OSTİM’de çalışan işçiler: Panikleyeceğiz de durumumuz müsaade etmiyor
OSTİM'de işçilerin ruh hali bireysel olarak ufak tefek değişiklik gösterse de, muhatap oldukları maddi gerçekler onlara korkularını paniğe çevirecek lüksü vermiyor.
(Fotoğraf: Evrensel)
Ayhan AYDOĞAN
Ankara
Diğer iller için de genellenebilir mi bilmiyoruz ama Ankara’da işçilerin yaşadığı semtlerdeki zincir marketlerde panik alışverişi havası pek yok. Bunun tersine, Çankaya, Ümitköy gibi daha yüksek gelirli insanların semtlerindeki marketlerin kuru bakliyat ve temizlik malzemeleri ise kısmen talan edilmiş durumda. Bu durumdan çıkışla OSTİM’deki işçilerle, salgın sürecinin panik kısmını, salgının hayatlarında ne gibi değişikliklere yol açtığını konuşmaya gittik. Paniklemeyip marketlere koşmamalarının biraz seçeneksizlikle, bu seçeneksizliğin de büyük ölçüde işçilerin üretim ilişkilerinde aldığı pozisyonla alakalı olduğuna iyice bir ikna olup döndük.
"PELTEMİZ ÇIKMASA MARKETİ KOVALARIM"
Keçiören’de çalışan kırklı yaşlardaki bir metal işçisine evine erzak doldurup doldurmadığını sorduğumuzda kısaca ‘hayır’ cevabını aldık. Nedenini sorduğumuzda ise uzunca şu cevabı aldık: “İlk gün biz de bir gerildik ama sabah kalkıp işe geldik. Yolda her şey aynı, fabrika da eskisi gibi kalabalık, yoğun çalışıyoruz, eve döndüm toplu taşımayla, yine her şey aynı. Sonra alışverişe mi çıksam diye düşünürken oturduğum yerde uyuya kaldım. Ertesi gün yine aynı. Belki evden çalışma, evde kalma imkanımız olsa, burada on iki saat geçirmeyip peltemiz çıkmasa, ben de marketleri kovalarım, oraya buraya zıplarım ama paniklemeye fırsatımız da, canlılığımız da olmuyor ki. Elimde bir iki tane şansım olsa, onu mu yapayım bunu mu yapayım derdine düşerim ben de elbet. Her gün mecburi istikamet buraya gelince, ‘Lan acaba öyle mi yapsam’ gibi bir şansı olmayınca insanın durum böyle oluyor.” ‘Keçiörenli Ağabey’in yanından ayrılırken ardımızdan tekrar sesleniyor: “İşi bırakıp evde oturursam belki gezerim market market ben de alırım bir şeyler. Gerçi işi bırakınca da param olmaz yine gezemem. Bak işte yine seçme şansım yok gördün mü!”
"MUCİZE HAKKIMI BURADA KULLANACAĞIM"
Mamak’ta oturan başka bir işçiyle yine aynı soru üzerinden konuştuğumuzda ise farklı yollardan yine aynı yere çıkan bir cevap alıyoruz. Mamaklı işçi de bize ilk başlarda çok korktuğunu ama her gün işe gide gele korkusunun geçtiğini söylüyor ve ekliyor: “Benim şunu aklım almıyor, eğer cidden anlatılan kadar önemli bir durum olsa herkesin evde kalması gerekliyse, bizi herhalde böyle işe yollamazlar. Bizi yönetenler de psikopat değil, öldürecek adam aramıyorlardır ya oturdukları yerde. Ha eğer durum cidden gerçekse de, bu adamlar bizi gözden çıkarmış bizi eve sokmayacaklar, biz durmadan çalışacağız demektir, e öyle olunca da zaten fazladan bir erzaka ihtiyaç olmuyor.”
Erzak yığma muhabbetine biraz ara verip işçilere bu süreçteki genel durumlarını, ruh hallerini soruyoruz. Metronun yakınlarında rastladığımız bir işçi eğer salgına yakalanmazsa şans oyunları oynamayı bırakacağını söylüyor. Bağlantıyı kuramayan boş gözlerle bakınca kendisi anlatmaya devam ediyor kaldığı yerden: “Amcamlardan, babamgilden hikayeler dinleyerek büyüdüm ben. Hepsinin ‘Ah onu şöyle yapsaydım, o an orda olsaydım’ dediği bir durum var. Ben insanlara hayatta bir kere büyük bir şans doğacağını düşünüyorum. O yüzden de iddia da yüksek ganyanlı kuponlar yapmayı, sayısal oynamayı severim, sanki bana hayat buradan el verecekmiş gibi gelir. Bu salgın sürecinde aha bugün Prens Charles bile şifayı kapmış. Sarayında milletten uzak bu adamın korona olduğu yerde bizim gibi hayata normal devam eden yüz kişiyle sıkış tepiş çalışan insanların virüsü kapmamaları bildiğin mucize olur. Eğer ben hayattaki mucize hakkımı da burada yiyeceksem ondan sonra niye oynayayım ki. En azından cebimizde üç kuruş para kalır.”
"PATRON BAHÇESİNE PREFABRİK CAMİ YAPTIRDI"
Plastik fabrikasında bir işçiyle de yine korkup korkmadığını, hayatında bu süreçte önemli değişiklikler olup olmadığını sorarak başladığımız bir sohbete giriştik. Plastik işçisi de korktuğunu ama ne yapacağını bilmez bir hale gelmediğini önceki işçilere benzer sebeplerle açıklıyor. Bu salgın sürecinde hayatında değişen başka bir şey olup olmadığını sorduğumuzda ise patronuyla olan Cuma namazı ilişkisini şöyle anlatıyor: “Ben beş vakit olmasa da cumaları kaçırmayan bir adamım. Bu salgından sonra cumayı bıraktık. Geçen çarşamba patron aradı bizi bir yere yolladı. Gittiğimiz yer prefabrik cami yapan bir yermiş, oradan modülleri sırtladık. Adam bir haftada yetmiş tane minyatür prefabrik cami yapmış. Neyse biz patronun Gölbaşı’ndaki villasının bahçesine gidip bahçeye minyatür beş kişilik cami kurduk. Bu şantiyeler için yapılan geçici camilerin küçük halinden. Bir de içerdeki havayı dışarı atan klima taktık. Patron sırf dört kişilik cemaatle Cuma namazı kılabilmek için bahçesine seyyar cami yaptırdı. O kadar zahmet çektik bizi de cemaate katar dedik. O gitti diğer patronlarla cuma kıldı. Günahımızı sevabımızı her şey bitince öğreneceğiz ama eskiden radyodan maç verilirken, arada bağlanılır dakika skor verirlerdi ya işte bir imkan olsa da şu cumalarda patrona sevap bize günah yazdı mı bir öğrenebilsem. Valla eğe öyleyse ben istemem böyle din. Bak hiç cuma kaçırmayan birisi olarak söylüyorum bunu.”
OSTİM'DE ATÖLYELER VIZIR VIZIR ÇALIŞIYOR: ARKADAŞI TESTE YOLLADIK BİZ HÂLÂ ÇALIŞIYORUZ
Kadir ÖRNEK
Doğucan ERDOĞAN
Ankara
OSTİM’de koronavirüs salgınına rağmen çoğu atölye tam kapasite işliyor. Bunlardan biri de kargo şirketi. İşyerinin kapısında görüştüğümüz Ahmet, biz gelmeden yarım saat önce bir iş arkadaşlarını korona şüphesiyle test olmak için hastaneye yolladıklarını anlattı: “İşte o gitti şimdi, eğer pozitif çıkarsa biz de gidip test olacağız.” Fakat hâlâ çalıştırılıyorlar. Şirket tarafından eldiven dağıtılmış, “Bir iki saatte bir değiştirin” dedikten sonra yine hadi işbaşına!
“Hiç işleri durdurmaya yönelik bir söylenti var mı?” diye sorduğumuzda Ahmet şunları söyledi: “İlla birimiz ya öleceğiz ya hastalık teşhisi konulacak. O zaman durdururlar, yoksa ölene kadar çalıştırırlar. Baksanıza şu an bir arkadaşımız ateşi olduğu ve öksürdüğü için teste gitti. Pozitif çıkma ihtimali var ve biz hâlâ kapı kapı paket dağıtıyoruz. Belki biz de hastayız ve herkesin sağlığını tehlikeye atıyoruz. Bunu bilmiyorken çalışmamız hiç doğru değil.”
