Selma Gürkan: Kapitalizm yarattığı sorunları çözmez, çare işçilerin iktidarı
EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan koronavirüs salgını, fabrikalardaki durum ve sistem tartışmalarına ilişkin konuştu.
Fotoğraf: Burcu Yıldırım/EVRENSEL
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Dünyayı ve Türkiye’yi saran koronavirüs salgınıyla kapitalizmin doğa ve insan üzerindeki yıkıcılığının iyice açığa çıktığına dikkat çeken Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan, sistem tartışmalarına işaret etti. Güncel talepleri reddetmediklerini anlatan Gürkan, “Sistemin yarattığı sorunların sistemin içinde çareler üreterek çözülmeyeceğini biliyoruz. Çözüm işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarıdır” dedi.
Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan koronavirüs salgını, fabrikalardaki durum ve sistem tartışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Dünya, Çin’de başlayan koronavirüs salgınıyla mücadele ediyor. Yapısı biyolojik olan koronavirüsün yayılma sürecinin tamamen sınıfsal olduğu gözlemleniyor. Koronarivüsün ortaya çıkması ve yayılması sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya ilk kez bir salgınla karşı karşıya değil. Veba, kolera, tifüs, Sars, Mers ve Kuş gribi gibi salgınlar geçmişten bu yana çok can aldı. En eski salgınlardan beri bilimin gelişmesi sayesinde insanlık salgınla mücadele konusunda epey araç, malzeme ve deneyim üretti. Virüs sınır da sınıf da tanımıyor. Fakat çalışma ve yaşam koşulları aynı olmayan insanların bu virüsten etkilenme biçimi sınıfsal. Virüsün bulaşma ihtimalini ve ölümcül seyrini artıran bağışıklık sorunları doğrudan doğruya yaşam ve çalışma koşullarıyla ilişkili. Ayrıca her kesimin tedavi olanaklarına ulaşımı da eşit değil. Daha salgın başlar başlamaz bakıcıları, özel doktorlarıyla satın aldıkları adalara çekilen süper zengin kapitalistler de var bu dünyada. Üst sınıf mensuplarının karantina önlemleriyle kendilerini koruyamayan emekçilerin salgınla ilişkisi aynı olmuyor. Kapitalizmin tek ölçüsü kârdır. Bu yüzden “Evde kal” çağrılarına rağmen emekçilerin ihtiyaçları karşılanarak üretim ve hizmet sektörü durdurulmamıştır. Esas olarak halkın salgından nasıl etkileneceği değil, pazarın, piyasaların ve borsanın nasıl etkileneceği öncelikli olunca emekçilerin sağlığı hiçe sayılabiliyor.
Koronavirüs sayesinde sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin ve ticarileştirilmesinin halk sağlığını nasıl tehdit ettiğini de görmüş olduk. Neoliberal politikaların neye mal olacağını anlatarak mücadele ederken siyasi iktidarlar bu sesin duyulmaması için ellerinden geleni yaptılar. Gerçi hâlâ söylenenlere kulak tıkıyorlar ama süreç bu mücadeleyi haklı çıkardı.
İtalya, İspanya, Fransa’da ortaya çıkan durum yaşananlardan ders çıkarılmadığını da gösteriyor. Türkiye de aynı yolda ilerliyor. Salgının önlenmesinde hijyen ve fiziksel mesafelenme gibi tedbirler bakanın dediği gibi vatandaşın ‘kişisel OHAL’ yaratmasına bırakıldı ve devlet bu mesafelenmenin ekonomik kaynaklarını yaratmadı. Bireysel bilinç ve hassasiyet ise değişkendir, esnektir; virüsün hızlı yayılmasının sebebi de bununla doğrudan ilişkilidir. Ayrıca umre olayında olduğu gibi fiziksel mesafelenmede zaaflı davranışın başını çeken iktidarın ta kendisidir.
Sağlık hizmetlerinin durumu da ortaya çıktı. Yetkililer İtalya’nın rahat davrandığını söylüyor ama bizde yapılan da farklı değil. Yurt dışından T.C. vatandaşlarının ülkeye transferi sırasında sadece termal kamerayla ateş ölçülmesi yeterli göründü. Kamuoyu umreden denetimsiz gelişlere tepki gösterince apar topar öğrenci yurtları boşaltıldı.
Salgının hızla yayılmasında kapitalist kâr önceliği kadar muhafazakar faydacılığın, gerekli tedbirlerin zamanında, usulüne uygun alınmamasına sebep olan zihniyetin; tecrübe biriktirmeye değil de anlık kararlara zemin açan tek adam rejiminin de rolü var. O yüzden bizdeki yıkımının daha derin olacağını söyleyebiliriz.
"TOPLUMSAL HAYAT EMEKÇİ ODAKLI YENİDEN ORGANİZE EDİLMELİ"
Sağlık meslek örgütleri başta olmak üzere muhalefette hükümetin süreci şeffaf yürütmediğine dair eleştiriler var. Parti olarak Hükümetin koronavirüs politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce süreç nasıl yönetilmeli?
Verilen bilgilere güven yok bir defa. Gerçek verilerin saklandığı kanısı yaygın. Yapıldığı açıklanan test sayısı yetersiz, açıklanan vaka sayısı, test sayısının yaklaşık yüzde 7-8’ine tekabül etmekte. Dolayısıyla test sayısı arttığında pozitif sonuçların daha fazla çıkacağına dair görüşler var ve bunlar çok mantıklı.
Bilim Kurulu oluşturulmuş, içinde sağlık alanında faaliyet yürüten meslek ve emek örgütleri yok. En başından itibaren halk sağlığı için kaygı duyan TTB, SES gibi örgütler sürecin dışında. Kaygı düzeyinin yükseldiği dönemler abartılmış, söylentiye dayanan haber ve bilgilerin dolaşımını kolaylaştırır; panik ve infial yaratır. Bu kaotik durumun oluşmaması, halka güven verecek bir atmosferin yaratılması için bakanlığın sağlık meslek örgütleri, sendikalar ve derneklerle sıkı bir iş birliği ve koordinasyonu gereklidir. Ama maalesef bu yapılmıyor. İktidar, salgına karşı mücadelenin aciliyeti ortadayken HDP’li belediyelere kayyum atarsa tecavüzcü, katil, mafya liderleri, uyuşturucu tacirleri, hırsız ve dolandırıcıyı serbest bırakacak bir yargı paketini alelacele gündeme alırsa, konut kredilendirme oranını artırmayı salgın paketine eklerse halk bu iktidarın salgınla mücadelede samimiyetine elbette inanmaz. Bu süreçte yapılacak iş belli. Etkin bir sağlık hizmeti, sağlık kurumlarının ve hastanelerin salgın durumuna göre yeniden planlanması, verilerin doğru iletilmesi, kurumlarla, emek ve meslek örgütleriyle iş birliği ve şeffaflık. Ayrıca toplumsal hayat, iktisadi tedbirler alınarak emekçi odaklı yeniden organize edilmelidir.
İŞÇİ VE EMEKÇİ İKTİDARI ÜTOPYA DEĞİL
Salgının olduğu ülkelerde sağlık politikaları hızlı bir şekilde tartışılır ve sorgulanır hale geldi. Kapitalizme ya da izlenen politikalara karşı alternatifler de tartışılmaya ve konuşulmaya başlandı. Kapitalist ülkelerdeki hükümetlerin politikalarına karşı, işçilere ve emekçilere sizin alternatif öneriniz nedir?
Biz halk ve kişi sağlığını dokunulmaz bir yurttaşlık hakkı ve parasız bir kamu hizmeti olarak kabul ederiz. Hastanelerin özelleştirilmesinin durdurulmasını, özel sağlık kurumlarının kamuya devrini savunuruz. Tüm koruyucu, birinci basamak ve sağlık hizmetlerinin ayrımsız, parasız, kolay ulaşılabilir olması gerekir. Sağlık kurumlarının yeterli sayıda personel, donanım ve tıbbi malzemeyle nitelikli hizmet verecek biçimde yeniden örgütlenmesi gerekir.
