"Koalisyon beyler"
Kaybeder ama mücadele eder. Kazanır ama övünmez. Çok içer ama kişiliğinden istifa etmez. Felsefesi; “Ama arkadaşlar iyidir”. Evsizler halkının sembolüdür. Herkes onu tanır.
Fotoğraf: Anıl Yurdakul
Anıl YURDAKUL
İstanbul
Beyoğlu’nun meçhul vatandaşlarını yazmaya kalkarsak eğer, çemberin merkezinde Yüksel olur. Asidir. Çok içer. Kendisi için ve arkadaşları için kavga eder. Kaybeder ama mücadele eder. Kazanır ama övünmez. Çok içer ama kişiliğinden istifa etmez. Felsefesi; “Ama arkadaşlar iyidir”. Evsizler halkının sembolüdür. Herkes onu tanır. Şiir okur. Tek başınadır. Tek tabancadır…
2015 SENESİ: Göçler, çölden geçenler. Sınırdan umuda, yolculuklu günler. Çelik kapı kapanıyor, paslı demirli, çöple kaplanmış merdivenler. Uğurlayan Suriyeli Trans… Aşağıda beni bekliyor duman katmanı içerisindeki gece. Sırt çantamda ucuz bir fotoğraf makinesi, notla dolu defter, cebimde ses kayıtlarını içeren telefon. Bulvarda ‘müşteri’ aramayan, alıcıların onları bulduğu kadın ve erkek işportacıların oluşturduğu izmarit yolu üzerinden caddeye çıkıyorum. Bardan sokağa taşan parça: Lou Reed’in “Walk on the wild side”. Karakol sokağında yerde bir adam; “Ne anlatıyorsun renkleri ince ince körlere”, devamını getiriyorum “Hep konuş insanların akıllarına göre!” Tanışıyoruz, “Adım Yüksel ama herkes ‘Babacan’ diye bilir.” Büyük bir yudum aldı dağdaki yangınları hatırlatan kırmızı teneke kutudan, bana uzattı…
2016 SENESİ: Güneşli bir kış günü Yüksel, Dindar, ben yürüyoruz. Yanımızdan atık kağıt işçisi Roman bir aile geçiyor. Selamlaştık aynı yolun yolcularıyla. Zeytinburnu Spor Salonu önündeyiz. Yüksel’le Dindar içeriden Aydın’ı alıp çıkacaklar. İçeri almıyorlar, gece kalanlar salınmış –sıfır derecenin üzerine çıkan veya güneşli havalarda gündüzleri salıyorlardı-. Geri yürüyoruz. Roma Parkı’nda yamaçtaki “dede” çadırının yanında ateş yakmış, ısınıyoruz. Kız Kulesi’nin ışığı solgun…
“Perşembeleri ‘Cami avlusunda kahvaltı var Tophane’de’ diyorsun ya herkese. O yüzden kalabalık oluyor bu sıra diyorum. Al bak adam Kasımpaşa’dan gelmiş, ne işi var diyorum. Dinlemiyorsun!” Beyoğlu’na doğru çıkan, yüz kişilik tımarhane kaçkını bir orduyu polis durdurmaz mı? Durdurur. Al işte arama bile yapmıyor, geri yürüyün diyorlar. Sanki köpek kovalıyorlar. Halk bize tuhaf tuhaf bakıyor, fotoğraf çekenler var. Sinirliyim. Yerdeki kutuya tekme atıyorum. “AL İŞTE REZİL OLDUK, SÖYLEME BURAYI HERKESE” diyorum. İçimden…
Odakule’de sabah saatleri, yine kalabalığız. ATM yanında para çekenlerle kafa buluyor Yüksel, “Şşşt paran düştü!” Yüksel’e “Şiir okusana insanlara” diyorum. O gür sesiyle patlataçak mısraları, coşarak Mehmet Akif’in şiirlerini okurken… Sesi çıkmıyor, kem küm ediyor. Bana dönüyor kaşları çatılıyor. Çatacaktı ki biri bağırdı: “KOALİSYON BEYLER!” Yere madeni paralar atıldı, sırası gelen tekele gitti. Onlarca kez baskının sonunda tamamen kapanacak olan tekele…
Bu komünde hiyerarşiye yer yok (Roma Parkı’ndaki restarasyon öncesi yaşayan evsizler için hiyerarşi üstünlüğü köpeklerden oluşurdu). Geceleri ATM’de yatıyoruz, erken gelen kapar. ATM’ye pasaj diyoruz. Sıkışılırsa on kişi kalınıyordu. Hem soğuğu kesiyor, hem gelen geçeni izliyor, hem para çekmeye gelen üç beş atıyordu… Aynasızlar geliyor, kalkıyoruz. Zamanı elinden alınmış aceleci toplumun göz zevkine rahatsızlık veriyoruz! Bir cuma gecesi kıyamet koptu, gök patlıyor, yer yarılıyor. Toplu olarak içkiyi bıraktık. Yanlış alarm; cunta sesleriymiş. Aydın yazın öldü, cenazesini eski eşinin kocası kaldırdı. ATM’nin pasaja benzer büyüklükteki içi küçültüldü, kalamıyoruz.
2017 SENESİ: Altı ay Afganların dünyasında yaşadım. Yazın ortaya çıktım. Gece üç, AVM’nin arkasındayız. Yüksel sinirlendi şişeyi kırdı, çıplak taban kırık şişesiyle adam kovalıyor. Araya giriyorum “aynasızları toplama!” Duymuyor, şişe kafamı sıyırıyor. Benden kurtulup adamın peşine gitti. Kadının biri ‘müşteri’siyle para tartışması içinde. Karşı sokakta pitbullu canavar adamlar. Arka tarafta kavga başladı. Camdan seks işçileri bağırıyor. Tripteyim, terliyorum. Sabahı beklemekten başka çarem yok…
2018 SENESİ: Ramazan, Hakkı, Gönül, Ayfer, Pınar, Kemal, Kadir öldü. Yüksel sızdı, Cengiz’le ben oturuyoruz. Bir çocuk geliyor “Abi tecavüz edecekler…” Cengiz “otur” diyor. Çocuk sabaha kadar put gibi oturuyor. Bir başka gece bir başka evsiz bana hikayesini anlatıyor. Gözyaşlarını tutamıyor. Sorun; bastırılmış duygular. Ne Yüksel biliyor ne başkası…
2019’UN SON GÜNLERİ: Dört yılda yirmiden fazla evsiz öldü -öldürüldü- üçü cezaevine gitti. Geriye sadece Dindar, Yüksel ve Kazım kaldı. Ve Dindar’la Yüksel birbirlerine düşmanlar. Konuşmuyorlar. Yüksel’in keyfi kaçık. Sinirli, yorgun yüzü geriliyor; “Beyoğlu benim ana yurdum.” Yıpranmış bir hayatın sonucu olarak güçlükle yürüyordu uğultu çıkaran kalabalığı yararak.
Doğduğunda annesi on beş yaşındaydı. Ana oğuldan ziyade iki çocuk olarak büyüdüler. On yaşında babasının yanında ütücü olarak çalışır. Annesi otuz yaşına geldiğinde Yüksel cezaevindedir. Suçu gasp... Gasptan çıkan sadece birkaç liradır. Annesi sonraları evlendirir oğlunu. İstemez Yüksel. Oğlu olur... “Aslen” der, “Beni bitiren uçurumdan düşmek oldu.” Haliç’in yamaçlarından içkili bir adam düşüyor bağırarak! İki bacak da alçıda altı ay boyunca. Durumun sonucu acıdır: İki yaşından beri oğlunu görememek...
Ömürleri ortalama seksen yıl olan kartallar, son derece gururlu canlılardır. Kırk yaşlarına geldiklerinde gagaları, kanatları ve pençeleri öyle uzamıştır ki uçması zorlaşır, avlanması güçleşir. Tek çaresi vardır: Kanatlarını yolacak, pençesini koparacak, gagasını taşa vura vura parçalayacaktır. Bir ay boyunca bu ölümcül oruca katlanmak zorunda, bulursa solucanlarla karnını doyuracak. Eğer yolunmuş tavuk görüntüsünden tekrar genç ve güçlü kartal görünümüne sahip olmak istiyorsa açlığa katlanmak zorunda. Kimi kartallar bu bir ayı atlatarak tekrar hava sahalarına geri dönebilir. Kimisi ölür, kimi ise yaralı olarak bu ölümcül aydan çıkar. Yüksel için uçurumdan sağ çıkması, ölümcül aydan sağ çıkması olur. İkinci bir başlangıç yapar hayata. Ama yaralıdır. Artık dükkanı yoktur, yuvası dağılmıştır.
“Dükkan kapanınca gayri meşruya başladım. Bir gün benim birader tutturdu ben de gelcem. Ooolum diyorum sen gelemezsin diyorum gayri meşruya gidiyorum, faili meçhuulee gidiyorum diyorum ‘YOK! GELCEM DE GELCEM!’ Ben buna bir patlattım. Sen Anıl! Sen benle gasba gelebilir misin! Gelemezsin. Birader de gelemezdi.”
Bu işlerin sonucu olarak mülkiyetsiz bir hayata sürüklenir Yüksel. Beyoğlu’ndadır. “Tek başına”dır. Bir bardan müzik sesi taşıyor, Kramp çalıyor. Çıplak tabanlarıyla kirli sokaklara süzülen bir melek gibi yoluna devam ediyor. “Blue Bird” şiirine benzer şekilde, özlemlerinin Mehmet Akif Ersoy şiirlerini okuyarak yerinden çıkmasını engelliyor. Şiirleri nerede öğrendiğini soruyorum. Söylemem diyor. Yürüyor kaldırımlarda. ATM içerisindeki ufacık alana oturuyor, kolonyasını açıyor. Siviller “Yüksel Beey” demesiyle “Tamam kalkıyorum” diyor. Ben uzuyorum. Üç ay görüşemeyeceğiz…