Koruyucu hizmetler kâr getirmediği için tercih edilmedi
Dünyanın her yanında milyonlarca işçi, emekçi, yoksul, işsiz ve evsizler, mülteciler aleyhine tablo çok daha ağırken, kapitalistler çoktan malikânelerine, adalarına, saraylarına saklandı.
Fotoğraf: Pixabay
Şükran DOĞAN
Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Yoksulluk, yolsuzluk, kriz, deprem, şiddet, savaş derken şimdi de Koronavirüs salgını ile karşı karşıyayız. Çin’de ortaya çıkan, ilk günlerde ülkemizde bilimdışı ve ırkçı argümanlarla küçümsenen salgın, tüm ülkelere yayıldı. Türkiye’de varlığının kabulünün hemen ardından Dünya Sağlık Örgütü (WHO) koronayı “pandemi” (dünya çapında salgın) olarak tanımladı. Sonraki günlerde ülkemizde vaka sayısı artmaya, ‘tedbirler’ alınmaya başlandı. İlgili bakanların "şeffaflık" ve “gereken önlemleri aldık” söylemleri halkı rahatlatmadı.
Maskeden kolonyaya hijyen malzemeleri denetime takılmadan, fahiş fiyatlarla satılır oldu. Alındığı söylenen önlemler patronların insafına bırakıldı. Yoksul halkın hijyen malzemelerine ulaşıp ulaşmadığı iktidarın derdi olmadı. Bu uygulamalar kapitalist sistemin kimin çıkarına işlediğini bir kez daha gözümüze soktu.
Korona salgını ile birlikte, ülkelerin sağlık sistemleri de tartışılır olmaya başladı. Peki, Türkiye’nin sağlık sisteminde neler olmuştu kısaca hatırlayalım;
- Türkiye’de sağlıkta özelleştirmenin tarihi daha eski olsa da sistemin altüst oluşu AKP iktidarı ile başladı. Genel Sağlık Sigortası (GSS) yasası herkesi şemsiyesi altında toplayacaktı. Sonuç; bugün 5 milyon kişi GSS prim borcu nedeniyle kapsam dışında.
- Herkesin bir telefonluk mesafede aile hekimi olacaktı. GSS’li olanlar bir aile hekimine kayıtlı ama birinci basamak önceki gibi değil. Sadece gideni değil, gitmeyen gebe, anne, bebek ve aşı takibini adrese dayalı olarak yerinde yapan, bulaşıcı ve salgın hastalıkları yerinde tespit edebilen, koruyucu hizmet veren sağlık ocağı sistemi kalmadı.
- Muayene, ilaç ve tedavide ilave ödeme, katkı-katılım payları giderek arttı. Vatandaşa daha yakın mesafede olan devlet hastaneleri kapatılarak, ulaşım açısından uzak yerlerde devasa binalarda toplanarak özel şirketlerin yönettiği şehir hastanelerine dönüştürülüyor. Tıp Fakülteleri de dahil tüm hastaneler sağlık emekçilerine performans dayatması ile adeta birer işletme oldu. Bütçeden ayrılan payın giderek azaldığı hastanelerin gelirleri baktıkları hasta, yaptıkları ameliyat kadar,
- Türkiye’nin piyasayı da düzenleyen tek ilaç fabrikası, özel sektörün önünü daha fazla açmak için yıllar önce kapatıldı.
- Çalışanların primlerinin toplandığı SGK, toplanan paraları devlet hastanelerinden çok özel hastanelere aktaran bir kuruluş haline getirildi.
- Sağlık kuruluşlarında görüntüleme, bilgi işlem, laboratuvar, temizlik vb. hemen tüm hizmetler özelleştirildi. Çalışanların iş güvenceleri yok edildi.
- Kısaca; sınırlı da olsa kamu eli ile verilen sağlık hizmetlerine dahi tahammül edilmeyerek emperyalist kapitalist sistemle tam uzlaşı halinde piyasacı bir sağlık sistemi temel alındı.
Sebep, kapitalizmin kar isteği. Kapitalistler için insanın ve toplumun sağlığına yönelik hizmetler bir hak, bir zorunluluk değil, şirketlerinin kar edeceği hizmetlerdir. Bu nedenle koruyucu hizmetler kar getirmediği için tercih edilmezken tedavi edici hizmetler daha karlı olduğu için kışkırtılır.
Özelleştirme uygulamaları öyle allanıp pullandı ki; halk özel hastanelerden çok fark ödemeden daha iyi hizmet alacağına ikna edildi. Ama sonuç öyle olmadığı gibi salgınla da gördük ki, virüs kapan hastaların tedavisi yine devlet hastanelerinde yapılmakta, karantina bölümleri oralarda açılmaktadır. Zira özel sağlık kuruluşları yatırımlarını kar getirici bölümlere yapar.
Kapitalizmin bağrında Avrupa ve ABD de salgın krizine karşı insanlar evlere kapanarak korku içinde beklerken, piyasaların işlemesi, sermayenin selameti için önlemler ön plana geçmiş durumda. Oysa yeterli önlemler alınmadan üretime devam eden fabrikalarda işçiler İtalya’da olduğu gibi ancak greve giderek taleplerini kabul ettirebiliyor. Türkiye’de Ford’un 30 Mart-4 Nisan arası üretime ara verme gerekçesi “yurt dışındaki üretim tesislerinde oluşan kesinti,” yoksa işçilerin sağlığı değil.
Yine salgın gösterdi ki; dünyanın her yanında milyonlarca işçi, emekçi, yoksul, işsiz ve evsizler, mülteciler aleyhine tablo çok daha ağırdır. Bu kesimlerin normal zamanda da sağlık hizmetlerine ulaşımı sorunludur. Milyonlarca insan salgının doğrudan hedefi durumundayken kapitalistler çoktan malikânelerine, adalarına, saraylarına saklandılar bile.
Sağlıklı konut, içme suyu, sağlıklı ve dengeli beslenme, iyi bir iş, iyi bir gelir ve sosyal güvenlik kapsamında olmak her insanın temel hakkıdır. Bunlar olmadan sağlıklı olunamaz. “Paran kadar sağlık” anlayışı ile toplumun sağlığı her zaman risk altında olacaktır.
Kar için değil, halkın sağlığını temel alan sağlık sistemi; herkese eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir sağlık hizmeti mümkündür. Mümkün kılacak olan da işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu salgın günlerinde yaşadıklarımızın bir daha yaşanmaması buna bağlıdır. Şimdi, bugün ise kişisel hijyen önemli ama toplumsal önlemlerin de olması koşuluyla. Fabrika ve işyerlerinde yeterli önlem alınmadan risk altında çalışmanın dayatılmasına karşı kendimizin, arkadaşımızın, toplumun sağlığına sahip çıkma zamanı.