SALGIN BİLE PATRONLARIN YÜZÜNÜ GÜLDÜRDÜ
Ahmet’in yanından ayrılıp birkaç sokak daha geziyoruz. Bu sefer bir plastik fabrikasının önünde alıyoruz soluğu. Tabi öyle rahat rahat soluk alınmıyor plastik kokusundan. Furkan henüz 23 yaşında, üç yıldır bu firmada çalışıyor. İşlerin çok yoğun olduğunu söyleyen Furkan “Dezenfektan kutuları, kolonya kapları derken işler neredeyse 3-4 katına çıktı, her gün mesai yapıyoruz. Salgın bile patronların yüzünü güldürdü” dedi. Salgın olmasa dahi sağlıksız koşullarda çalıştığını söyleyen Furkan devam etti: “Saatlerce buradayız her gün kamyon kamyon mal geliyor. Ne bir temizlik ne bir önlem Allah’a emanet çalışıyoruz burada.” İşlerin durup durmayacağını sorunca başlıyor kahkaha atmaya Furkan: “Abi hiç durdurur mu işleri böyle bolluktayken patron? O paraya bakar; biz ölmüşüz, hastalanmışız umurunda mı?” İş yoğunluğunu sorduğumuzda düne kadar çift vardiya çalıştıklarını şimdi bütün vardiyaların birbirine karıştığını söylüyor. Herkesin, her gün zorunlu mesaiye kalığını dile getiren Furkan, “Anlayacağınız öyle evde kalmalık bir durum yok, biz aksine daha çok işte kalıyoruz” diye konuştu.
"MESAİ VERİYOR AMA ONU DA MI ALMAYALIM?"
Bu kadar yoğun çalışmanın karşılığını alabiliyor musunuz dediğimizde Furkan, şunları anlattı: “Hakkını yemeyelim abi, kuru gıda yardımı yaptı. Nerden baksan 200 liralık koli yaptırmış. Maaşın üstüne günlük 3 saat mesai ücretimizi de alıyoruz ama bunu da mı almayalım artık? Bir kutu yaptırmış çok mu? Biz her gün adamı zengin ediyoruz, bir parmak bal çalmış ağzımıza susalım çalışalım diye.”
Peki ya bu ürünlerde fiyat artışı yaptı mı patron diye soruyoruz. Aldığımız cevap “Düne kadar fısfıs yağ çöz için ürettiğimiz kutuları şimdi dezenfektan firmalarına yolluyor. 90 kuruş olan aynı kutuları şimdi 2-2.5 liraya satıyor” oldu. Furkan sağa sola bakıp “Abi ben gideyim patrona biraz daha kazandırayım, umarım burada hasta olup eve taşımayız onca yaşlı var evde” diyerek fabrikaya döndü.
"SOKAĞA ÇIKMA YASAKLANSA BİLE ÇALIŞTIRIRLAR"
Biz de başka bir atölyenin yolunu tutuyoruz. Caner tokalaşmıyor bizle “Koronadan değil, ellerim zaten yağ içinde” deyip gülümsüyor. “İşler ne durumda, atölyenin tatil olması gündemde mi” diye soruyoruz Caner’e: “Yok ne tatili, iş varsa biz buradayız. Sokağa çıkma yasağı ilan edilse bile bizi eve yollamaz çalıştırırlar. Zaten bu memlekete işçiyi düşünen yok ki, kaç ölüm oldu hâlâ işçilere ‘Bırakın işinizi dönün evinize paranız kesilmeyecek işten atılmayacaksınız’ diyemiyor hiç kimse. Anca elinizi yıkayın, evden çıkmayın diyorlar. Nasıl evde kalacağız? Bunun için hiçbir şey yapmıyorlar.”
Caner hızlı hızlı konuşurken arkasından ustası sesleniyor: “Hadi oğlum gel artık!”