Erdoğan, ortak açıklamaya katılmadan ayrıldı. Görüşmelerin dışişleri bakanları ve diplomatlar eliyle sürdürülmesi ise pazarlıkların pozitif yönde ilerlediğini gösteriyor. Elbette mültecilerin yararına bir ilerleyiş değil bu.

Brüksel zirvesi öncesi basında en çok konuşulan başlıklardan biri de “18 Mart mutabakatının” öldüğü ve cenazesinin nasıl kaldırılacağıydı? Peki, neydi 18 Mart bildirisi ya da mutabakatı?

Hatırlarsak; Ege ve Akdeniz’de kitlesel ölümlerinin ardından yaşanan mülteci dramı uluslararası kamuoyunu ayağa kaldırmıştı. Alan bebeğin kıyıya vuran cansız bedeni isyanın simgesiydi. Bunun üzerine AB, Türkiye’nin önüne bir pazarlık anlaşması uzattı. Buna göre; devletlerden izin alınmadan yapılan bütün göç hareketleri “düzensiz göç” olarak damgalandı. Avrupa’ya düzensiz geçen her mültecinin iade edilmesi kararlaştırıldı. “Bir artı bir” ilkesi ile her geri gönderilenin yerine düzenli bir mültecinin alınacağı bağıtlandı. T.C vatandaşları için vize muafiyeti, AB üyelik sürecinde fasılların açılması, gümrük birliği anlaşmalarının güncellenmesi ve Türkiye’ye ödenecek 6 milyar avroluk fon da bu anlaşmanın içindeydi. 

Bugün mangalda kül bırakmayanlar, o zaman “T.C vatandaşlarının vizesi ile mültecilerin kaderi arasında nasıl bir pazarlık bağı kurulabilir” diye soramadı! Bugün yaşanan kriz karşısında “Sığınmacılar, mülteciler bulundukları ülkeleri terk etmekte ve gidecekleri yeri seçmekte özgürdürler. Bu lokal bir hukuktan bahsetmiyorum, uluslararası hukuka göre bu kişilerin zorla bir ülkede tutulması mümkün değildir. Bu kişiler kendi özgür iradeleriyle ülkemizden ayrılmaktadır” diyen Erdoğan’ın, Başbakan olduğu dönemde bütün bu söylemleri boşa çıkaran bir anlaşmaya (Geri Kabul anlaşmasına) neden onay verdiği ise koca bir çelişki. Çünkü AB-Türkiye arasında imzalanan bu anlaşma, tam da mültecilerin uluslararası hukukunu çiğniyor, 1951 BM Mülteci Sözleşmesi’ni yok sayıyor ve mültecilerin özgürlüklerini elinden alıyordu.

Peki, Brüksel buluşması ve sonrasında gelişen pazarlık süreci ne anlama geliyor?

Sorun, çelişki ve pazarlığı sadece Edirne sınır kapısı bağlamında ele almak objektif olmaz. Zira AB’nin önüne dört aşamalı bir eylem planı gelip dayandı. 

  1. AB’ye göre, ivedi olarak Edirne’deki birikmenin durdurulması ve sınırdaki durumun “normalleştirilmesi” gerekiyor. Türkiye’nin mültecileri sınırdan çevirmesi ise pazarlığın gücüne göre kademeli gelişebilir. 
  2. Bütün gözler Edirne’de. Fakat İdlib göçü de çok önemli. AB, biraz da Türkiye’nin baskılamasıyla, bu göçü İdlib’de ya da Suriye’de blokajlamayı da tartışmak durumunda kaldı. Türkiye, İdlib göçüne dayanarak AB’yi kendisine siyasi desteğe zorluyor. Suriye’de kurulması düşünülen “güvenli bölgeler”e kredi istiyor. Yeni kurulacak pilot kentler için finansman desteği de bunun içinde. 
  3. Son birkaç yıldır Suriye göçü Türkiye’de sabitlendi. Fakat bu kez Afganistan, Pakistan, Irak, İran, Bangladeş gibi ülkelerden gelen göç patladı. AB, şimdi Türkiye, İran, Afganistan üçgeninde yeni bir blokaj duvarını tartışıyor. Elbette bunun gerçekleşmesi öyle kolay değil. 
  4. Avrupa içinde AB’nin mülteci jandarmalığını yapan Yunanistan şişti. Gelen nüfus kaldırılacak gibi değil. AB, Balkan kuşağında ve merkez Avrupa’da alım kotalarını esnetmeyi ve Yunanistan’a fon desteğinin arttırmayı da gündemine aldı. İşe yetim mülteci çocuklarla başlanacak.  

Dolayısıyla AB ile Türkiye arasında; “18 Mart Mutabakatı”nı diriltmekten çok, kapsamı genişletilen bir revizyondan söz etmek daha gerçekçi. Böylesi bir revizyon ise mülteciler için daha çok duvar, daha fazla yarı açık cezaevleri demek.  Her şey AB’nin bekası, her şey ülkeleri ve halkları yıkıma uğratan emperyalist politikaların devamı için! AB için “sürdürülebilir göç” de bu demek zaten. Bu siyasetin kahrını ve işbirlikçi anlaşmaların kefaretini neden ezilen, yok sayılan halklar ve mülteciler çeksin?

ÖNCEKİ HABER

Sağlık emekçilerinin "15 Mart Beyaz Mitingi" koronavirüs vakası sebebiyle ertelendi

SONRAKİ HABER

Tutuklu Gazeteci Murat Ağırel: Hukukun üstünlüğünü savunmak zorundayız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa