Playtime’da “Tativille” üzerinden modernizm eleştirisi
“Modern mimariye karşı olsaydım en çirkin binaları gösterirdim, hiçbir mimar buna karşı bir şey söyleyemeyeceği şekilde yaptım. "
Şeyma AKCAN
Yıldız Teknik Üniversitesi
Modern mimarinin babası Le Corbusier -diğer birçok modernist mimar gibi- tasarımlarında kişisel karakteristiklerin olmadığı, mimari biçimlerin sadeleştirilmiş, “yalnızca fonksiyon" amacı güden ve süslemeden uzak bir tasarım anlayışını benimsiyor (“less is more”/ “az çoktur”). “Uluslararası mimari stil”i işaret eden modernist ideolojisine göre inşa ettiği binalar birer “yaşam için makineler”dir ve bu şekilde tasarımda daha evrensel olabilecek bir standart yaratmaya yöneliktir. Modern mimari aynı zamanda, inşaat ve yapıda çelik ve beton gibi yeni materyaller ve ilgili çeşitli teknolojiler kullanılarak teknolojinin rasyonel bir şekilde uygulamasıyla yükselmiştir.
Le Corbusier, toplumun ekonomik altyapısını değiştirmek zorunda kalmadan mimarinin gücünün bir sosyal değişimi beraberinde getirebileceğine inanmıştır. Fransa’nın ekonomisinin hızla büyüdüğü, yüksek düzeyde üretimin yapıldığı, ortalama gelirin ve tüketimin arttığı, nüfusun kentlileştiği, metropollerin büyüdüğü, büyük şehirlerde büyük iş merkezlerinin kurulduğu ve “verimliliğin” önem kazandığı bir dönem olan 30 Glorious (1946-1975), modern mimarinin yükselişinin olduğu bir dönemdir.
YENİ “REFAH” ANLAYIŞI İLE GELEN “TATMİN”
Modernleşmeyle birlikte insanların yaşam tarzlarındaki değişim ani ve derinlemesine dönüşümlerle oldu: elektrikli mutfaklar, “özellikli” arabalar, dönüştürülebilen koltuklar gibi modern yaşamın bütün kolaylıklarıyla dolu bir ev, en büyük refah kaynağı haline geldi. En nihayetinde tüketim kültürü etrafında inşa edilmiş yeni bir “tatmin/mutluluk” fikri/ideolojisi yaratılmış oldu. (Playtime 4, Mon Oncle, 3)
Tati, Playtime’da Tativille adında 6 ayda yarattığı bir mini-metropolis olan Paris şehrini Le Corbusier’in benimsediği tasarım anlayışına göre tasvir ediyor. Tati, birbirlerinin tıpatıp aynısı olan binalarla dolu olarak yarattığı kentin modernitesi içinde/yüzünden “kaybolup giden” insanların gülünç hallerini kendi mizah anlayışıyla gösteriyor filminde. Böylece modern şehir yaşamının korkunçluğu ve banallığı; insanların Paris’e sırf birbirlerinin birebir aynısı olan binaları görmek üzere gelmesi, eşsiz birer sanat eseriymiş gibi fotoğraflarını çekmesi ve hatta yanıp sönen ışıklı tabelaları görünce büyülenmeleri üzerinden tasvir ediliyor. (Playtime, 2 ve 3)
Mr. Hulot her yerde görebileceğimiz, modern yaşamın aşırılıkları içinde bunalmış, sıradan ve evrensel bir karakterdir. Özellikle Mon Oncle (1958)’da, geleneksel bir yaşam tarzına sahip (düzensizlik, acayiplik/yenilik, resmiyetsizlik) Mr. Hulot’nun yanında, modern bir yaşam tarzını da (düzen, tekdüzelik, resmiyet) Mr. Hulot’nun kız kardeşi ve ailesi aracılığıyla görüyoruz. (Mon Oncle, 1 ve 2)
GENİŞ AĞIN BİR PARÇASI OLAN İNSANLAR
Playtime, Mr. Hulot karakteri üzerinden bu ultra modern kent Paris’te insanın modernizmin aşırılıklarına ve duyarsızlığına karşı verdiği savaşı “gag”lerle gülünç bir şekilde bize aktarıyor ve burada Mr. Hulot’nun yalnızca bir gözlemci olduğunu görüyoruz.
Filmin gerçek yıldızı; çelik, beton ve cam ile kurduğu şehir Tativille’dir aslında. Burada şehir ve etkisi altındaki yaşam tarzı Mr. Hulot’nun kafasını karıştıracak veya yolunu kaybettirecek bölmelere, kutucuklara veya da hücrelere ayrılmıştır. Burada insanlar; yalnızca odacıkların, tıpkısının aynısı apartmanların, camdan duvarların, asansörlerin, kaldırımların ve asfalt yolların geniş ağının küçük birer parçalarıdır. (Playtime, 1)
Özellikle Mon Oncle’de geometrik biçimli yapı ve eserlerin çoğu zaman fonksiyonel bile olmadığı göze batıyor. Bunun yanında Tati, moderniteye ve onun toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri üzerindeki etkisine karşı her zaman olumsuz bir eleştiri yapmaz. Filmlerinde modernitenin absürtlükleri ve aşırılıkları her ihtimalde distopik bir karakteristiğe varmaz çünkü bu her zaman için korkulan ve istenmeyen bir durum değildir ama yine de bir abartıdır.
Tati; modern mimariyi korkunç veya iğrenç bulmadığını, mimariyi kendi başına değil de modernist bireylerle tüketim kültürünü eleştirdiğini ayrıca şu şekilde de belirtiyor: “Modern mimariye karşı olsaydım en çirkin binaları gösterirdim, hiçbir mimar buna karşı bir şey söyleyemeyeceği şekilde yaptım. Elimden geldiği kadar en iyilerini aldım, bu binalar güzel.”
Tati; detaylarla donattığı sahnelerin çekimlerini uzun sekanslar, geniş açılar ve alan derinliği kullanarak seyirciye istediği yere odaklanabilme özgürlüğü tanıyor. Tek renk tonuyla yaratılan kasvetli ortamlardan restoranın görüldüğü sahnede hareket ve ses kullanımı, katmanlı olması ve sahnenin donanımlı olması bakımından izleyiciye birden fazla olayın tek çekimde keşfedilmesini sağlıyor. Böylece karakterlerin kendilerine modern Fransa tarafından empozeedilen katı ve kişiselliği yıkılmış değerlere karşı çıktıkları bir kargaşa ortamı tasviri, izleyiciye kullanılan detaylı çekim tekniklerinin de katkısıyla aynı anda birden fazla algı deneyimi yaşatıyor. Playtime; kentleşme ve modern mimari sistemin getirdiği kaçınılmaz değişimlere rağmen kendi içinde renkliliğini, çeşitliliğini ve orayı kendilerine ait kılacak karakteristiğini koruyabilecek insanların küçük hikâyelerinin gösterilmeye değer bulunduğu renkli bir sahneyle de son buluyor.