Bugün salgının hızla yayıldığı dünyada kapitalist sistemin sağlık politikaları tartışılıyor, sorgulanıyor. Bizde de Sağlık Bakanlığı genelgesiyle salgın süresince özel hastaneler bakanlık emrinde hizmet verecek. Salgın süresince ortak hizmet yetmez, biz özel sağlık kurumları ve hastanelerinin kalıcı olarak kamuya devrini savunuyoruz. Ayrıca her durumda olduğu gibi din de istismar edilmeye başlandı. Hurafeler yayılıyor, insanı beklentisizliğe ve önlemsizliğe iten tevekkül kışkırtılıyor ama bunlar eskiye oranla daha çok bilimsel gerçeklere çarpmak zorunda kalıyor. Hiçbir şey söylenmese bile nesnel durumun kendisi bir eleştiri gücü olarak ortaya çıkıyor. Evrim yeniden tartışılıyor mesela. Katı olan buharlaşıyor.
Salgın sayesinde kapitalizmin doğa ve insan üzerindeki yıkıcılığı iyice açığa çıktı ve bir yandan dünyada da bizde de sistem tartışmasını başlattı. Sosyal devlet, adaletli bir paylaşım, sağlığın bir kamu hizmeti olarak yeniden planlanması gibi sistemi restore edecek yöntemler bir seçenek olarak sunulmaya başlandı. Güncel talepler için mücadeleyi reddetmiyoruz elbette ancak, sistemin yarattığı sorunların sistemin içinde çareler üreterek çözülmeyeceğini de biliyoruz. Çözüm işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarıdır; halkın devrimci demokratik iktidarı ile birlikte sosyalist toplumun inşasıdır. Gerçek bir demokrasi, doğanın korunmasından, sağlıklı bir toplumun inşasına, üretimin ve toplumsal hayatın yeniden örgütlenmesine kadar kapitalist sistemi alaşağı eden ve yeni bir toplumu yaratacak bir sistem tartışmasıdır bu. Bir distopya gibi yaşadığımız bugünlerde bu, bir ütopya değil artık ete kemiğe bürünmüş bir seçenek olarak ortaya çıkıyor.
"ZORUNLU ALANLAR DIŞINDA ÜRETİM GEÇİCİ OLARAK DURDURULMALI, ÇALIŞANLAR ÜCRETLİ İZİNLİ SAYILMALI"
Partinizin fabrikalara dair gözlemleri nelerdir? İşçiler arasında yürüttüğünüz faaliyetler sırasında partinizin salgınla ilgili öne çıkardığı noktalar hangileri? Önerileriniz neler?
Cumhurbaşkanı’ndan bakanlara, medyaya kadar herkes “Evde kal” çağrısı yapıyor da çalışmak zorunda kalanlar için bunun nasıl olacağına dair bir tedbir yok. Fabrikalar, atölyeler faaliyette. Hizmet sektörü çalışmaya devam ediyor. Evde kal çağrısı aslında evden çalışabilenlerin, eğitim kurumlarındakilerin, esnek çalışanların, belli bir yaşın üstündekilerin eve gönderilmesi suretiyle aslında yetersiz ve hazırlıksız sağlık sisteminin rahatlamasını sağlamaya yönelik. Dışarıda milyonlarca işçi dip dibe çalışırken evde kalanların da çalışanların da sağlığı risk altında kalmaya devam ediyor. Bu umurlarında değil, sadece sürece yaymaya çalışıyorlar.
