Sınır tanımayan koronavirüs, “sınıf” tanımıyor mu?
“Sınıf tanımayan” virüsten en çok kimin etkileneceği sorusunun cevabını ise tüm bunlarla birlikte verebiliyoruz.
Helin ÇAKIR
Ankara
Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi* ilan ettiği koronavirüs, ülkemizdeki ilk vakanın Sağlık Bakanlığınca açıklanmasıyla gündemde ilk sıraya yerleşti. Virüsün nerede tespit edildiği ve ülkeye nasıl geldiği, hastaların temas ettiği kişilerin tespit edilip edilmediği gibi sorular “hasta mahremiyeti” adı altında cevapsız bırakıldı. Salgın hastalık durumunda devletin şeffaf olması gerekliliği bir yana hastalığın gizlenmesi, salgının bulunduğu ülkelere giriş-çıkışların takipsizliği bir yana yetkililerin “14 gün evde kendinizi karantinaya alın” söylemleri salgın hastalıkların yayılmasında bir çözüm olamaz. Alınan önlemlerin düzenli ve tarafsızca halka bildirilmesi ve hastalığın tanı-tedavi aşamalarının bilgilendirilmesi devletin sorumluluğudur.
Raflarda iki kat fiyata çıkan dezenfektanların, makarnaların tükenip kolonyacıların önünde sıra oluşturulduğu birkaç günü geride bıraktık. Bu süreçte de hükümetin koronavirüs pandemisinde güven vermeyen tavrı, halkı paniğe sürüklerken bilgi kirliliği de oldukça yayıldı. Bu bilgi kirliliğinin karşısında TTB’nin hazırladığı bilgilendirme** bireysel önlemlerde bizlere kılavuz olabilir. Elbette bu kişisel tedbirlerin önemini göz ardı etmemekle birlikte toplumsal tedbirler olmadan, kapitalist sağlık sisteminin doğurduklarından bağımsız yapılan analizlerle başarıya ulaşılamayacağının altını çizmek gerek.
AZINLIĞIN KARI ÇOĞUNLUĞUN SAĞLIĞIYLA ÇELİŞİR
Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs salgınında devletin uyguladığı basamaklar ve şeffaflığı oldukça önemliydi fakat salgından önce devletin izlediği politikalar, birincil basamak sağlık hizmetlerinin bulunmaması, beslenme alışkanlıkları birçok hastalığa kapı aralayan sebeplerken Çin kapitalizminin ve sağlık sisteminin koronavirüsün ortaya çıkışında büyük sorumluluğunun olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte kapitalist üretim ilişkilerinin çizdiği sosyoekonomik düzeyle sağlık arasındaki ilişki, bugün koronavirüsün ezilen sınıfın farklı sağlık tehditleriyle ve farklı risk gruplarıyla karşı karşıya olmasını doğuruyor.
Ortaya çıkışıyla ve büyük bir hızla salgın-ölüm oranlarının artmasıyla birlikte ülkemiz için de büyük tehdit oluşturan virüs uzun bir süre hükümet tarafından inkâr edildi. Tehdit büyürken aylarca alınmayan önlemleri göz önünde tuttuğumuzda koruyucu sağlık hizmeti kırıntılarının dahi olmadığı, koşullarını hazırladığı hastalığı tedavi ederken üzerine para kazanan, iş kazalarını önlemek bir yana iş kazasından korunmak için kullandırdığı araçlardan kar elde eden, performans sistemiyle hastaneleri fabrikalaştıran, ilaç sektörünün ise tamamen piyasalaştığı sağlık sisteminin kendisinin yarattığı virüs ile mücadelesine nasıl güvenebiliriz?
Kar maksimizasyonuna dayanan bu sağlık sistemi elbette işçi emekçi kesimin sağlığıyla uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Koronavirüsün ortaya çıkışı, alınması söylenen önlemlerin hayatın gerçekliklerinden kopuk olması, Çin’deki karantinanın işçi emekçilerin yaşamlarını nasıl etkilediği de bu çelişkiden bağımsız değildir.*** Marx, bu uzlaşmaz çelişkiyi şöyle açıklar: “Benden sonra Tufan her kapitalistin ve bütün kapitalist ulusların parolasıdır. Demek ki, sermaye toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın isçinin sağlığına karşı da, yasayacağı ömrün uzunluğuna karşı da vurdumduymazdır. Maddi ve manevi yozlaşmaya, erken ölüme, aşırı çalışma işkencesi konusundaki feryatlara şu karşılığı verir. Bizim kârlarımızı arttırdığı için bunlara üzülmek mi gerekir?”****
YAŞAM HAKKINI SAVUNALIM
Devlet yetkililerinin koronavirüse karşı alınabilecek önlemleri en temel insani hakları ellerinden alınmış, insanca çalışma koşullarından uzak işçi emekçilerin, hijyenik olmayan koşullarda yüzlerce öğrenciyle yurtta bir arada yaşamak zorunda olan, burslarla ay sonunu dahi getiremeyen öğrencilerin günlük yaşamından oldukça uzak olduğunu söylemiştik. Hijyenin gazetemize “Sık sık el yıkamadan bahsediyorlar da hattı bırakıp tuvalete gidemiyoruz biz. Nasıl olacak bu dedikleri?” diye soran Ford işçisinde, kalabalıktan uzak durmanın evde 9 kişi kalan ve toplu taşıma kullanan OSTİM işçisinde, sağlıklı beslenme ve düzenli uykunun, simitle kahvaltı geçiştiren, içinden böceklerin çıktığı yemekhane yemeklerinden başka seçeneği olmayan öğrencilerde karşılığı yok.
Milyonlarca işçi sağlık denetiminden yoksunken, ülkemizde tanı merkezleri Ankara, İstanbul ve Erzurum'la sınırlıyken dünyada çeşitli örneklerle gördüğümüz gibi parası olanlar kendilerince güvenli alanlara sığınırken işçi emekçiler teste dahi ulaşamıyorlar. Memleketine gidecek parası olmayan öğrencilerden bir gecede yurtlarını boşaltmalarını isteyebiliyorlar. Maddi imkanlardan yoksun işçilerden fiyatı katlanan hijyen malzemesi kullanmalarını isteyebiliyorlar.
“Sınıf tanımayan” virüsten en çok kimin etkileneceği sorusunun cevabını ise tüm bunlarla birlikte verebiliyoruz. Ve bu cevabımız, bugüne kadar sahip olduğu hakları mücadele deneyimleriyle kazanmıştır. Sistemin sunduklarına karşı yıkıcı güç olmaları ve bu sistemi toptan yok edip yeniden inşa edecek gücü birleşerek açığa çıkarmaları bugün; virüse karşı ücretsiz izinlerin acilen gündeme gelme, el ve yüzey dezenfektanlarının, cerrahi maskelerin her işyerinde ücretsiz temini, virüs testlerinin halkın en kolay ulaşabileceği şekilde yeniden planlanarak ücretsiz olması talepleriyle birleşerek yaşam haklarını savunmaktan geçiyor.
*Dünyada birden fazla ülkede veya kıtada, çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel isim.
**Koronavirüs enfeksiyonundan korunmaya ilişkin bilgi notu |TTB
*** evrensel.net/haber/396820/cindeki-emekcilerin-koronavirus-ile-imtihani
****K.Marx, Kapital, I.cilt, s.293, Sol Yayınları