31 Mart 2020 00:17

Yazar Onur Gürleyen: Distopyada hayal edilen gelecek fikri daralıyor

Onur Gürleyen, distopik türdeki "Hastalık" romanını Evrensel'e anlattı.

Fotoğraf: "Hastalık" romanının kapağı 

Paylaş

Yetgül KARAÇELİK

İnsanlık, 2020 yılına büyük umutlarla girmişken, popülasyonunu korumaya dönük önemli bir sınavla karşı karşıya kaldı. Kovid-19 denilen yeni bir tür virüs pandemisi insanlığı tehdit ediyor. Kuşkusuz bu zor günler geçecek. İnsanlık, tarihi boyunca yaşadığı pek çok salgın gibi bu büyük tehdidi de savuşturmayı başaracak. Onur Gürleyen’in kaleme aldığı Hastalık romanı ise nerdeyse içinden geçtiğimiz günlerin özeti.

2018 yılında, Notabene Yayınevi tarafından yayımlanan romanınızı okuyalı iki sene olmuş, ancak bugünlerde fazlasıyla hatırıma düşüyor. Hastalık adlı romanınızdan bahsediyorum.  Bugünleri, yaşadığımız salgını mı yazdınız?
Hastalık kitabını yazarken temel çıkış noktam bir hastalıkla yaşamaya çalışmak, bu mecburiyeti kabullenmeyi öğrenmekti aslında. Bu açıdan bakınca bugünün salgını ile başa çıkma konusunda verdiğimiz çabaya da gayet uyuyormuş o zaman hissettiklerim. Ben hem bireysel hem de toplumsal düzeyde görmeye çalıştım hastalık fikrini, hem mecazen hem de kelimenin tam anlamıyla. Hasta birisi ile birlikte yaşamak zorunda olmanın insan ruhunda nasıl bir çekişme yaratacağından başlamıştım. Zamanla bu, bir toplumun hastalıkla nasıl yaşayacağına dönüştü kalemimin ucunda.

Entelektüel düşüncenin doğurabildiği her türlü ilerici fikri zorlayabilecek en güçlü engel, temel fiziki zorluklar bana kalırsa. Hastalık bunu anlatmak için çok uygun bir yola dönüştü bir anda. Bilgili ve bilinçli kabul edilebilecek bir birey bile iğrenme duygusu tarafından alt edildiğinde tamamen irrasyonel davranabiliyor. Aynı ihtimali fiziki engellemelerle, tecrit hallerinde de görmek mümkün. Şu anda yaşadığımız virüs salgını bu tezlerin deney ve ispatı niteliğinde neredeyse. Temastan kaçınma, evden çıkmama gibi tamamen fiziksel kısıtlamalar ile bilinmeyenin verdiği telaş ve özünde ölüm korkusu bu salgının insan ruhunda bıraktığı etkilerin temel sebepleri olacağa benziyor.

Salgın başladığında ne düşündünüz, ne hissettiniz, “Ben bunları yazmıştım” duygusu oluştu mu?
Başlangıç günlerinde ben de çoğu insan kadar inkar içindeydim. Hatta şimdi geriye bakınca nasıl o kadar rahatlıkla görmezden gelebilmişim bu tehlikeyi diye düşünüyorum. Hastalık’ta anlatmaya çalıştığım uyarılardan biri de buydu ve yine de kendimi o vurdumduymazlığın içinde buldum. Kitabımı anımsatanlar oluyordu ve her defasında bir tür kendini koruma içgüdüsüyle, herhalde işler o kadar ileri gitmez, diye düşünüyordum.

İnsanlık olarak galiba her türlü felaket için aklımızın köşesinde bir hazırlık yapmışız, tüm dünyayı saran bir savaş çıksa örneğin, elbette üzücü olur ama şaşırtıcı olmaz. Fakat salgınlar konusunda hiçbir hazırlığımız yok; ne fiziki ne de duygusal. Bu yabancılığın verdiği korku da insanı inkara itiyor. Aslında insanlığı tehdit eden en büyük tehlike global savaşlar değil global pandemiler, çünkü bu konuda hiçbir pratiğimiz ve güvenlik önlemimiz yok.

Hastalık’tan geriye ne kalacak sizce? Hastalık, romanınızda işlediğiniz gibi bizi değişime zorlayan bir faktör mü, ne dersiniz? Neler değişecek hayatımızda?
Kesinlikle bir dönüşüm şart, aksi halde eleneceğiz. Zaten varlığın doğasındaki evrim kaçınılmaz olarak dikte ediyor bunu. Her felaket, yanında değişimi de getirir. Hayatta kalmanın yeni bir yolunu öğrenmiş oluruz. Ben kitabımda fiziki değişim kadar bilinç değişimini de vurgulamaya çalıştım. Yeni şeyler öğrenmeden, dönüşüm ve uyum sağlamadan bu zaman ırmağında akıp gitmek mümkün değil.

Şu günlerde yaşadığımız Kovid-19 salgını da aslında çok şey öğretecek topluma. İnsan nüfusunun artması ile gelecekte çok daha güçlü ve hızlı salgınlarla karşı karşıya kalacağız gibi görünüyor. Böyle bir durum olduğunda kolektif bilinç bugünü nasıl idare ettiğimizi hatırlayacak. Bu yüzden bir nevi geleceğimiz de şu anın sıkıntılarına nasıl tepki verdiğimize bağlı diyebiliriz belki de.

Hastalık! Bize ne tür bir mesaj veriyor sizce?
Hastalık benim için hem toplumsal düzeyde bir evrimi anlatıyor hem de baş karakterin bu evrime karşı çıkmaya uğraşmasını. Bizi şaşırtan, zorlayan ve büyük değişimlere iten şeyler ne olduğunu bilmediğimiz, bu yüzden düşünmekten dahi korktuğumuz etmenler oluyor genellikle. Bu tanıma en rahat uyan tehlike de hastalıklar. Bugünün bilimsel bakışına sahip olmayan birini düşünün, örneğin kara vebanın kol gezdiği Orta Çağ Avrupa’sında bir soyluyu hayal edelim. İnsanları sürüyle öldüren bir güç var ve ne olduğunu bilemiyor, göremiyor, anlayamıyor. Yüksek kalesine tırmanıp kendini sakınmaya çalışmış ama ölümün kurbanlarını nasıl seçtiğini, insanlara nasıl ulaştığını bilmediği için hâlâ korku içinde. Huzursuz ruhlar mı öldürüyor insanları, şehre yayılmış bu kötü koku mu hasta ediyor yoksa? Kimsenin kendisine yaklaşmasına izin vermiyor soylumuz, en küçük emare gösteren hizmetkarlarını önce öldürtüp gömmeye sonra da diri diri yakmaya başlıyor bu hastalığı uzak tutmak için. Tüm bunları yapıyor çünkü korku ve belirsizliğin pençesi altında eziliyor. Şimdi bir de bugünün insanını düşünelim. Biz hastalıkların ne olduğunu, neden yayıldığını biliyoruz. Fakat bu bilgi pratiğimizde yok, yalnızca teorisine hakimiz. Kendi korku ve belirsizliklerimizle baş ederken biz neler yapacağız?

"DİSTOPYA GERÇEĞİ TÜM SERTLİĞİYLE ORTAYA KOYMALI"

Hastalık, distopik türde bir eser. Tarihe baktığımızda edebiyat ya da sinemanın, olası aydınlık ya da karanlık geleceğin romanlarını, öykülerini, filmlerini ortaya koyduğunu görüyoruz. Zaman içinde bu ütopik ya da distopik eserler, gerçekliğe dönüşebiliyor. Bu yapıtlar bir anlamda insanlığın erken uyarı sistemi gibi belki de. Yaşadığımız çağda distopyanın gerçeğe, gerçeğin ise distopyaya çok daha keskin ve hızlı bir biçimde dönüştüğünü söylemek mümkün mü?
Elbette mümkün, bunun sebebi her şeyin hızlanması bana kalırsa. Son yüz elli yıllık öykümüz insanın ondan önceki on bin yılından daha karmaşık ve atılgan. Bu da başlı başına bir sorun yaratıyor elbette. Teknolojik ilerlemeye karşı olmak gibi bir fikir çıkmamalı buradan. Söylemek istediğim yalnızca şu; distopyaların hayal edileceği gelecek fikri de daralıyor böylece. Bu daralma ile üstümüze çöken karamsarlık da gerçekçiliğe dönüşüyor.

Önceki soruyla bağlantılı olarak distopya edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Distopyalar gerçeğe hızla yakınlaşıyorken, gerçekçi hatta hard gerçekçi yapıtlar okura daha  fazla hitap edebilir mi önümüzdeki süreçte?
Bence bu türün amacı olası gelecekleri tahmin eden bir çeşit kahinlik yapmak değil, o ihtimaller asla gerçek olmasınlar diye insan zihnini en uçlara kadar taşımak. Gelecek korkusunun bu kadar derinleştiği bir zamanda tür, bu işi yapabilecek mi sorusu çıkıyor ortaya. Dünya savaşlarını görenler geleceğin savaşlar içinde yok olduğu distopyalar hayal ettiler, insanlık bunun korkusuyla harekete geçti. Faşizmin yükselişi ile totaliter distopyalar yazıldı ve insanlık bunun da karşısında durmaya çalışıyor.

Bugün ise kontrolsüz popülasyon artışı, doğanın geri döndürülemez şekilde zarara uğratılması konuları için distopyalar yazmak mümkün. İnsanlığın temel korkuları bunları içeriyor artık. Peki bu korkunç talihlerden ne kadar uzaktayız ki? Küresel salgınlar hakkında kaç distopya yazılması gerekecek harekete geçmemiz için ve dünya bu kadar hızlanmışken, zamanımız olacak mı? Bence insanların acele etmesi gerekiyor, bu yüzden distopyanın da acele etmesi, en acı gerçeği tüm sertliği ile ortaya koyması gerekiyor.

"DEĞİŞMENİN KAÇINILMAZ OLMASI ANAHTAR DÜŞÜNCE"

Romanınızda insan merkezli uygarlığa türcülük eleştirisi de getiriyorsunuz satır aralarında. Hastalık, doğaya karşı türcü bir direniş içinde olmamızla ya da türcü müdahalelerimizle ilişkilendirilebilir mi?
İnsan türünün üstünlüğüyle başlayan her türlü söylem eninde sonunda faşist bir tutuma sarılmak durumunda kalıyor ne de olsa. İnsanın doğa ile olan mücadelesi fikrinin içinde yatan mantık hatasıyla ilgili belki de bu. Böyle bir mücadelede kim kazanmış olacak eninde sonunda? Doğa kazanırsa biz yok olmuşuz demektir, biz kazanırsak doğa yok olmuş ve yine sonumuz gelmiştir. Aslında bu savaşımın içinde değişmenin kaçınılmaz olması anahtar düşünce, değişime ayak uydurabilenler olarak hayatta kalacağız. Burada da engellerden biri yine türcülük oluyor aslında. Belki de geçmişte kalması gereken insanı mutlak tür olarak görmeye devam ettikçe gelecekteki potansiyel halimize savaş açmış oluyoruz.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

"Tüketici faiz indirimi değil, kredi kartı taksitlerin faizsiz ertelenmesini istiyor"

SONRAKİ HABER

Kargo işçisi: Evimize ekmek götürmek zorundayız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa