"Gerçeklerden vazgeçmemek" ve gazeteciliği savunmak
"Zihinlerimize vurulmak istenen gem’den' kurtulma, gerçeği bilme ve haber alma hakkını savunma, gazeteciler ve herkes için adalet isteme zamanı."
Fotoğraf: Evrensel
Neval Oğan BALKIZ
Yard. Doç. Dr. Hukukçu/Akademisyen
Gandhi’nin deyimiyle; “Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir. Bu ise rüzgarı zapt etmekten de zordur.” Türkiye’de iktidar, adeta “Rüzgarı zapt edeceğine” inanarak, kendi politik görüş, söylem ve eylemlerine uymayan her türlü düşünceyi, bilgiyi ve haberi tehlike kabul ediyor. Bunları savunan, yazan kişileri, yayımlayan gazete ve televizyonları, radyoları “En uygun yöntemlerle bertaraf edilmesi, susturulması” gereken unsurlar olarak görüyor. Belirgin işlevi somut, maddi eyleme karşılık verme olan ‘vatandaş ceza hukuku’ ortadan kaldırılıyor. Süreklileştirilmiş bir olağanüstü hal koşulları içerisinde, Ceza Hukukçusu Jacobs’un, sorgulamaya ve bu sorgulamadan yapılan çıkarımlara dayalı niyet saptamalarına göre “tehlike (olarak görülen)in önlenmesine/ bertaraf edilmesine yönelik “düşman ceza hukuku” uygulamaları devreye sokuluyor. Bu ceza hukuku anlayışı, giderek “Tüm hukuku ve yurttaşları hedef alan”, sistematik insan hakları ihlallerine dönüşüyor. Zira “Her yurttaş, her an, bu uygulamaların olası bir objesi haline” getirilme, hukuken “Kuşku ve hayati tehlike altında tutulma” tehdidi altında bulunuyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda, bu tehdidin en yoğun şekilde yönelmiş olduğu kesimlerden birini basın-özellikle kitle haberciliği, araştırmacı gazetecilik yapan -gazeteciler ve gazeteler oluşturuyor.
GERÇEK HABERCİLİĞİ CEZALANDIRMAK
Hegemonik dil üzerinden, gerçekleri görme biçimlerini dönüştürmek, insanların düşünme, hissetme, anlama biçimlerini egemen olan tahakküm ilişkileri doğrultusunda geliştirmek amacı taşıyanlar dışında kalan; halkın haber alma ve hakikati bilme hakkını savunan tüm gazete, basın yayın kuruluşları ve mensuplarına sistematik ve yaygın şekilde baskı uygulanıyor. Gerçekliğin “yapay” olarak “yeniden inşasından” ibaret olan habercilik dışında kalan her türlü gerçek bilgi ve haber, suç ya da suç delili sayılıyor. Bu haberleri yapan, yazan gazeteciler, çeşitli suçlamalarla soruşturma ve kovuşturulmalara uğruyor, tutuklanıyor. Bunun yanında son süreçte, Basın İlan Kurumunun özellikle Evrensel ve BirGün gazetelerine sistematik olarak uyguladığı reklam kesme cezaları ve ardından sarı basın kartlarının iptal edilip daha sonra yeniden verilmesi gibi Basın Kanunu’na aykırılık oluşturan keyfi uygulamalar da, sıkça gündeme geliyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yayımladığı dünya basın özgürlüğü 2019 raporunda 180 ülke arasında, böylesi kötü koşullar, yasaklar ve baskılar nedeniyle 157. sırada yer alan Türkiye, cezaevinde en fazla gazetecinin bulunduğu ülke konumunu sürdürüyor.
AKP’NİN YARATTIĞI SANAL GERÇEKLİĞİN ARALANAN ÖRTÜSÜ
Türkiye toplumu, giderek ağırlaşan sosyoekonomik sorunların baskısı atında; çoğulculuk ve katılımcılık özellikleri ortadan kaldırılmış tekçi bir kamusal alan, yargı, yasama ve yürütme erkleri ile kurum ve kuruluşlarının işleyişi ve örgütlenme biçimi tek merkezli bir yapı içinde bütünleştirilmiş, Meclisin yasama, denetim ve soruşturma yetkisi sınırlandırılmış, seçim zamanlarında sandığa gitmekten ibaret olan “biçimsel bir seçim demokrasisi” koşullarına sürüklenmiş bulunuyor. Bu koşullar içinde; son on yedi yıldır her türlü politik, ideolojik söylem ve araçlarla, eğitim biçimleri ve içeriklerle öğretilen ve/veya aktarılan, aynı zamanda sosyal ve tarihsel bir hafızanın da yönlendirdiği siyasal/kültürel bir aitlik duygusu ile beslenen taraftarlıkla iktidarı destekleyen, kolektif bir özdeşim içinde davranan kitlelerde, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan bir değişim gerçekleşiyor. Zira, AKP’nin “umut dağıtabilme” kapasitesi ortadan kalkıyor. On yedi yıldır, AKP iktidarı bu kapasitesini kullanarak, ekonomik demokrasiye de hiç değinmeden, derin toplumsal eşitsizliklerin ağırlığında yaşamakta olan halka; “yaptıklarımızla size hemen eşitlik ve iyi yaşam koşulları sağlamasak da, gelecek için iyi bir yaşam umut edebilmenize olanak veriyoruz. Bizleri iktidarda tutmazsanız, yaşadığınız koşullara umutsuzca saplanıp kalacaksınız” diyordu.