İşçiler üretimin durdurulduğu yerlerde de ücretsiz izne mahkum ediliyor. Çok sayıda işten çıkarma var. Kırk katır, kırk satır misali işçiye ya salgından öl ya da açlıktan deniyor. Açık işletmelerde de yeterli tedbirler alınmıyor. Yaygın dezenfektan temininden, tuvalet, soyunma odalarının hijyenine kadar fazlasıyla sorun var. Toplu çalışma yerleri insanların mesafelenemediği alanlar ve işçiler en ağır risk grubundalar.
Partimiz salgın sürecinde sağlık, temizlik, gıda, enerji, iletişim gibi acil, gerekli ve zorunlu alanlar dışında kalan üretim ve hizmet birimlerinin geçici durdurulmasını ve çalışanların ücretli izinli sayılmasını öncelikli talep olarak ileri sürüyor ve çalışmalarını böyle sürdürüyor. İşsizler için koşula bağlı olmadan işsizlik maaşı ödenmesi, işten atmaların yasaklanması, çalışılması zorunlu hallerde çalışma saatlerinin azaltılarak düzenlenmesi ve sağlık taramaları, temizlik ve dezenfektasyon işleminin işyerlerinde gerektiğince yapılması gibi talepleri gündeme getiriyor ve çalışmamızı bu eksende yürütmeye devam ediyoruz.
İşçiler sadece kendi sağlıkları için kaygılanmıyor, ailelerine de virüs bulaştırma endişesi içindeler. Temizlik ve hijyen koşullarının sağlanması, sık sık doktor kontrolleri gibi talepler öne çıkıyor. Karşılanacağından fazla ümitli olmasalar da ücretli izin, kira ve banka borçlarının ertelenmesi gibi beklentileri de var ve maruz kaldıkları muameleye öfke duyuyorlar. Taleplerin ne olduğu ortadadır ama bu taleplerin nasıl elde edileceği esas sorundur. Tabii ki bunun için mücadele ediyoruz ve edeceğiz. Ayrıca ‘Lütfen işçileri işten atmayın’ diye yalvaran sendika bürokratlarının borusunun öttüğü bir yerde sınıfa karşı sorumlu sendikalara da bu anlamda büyük görev düşüyor.
"TEK ADAM REJİMİNDE DE SERMAYE YANGINDA İLK KURTARILACAK OLUYOR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronavirüse karşı hem tıbbi hem de ekonomik tedbirlerini açıkladı. Erdoğan’ın açıkladığı paketin içeriğine ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Erdoğan’ın açıkladığı paket kalkan adını taşıyor ve gerçekten de sermayeyi bir kalkan gibi korumayı hedefliyor. Sermaye sınıfı için vergi ve kredi borçları ertelemeleri, KDV indirimleri, finansman, asgari ücret ödemesinin kolaylaştırılmasını sağlayan bu desteklerin kalem kalem belirtildiği geniş bir destek paketi. Bu paketle sadece TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve diğer patronlar, burjuvalar neşelenmiştir. 12 Eylül’de de işçilerin bütün hakları tırpanlanırken TİSK Başkanı Halit Narin “Şimdi gülme sırası bizde” demişti. Fakat zaten bu ülkenin burjuvazisi, işveren sınıfı gülmekten ağzını toplayamıyor hiç. Tek adam rejiminde de sermaye, yangında ilk kurtarılacak oluyor…
Pakette halk yok mu? Var elbette. Halka kredi kolaylığı sağlanarak borçlanın deniyor; dua, sabır, kolonya tavsiye ediliyor. Bu paket işçi ve emekçilerin biriktirdiği öfkeye karşı yüzsüzce hazırlanmış bir kalkandır. Fakat halk bunları görüyor ve hoşnutsuzluk birikiyor. Kısa günün kârının peşine düşen ve böyle bir krizi fırsata çevirmeye çalışanlar için de bu durum çok açık ama huylu huyundan vazgeçmiyor. Ne diyelim emekçilerin de kendilerini savunmak üzere ele alacakları bir kalkan elbette var ve bunun zamanı da çok uzak görünmüyor. Bu kara günler böyle bir mücadeleye de gebe.