Pazarlıksız, çıkarsız, kalıcı bir barış mümkün
“Eğer sosyalizm kazanmazsa, kapitalist devletler arasındaki barış yalnızca bir ateşkes, bir fasıl, halkları yeniden boğazlamak için bir hazırlık olacaktır.”*
Burak BAĞÇECİ
Yıldız Teknik Üniversitesi
“Eğer sosyalizm kazanmazsa, kapitalist devletler arasındaki barış yalnızca bir ateşkes, bir fasıl, halkları yeniden boğazlamak için bir hazırlık olacaktır.”*
Lenin’in savaş ile kapitalist üretim ilişkileri arasındaki kopmaz bağın doğal sonucu olan bu olguyu anlatan cümlesi, bugünlerde Ortadoğu’da yaşanan emperyalist paylaşım mücadelelerinin her gününde yeniden akıllara geliyor. Kuşkusuz bugünün temel meselesi kapitalizm mi sosyalizm mi sorunu değildir, öte yandan barış günlerinden bahsetmediğimiz de doğrudur. Ama Lenin’in sözleri bugün hala günceldir. Çünkü emperyalizm koşullarında konu barışsa, emekçiler ve gençlik kesimleri için durulacak yerin, takınılacak tutumun tarihsel olarak doğruluğunu kapitalizm ile savaş arasındaki içsel bağların, bununla bağlantılı olarak da barış ve demokrasi mücadelesi ile sosyalizm programı arasındaki içsel bağların kurulmasının belirleyeceğini anlatır.
Lenin’in sözleri şu yüzden de günceldir, emperyalistler bugün kurulan her diplomatik sürecin motivasyonunu ayan beyan göstermekte tereddüt etmiyorlar. Artık zemini normalden de kaygan olan anlaşmaların, kimin halkları nasıl boğazlayacağını konuşmak için tekrar tekrar verilen küçük molalar olduğunu ilan etmekten çekinmiyorlar.
SAVAŞAN DA BARIŞAN DA AYNI MASADA, HALK NEREDE?
Son olarak İdlib’de yaşananların ardından yapılan Türkiye-Suriye görüşmesi uzun süre gündemde kaldı. Bu görüşme Türkiye’nin Suriye’ye müdahale macerasında varılan mutabakatlar, ardı ardına yapılan görüşmeler, kurulan masalardan sonuncusuydu. Bugüne kadar yapılan operasyonların ateşkesler, mutabakatlarla iç içe geçtiği bir süreci izledik. Bu da Türkiye’nin Ortadoğu’daki sıkışmışlığının göstergelerinden biri. Rusya ve Amerika’nın başını çektiği iki emperyalist kamp arasında, onların aralarındaki çelişkilerden faydalanarak yapılan askeri müdahalelerin kapsamı ve sınırlarını emperyalistlerin çizdiği koşullarda sürekli diplomasi trafiği de sürecin doğal sonucu haline geliyor. Büyük kahramanlık nutuklarıyla, sözde emperyalistlere meydan okunarak başlanan operasyonlar yine emperyalistlerin yanına gidip bitiriliyor. Yenileri için yine onlarla görüşülüyor, adeta izin alınıyor, sınırlar çiziliyor.
Hâlbuki içeride milliyetçiliği kışkırtan, üniversitelerde şehitlere saygı gibi başlıklarla savaştan beslenen etkinlikler düzenletenlerle emperyalistlerin dur dediği yerde ateşkese mecbur kalanlar aynı takım elbiseliler değil mi? Diplomasi masalarını kuranlar, dün düşman dediğiyle bugün ortak açıklama yapanlar da aynı takım elbiseliler değil mi?
GELECEĞİMİZ ÜZERİNDEN PAZARLIK YAPILIYOR
Bizim hayatlarımızı doğrudan etkileyen kararların alındığı masalar kuruluyor, ancak bizim değil, tekelci sermayenin takım elbiseli temsilcileri tarafından. Masaları onlar kurunca sonuçları Türkiye ve Ortadoğu halklarına barış getirmek, sorunlarını çözmek bir yana var olan gerilimleri daha da derinleştirmek oluyor elbette. Kapalı kapılar ardında S-400’ler ve Patriot’ların ya da kimin nerede asker bulundurabileceğinin pazarlığının yapılması gençliğin, bizim geleceğimizin pazarlığının yapılması demek çünkü. İşçi ve emekçilerin yaşam koşullarının, bombalanan kentlerden kaçmak zorunda kalan mültecilerin açık denizlerde ölüme sürülmesinin pazarlığını yapmak demek.
Her operasyon ve anlaşma sürecinin ardındansa savaşa karşı tepkiler daha da yükseliyor. Çünkü kurulan her masa, her mutabakat emperyalistler arasındaki ve onlarla halklar arasındaki çelişkileri daha da görünür, hissedilir kılıyor. Bu yüzden itirazlar her seferinde biraz daha yüksek sesle dile getiriliyor. Bugün güçsüzmüş gibi gözükse de insanlığın barış ve demokrasi özleminin çatlaklardan sızarak kendine yol bulmasını anımsatan bu itirazlar halklar arasındaki barış ve kardeşliğin dayanakları değil midir? Resmi tarih masaları kuranların adını yazıyor olsa da tarihi yapanlar o masaları yıkanlar değil midir?