Ancak şimdi, bu söylem inandırıcılığını yitiriyor ve sanal gerçekliğin örtüsü aralanıyor.
Bu örtünün aralanmasını sağlayan ve hızlandıran her türlü söylem, eylem ve gerçekliği ortaya koyan haber ve bilgi, derhal suç olarak niteleniyor. Kamuoyunda bilinen, paylaşılan ve ortada elden ele dolaşan bilgiler, belgeler, dokümanları dahi haber yapmak suç, bunları, yazan, ifade eden de suçlu ilan ediliyor.
Nitekim, Gazeteciler Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Aydın Keser ve Ferhat Çelik, daha önce bir milletvekilinin açıklamış olduğu, kamuoyuyla paylaşılmış, bilinen bir olayı ve olayla ilgili bilgileri haberleştirmiş oldukları halde; 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu Cezai Hükümler başlıklı 27’ inci maddesinin üçüncü fıkrasına aykırılık (MİT’in görev ve faaliyetleri ile MİT mensupları ve ailelerinin kimlikleri, makam, görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri medya araçlarıyla yayım, yayın ve açıklama) iddiasıyla tutuklanmış bulunuyorlar.
Tam da bu zamanda toplum olarak gerçekliği kavramak; başta düşünceyi açıklama özgürlüğü ve onun gerektirdiği koşullardan olan basın özgürlüğü olmak üzere, bütün insan hak ve özgürlüklerinin, her birimizle, insan olmak ve onurumuzun korunmasını istemek anlamında var olan zorunlu bağlantısını bireyler olarak yeniden kurmak, hayati bir önem taşıyor. Bu bağlantı sağlıklı kurulabilirse ancak, Türkiye’de düşünceyi açıklama özgürlüğü, basın özgürlüğü ve haber alma hakkı alanlarında yaşananların ne anlama geldiğini kavrayabiliriz.
İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAVUNMAK
Bir ülkede düşünceyi açıklama özgürlüğünün var olması; “Herkese, egemen olan fikirlere, egemen tabulara ne kadar aykırı olursa olsun, yeni fikirler ve bilgiler getirme hakkının” tanınmış ve bu hakkın yasal güvenceye bağlanmış olması anlamına gelir. Yani bu özgürlük; “Böyle bir fikir veya bilgi getiren bir kişiye, hiç kimsenin (herhangi bir devlet organının, yargıçların, polisin, vb.) dokunamayacağının, mevcut ya da geçerli olanlara ne kadar aykırı olursa olsun, niteliği veya içeriği ne olursa olsun, yeni bir düşünce veya bilgi getirdiği için, onun başka haklarına zarar verilmeyeceğinin güvence altına alınmış olması” demektir. Açıktır ki bu özgürlük kapsamında “Dokunulmaması ya da korunması gereken, yeni bilgi ya da düşünceler değil, bunları getiren kişilerin kendisidir.”
İfade özgürlüğü; "Düşüncelerin, görüşlerin, bilgilerin, bilgisel açıdan değerlendirilmeleri sonucunda insan haklarına ters düştüğü, onları ihlal ettiği ya da edeceği anlaşılan veya şiddete, silahlı direnişe ya da ayaklanmaya kışkırtıcı niteliği bulunan düşüncelerin öğretilmesi, yaygınlaştırılması ve propagandasının yapılması aşamasında kimi tedbir ve yasakların öngörülmesini kapsar. Ancak bu tedbir ve yasakların; yeni bilgi ya da düşünce getiren kişilerin hiçbir hakkına zarar vermeyecek nitelikte olmasını da şart koşar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, düşünceyi açıklama özgürlüğüne dair birçok kararında (özellikle Karataş/Türkiye Kararı 1999) bu bağlantıları kurmuş ve ifade özgürlüğünün; "Demokratik toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biri olduğunu” ve “Yalnız taraftar bulan, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devlete ya da nüfusun bir bölümüne kırıcı gelen, şok eden ya da rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu” karara bağlamış bulunuyor. Mahkeme, bu özgürlüğün; “İfadelerin yalnızca içeriğini değil, onların nakledilme biçimini” de kapsadığını belirtiyor. Dolayısıyla, “Halkın farklı bir perspektiften bilgilendirilme hakkının”, haber alma hakkının da/ basın özgürlüğünün de, düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir biçimi olduğunu, “Devletin de bu özgürlüklere haksız (Şiddete, silahlı direnişe ya da ayaklanmaya kışkırtıcılık niteliği taşıması halleri dışında) karışmama ödevi bulunduğunu da vurguluyor.
Her türlü gerçekliğin kalın duvarlar arkasına gizlenmek istendiği koşullara karşı, “Zihinlerimize vurulmak istenen gem’den” kurtulma, gerçeği bilme ve haber alma hakkını savunma, gazeteciler ve herkes için adalet isteme zamanı. Zira, Synder’in dediği gibi, “Gerçeklerden vazgeçmek özgürlükten vazgeçmek demektir. Duymak istediklerinizle gerçekte olanlar arasındaki farkı reddederseniz, tiranlığa boyun eğmiş olursunuz.”