18 Mart 2020 13:17

Pazar için değil halk için bilgi üretimi

Belirli alanlara ve konulara fon sağlamak, akademisyenleri puanlamak, sansür uygulamak, tartışma ortamını sığlaştırmak; bunların hepsi bilginin metalaşma sürecine hizmet eder.

Paylaş

Cenk Yılmaz BAYIR

İstanbul Üniversitesi

Üniversite, tarihi orta çağa kadar uzanan bu kurum Osmanlı’da modern devletin resmi ideolojisinin ürettildiği ve üst kadroların yetiştirildiği bir araç olmuştur. Bilimsel bilginin üretildiği bir alan olarak görülen akademi tarihsel süreç içerisinde hem sosyal hem de doğa bilimleri alanında üstüne düşen görevi yapsa da hiçbir zaman bağımsız bir kurum olamamıştır. Özellikle Türkiye’nin yüzyılına kabaca göz atarsak akademi; politika üretmenin, siyasal iktidarı güçlendirmenin, iktisadî bilgiyi tekelleştirmenin ve doğa biliminin belirli bir kesime hizmet ettirmesinin bir aracı olmuştur. Tabi her seferinde karşıtını üretmeyi başarmış, bu karşıtlık genellikle öğrenciler ve akademisyenler etrafında şekillenmiştir. Öğrenciler 60’lı yıllardan bu yana akademinin tekelleşmesine karşı ciddi bir direnç göstermiş, hatta bu direnç siyasal iktidara ve egemen sınıflara karşı da yönelmiştir. Bu adımları atmaya onları iten en önemli unsur sınıf hareketinin yükselmesidir.

YÖK’le birlikte akademinin kontrol altına alınmasına karşı üniversite öğrencileri yıllar boyunca “bağımsız üniversite”, “parasız, bilimsel, demokratik eğitim” taleplerini yinelediler. Çeşitli gösteriler düzenlediler. Fakat 2020 açısından gelinen durum daha da acı bir tabloya işaret ediyor.

METALAŞAN BİLGİ

Eğitim hayatımızda bilimin ve bilginin evrenselliğine vurgu yapılsa da akademinin durumu bunu doğrulamaktan uzak. Tüm dünyada bilgi, akademi içerisinde metalaşan bir konuma dönüştü. Bu süreç devlet ya da egemen sınıfın her zaman zor kullanarak yaptığı bir şey değil. Belirli alanlara ve konulara fon sağlamak, akademisyenleri puanlamak, sansür uygulamak, tartışma ortamını sığlaştırmak; bunların hepsi bilginin metalaşma sürecine hizmet eder. Genelde egemen sınıfın şirketleri, iktidarları bu bilgiye sahip olur. Bilimsel bilgiyi kendi tekniklerini geliştirmek, emeği üretken hale getirmek, AR-GE çalışmalarını ilerletmek ve kendi politikalarını uygulamak için kullanırlar. Öğrenciye sunulan bilgi ise gitgide bilimsellikten uzaklaşır içerisine metafizik ögeler, hurafeler barındırır. Elbette nitelikli işgücü yetiştirmek açısından bilimsellikten tamamen kopamazlar. Fakat sosyal bilimler alanı bu kendi politikalarını üretmek için daha geniş bir manevra sahası sunar. Özetle bilimsel bilgi belirli bir kesimin sahip olabileceği bir meta olurken öğrenciye ise sadece verilmek istenilen kadarı verilir.

Kamu üniversitelerinde dahi neoliberal politikaların gelişimiyle birlikte öğrenci bir gelir kapısı olarak görülür. Yemekhaneler özelleştirilir, kantinlere fahiş fiyatlar çekilir ve eğitim giderlerinin en büyük kalemi olan gereçlerin (kitap, malzeme, kırtasiye) giderleri karşılanmaz. Parasız eğitim kavramı sadece “vergilerle ayakta duran üniversiteye ekstra bir para vermemek” kalıbına sıkıştırılır.

SİNDİRİLEN ÜNİVERSİTELER

Yukarıda bahsedilen uygulamaların yanı sıra üniversiteyi zincirlere vuran birçok politika da uygulanır. Türkiye özelinde bunları rahatlıkla görebiliriz. Rektörlerin siyasi iktidar tarafından belirlenmesi, ÖTK’ların kaldırılması, atama usulü gelen akademisyenlerden tutun da uygulamalara karşı duran öğrencileri baskılamak için başvurulan zor aygıtlarına kadar hepsi bu politikalara dahildir. Bilgiyi metalaştıran, farklı alanlarda çalışma yapmayı engelleyen, üniversite özerkliğini kaldıran bu politikalar karşıtının var olması korkusuyla müfredata da el atarlar. Öğrencilerin taleplerini engellemek için onların bilincini akademi eliyle yeniden üretip tüm bu sürece engel olmalarını engellemeye çalışırlar. Nihayetinde hurafelerle dolup taşmış, bilimi belirli bir azınlığa üretmiş, parasız eğitim kavramının içini boşaltmış ve anti demokratik bir kılığa bürünmüş bir akademi anlayışı ortaya çıkar. Bu durumun varlığı onları elbette istenilen hedefe hiçbir zaman ulaştıramayacaktır. Her ne kadar öğrenciyi dönüştürmeye çalışsalar da bu tam anlamıyla meyvesini veremez.

BİZLER İÇİN BİR ÇIKIŞ YOLU

Öğrenciler ve akademisyenler kendilerine dönük bu topyekûn saldırıya karşı toplumsal bilgi üretimini yaygınlaştırmak, bilimsel bir eğitim ve tartışma ortamını oluşturmak için dönem dönem farklı şekillerde alan açmaya çalışabilirler. Bunun önemli bir örneği de 18 senedir öğrenciler tarafından düzenlenen TÜÖBİK ve benzeri kongrelerdir. Sansürsüz, bilimsel, özgür ve hiçbir sponsor almayan TÜÖBİK aslında akademiyi akademi içerisinden dönüştürme amacı güden bir kongredir. Öğrenciler tarafından oluşturulup yıllar boyu devam etmesi de öğrencinin akademiye yönelik saldırının farkında olduğunun ve buna karşı durduğunun göstergesidir. Kulüpler, topluluklar, okuma gruplarının yıl içerisinde sürdürdüğü faaliyetler sonucunda 18 yıldır toplanır ve bilgiyi öğrenci eliyle üretir. Bu üretim belirli bir kesime değil yine öğrenciye ve sonucunda halka aittir. Böylece “parasız, bilimsel ve demokratik eğitim” taleplerimizi gerçekleştirmek için hala bir imkânımızın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun için yapmamız gereken kulüp, topluluk ve okuma grupları etrafında tartışmak, bilimsel bilgi için çabalamak, öğretilenleri sorgulamak ve bu yapıları harekete geçirip akademiye ve öğrenciye yönelik saldırılara karşı haklarımızı savunmaktır. Zincire vurulmuş; hurafe, meta ve genç işsiz üretim makinasına dönen akademiyi zincirlerinden kurtaracak olan da yine bizleriz.

ÖNCEKİ HABER

Bir gün değil her gün hakkımızı savunalım

SONRAKİ HABER

Artık Koronavirüs aramızda!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa