31 Mart 2020 10:43

Sağlıkta çağ mı atladık, sınıfta mı kaldık?

Sağlığa acil ulaşım ihtiyacı göz önüne alındığında bugüne kadarki süreçte sağlıkta nasıl dönüşümlerin ne için yapıldığı sorusunu cevaplamak herkes için yararlı olacaktır.

Fotoğraf:pngtree

Paylaş

Son yıllarda sağlık alanında yaşana gelişmelere baktığımızda özellikle AKP hükümeti tarafından geliştirilen politikalar ile birlikte Türkiye’nin sağlık alanında çağ atladığı, OECD ülkeleri seviyesine çıktığı ve 90’lı yıllarda yaşanan karanlık tablonun tamamen değiştiği gibi bir algının hayatın her alanında yer aldığını görmek mümkün. Özellikle 2002’den sonra AKP’nin sağlık alanında uyguladığı politikaların belirli ölçüde halk nezdinde de karşılık bulduğunu ve geçmişe oranla olumlu değerlendirilerek desteklendiği gözle görülür bir gerçek. Her ne kadar bu olumlu destek sürse de son yıllarda sağlık alanında artan temel ihtiyaçların ve halk sağlığı sorunlarının karşısında, derinleşen ekonomik kriz şartları ile birlikte sağlık hizmetlerinden faydalanmak da ters orantılı olarak gitgide zorlamış durumda. Korona virüsüne karşın başta hastanelerin ve sağlık araç gereçlerinin yetersiz kaldığı, ülkedeki çoğu hastane ve tıp fakültesinde malzeme eksikliği ve alınmayan önlemlerin bir kriz yaratmasının durumu ortaya daha net koyan bir gerçeklik olarak karşımıza gelmiş durumda. Fakat son yıllarda sağlık alanında yaşanan sorunların başlıca nedeni ise AKP’nin iktidarı boyunca attığı ve sağlık hizmetlerini iyileştirdiğini iddia ettiği adımların altında yatan politikalar oluşturmaktadır. Peki nedir bu politikalar?

NERDEN ÇIKTI BU AİLE HEKİMLİĞİ?

Sağlıkta dönüşüm programının ilk aşaması, belki de daha önce benzeri görülmemiş aile hekimliği uygulamasının tüm Türkiye’de uygulanmaya başlamasıyla hayata geçirilmiş oldu. Her ne kadar ismi aile hekimliği olsa da yeni sistemle birlikte aileye dönük, aileyi koruyacak bir sağlık hizmeti yerine bireye yönelik bir sağlık hizmeti etkin kılınmış oldu. Bu durum da aslında bir kamu hizmeti olarak sağlanması gereken birebir sağlık hizmetlerinin karşılık olarak özel muayenehanelere denk düşen bir şekilde yeniden organize edilmesi ortaya büyük sorunlar çıkardı. Bunlardan biri aile hekimlerinin vereceği bireye yönelik hizmetin koruyucu hizmetler, bebek-gebe takibi gibi sağlık hizmetlerini kimlerin vereceği konusunda yarattığı soru işaretleri olmuştur. Diğer durum ise aile hekimliği ile birlikte bir hekime günlük belirli sayıda hasta sayısı biçilmesi ve rekabete, performansa dayalı yeni bir sistemle hekimlerin karşı karşıya kalması oldu. Böyle bir ortamda muayene için gelen hastalar hekimin performansının bir parçası olarak ister istemez müşteri olarak değerlendirildi, sağlık olabildiğine alınıp satılabilir bir kamu hakkı olarak dönüşüm geçirdi. Özetle aile hekimliği toplumsal gereksinimler ya da bilimsel gelişmeler sonucu ortaya çıkmış bir disiplin değil, sağlıktan daha fazla kazanç elde etmeyi amaçlayan ekonomik sistemler tarafından yapay olarak oluşturulmuş bir dal olarak sağlık sisteminin bağrına ekilen kötü bir tohum olarak büyümeye başladı ve en geniş halk kesimlerini etkisi altına alan sağlık hizmetlerine ulaşamama, hekimle görüşememe, hastanelere sevk sorunları gibi birçok sorunu yarattı.

GENEL SAĞLIK SİGORTASI AÇMAZI

Genel sağlık sigortasının temel amacı ülke genelinde tüm vatandaşların sağlık hizmetinden faydalanmasını sağlamak. Zorunlu olan GSS’ye 18 yaşını geçen ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes katılmak durumunda. Bakıldığında tüm toplumun sigortalı olması ve sağlık hizmetlerine erişim sağlayabileceği gibi bir noktadan tanıtılan bu yeni adımın içeriğini anlamadan baktığımızda halk adına olumlu bir noktada durduğunu söyleyebiliriz. Devletin halkın çoğunluğunu kapsayan bir düzenleme için attığı bu adımın merkezinde yapılacak olan sigortanın eksilikleri hemen ön plana çıkmıştı. Özellikle sigorta için yatırılması gereken primlerin tutarının ayda 426 liraya kadar yükselmesi ve bu primlerin sadece yarısının işveren tarafından ödenecek olması sağlık sigortası primlerinin belli bir süre sonunda halkın büyük çoğunluğu tarafından ödenemediği bir duruma sebep oldu. Bundan dolayı yaklaşık 5 milyon kişinin prim borçlarından dolayı sağlık hizmetleri ile ilişiğinin kesildiği ve en temel kamu hizmetinden yararlanamadığı bir durumu ortaya çıkardı. Her ne kadar bu durumdan sonra belirli düzenlemeler yapılmak istense de düzenlemenin temelinde yatan “paran varsa yaşarsın, paran yoksa ölürsün” mantığı ile birlikte sistem düzelmekten öte sağlık hizmetlerine ulaşmanın her gün daha da zorlaştığı bir seyirde ilerlemeye devam etmektedir. Genel sağlık sigortası ile yapılmak istenen oldukça açık bir şekilde önümüzde durmaktadır. Devlet sigorta içerisinde yaygın olarak işlettiği özel sigorta mantığı ile birlikte böylelikle kendi üzerindeki kamusal hizmetlerin sorumlulukları üzerinden atmış olarak sigorta kapsamıyla birlikte sağlık hizmetlerini ulaşmanın paralı olduğu bir seyre çevirmiştir.

ŞEHİR HASTANELERİ: SON ADIM

Kamu özel ortaklığı olarak da lügatımıza giren şehir hastaneleri modeli, adını ilk olarak Birleşik Krallık sağlık sistemi içerisinde duyurmuş bir kavram. Sadece sağlık alanında değil gerek Türkiye’de gerekse neoliberal politikalar ile birlikte tüm dünyada kamu öncelikli yatırım alanlarının tamamında özel şirketlerin egemen olmasıyla sonuçlanan bir sürecin son adımlarından biri de Türkiye’de sağlık politikalarının dönüşümü ile yansımış oldu. Zaten Türkiye’de özel hastanelere verilen teşvikler, vakıf üniversitesi hastanelerinin sayısının inanılmaz artışı ile birlikte özel sektör sağlık alanında önemli ölçüde egemen olmuştu. Fakat devletin kamu hastaneleri üzerinden yaptığı yeni düzenlemeyle ilk defa kamu ile özel bu derecede bir ortaklığa girmiş bulunuyordu. Peki neydi bu ortaklığın amacı?

Bu modele göre özel şirket kamusal altyapıyı yani hastaneyi oluşturup kamu hizmeti veriyor ancak oluşan veya oluşabilecek her türlü finansal zarar kamu tarafından yükleniliyor. Hastanenin yapımından, hizmetin verilmesine kadar tüm masrafları devlet tarafından karşılanıyorken hastaneler tamamlandığında da gelecek müşteri sayısı hesaplanmış durumda. Eğer bu hasta sayısı kadar kişi hastaneye gelmezse ortaklık sözleşmesinde taahhüt edilen miktarı devlet özel şirkete ödemek zorunda. Şirket ile kamu arasında yapılan sözleşme şirketi korumak odaklı olup vazgeçmeyi imkansızlaştırıyor. Ödemeler artıp hastane bütçesi zora girdiğinde kamu personeli sayısının azaltılması ve hizmet kalitesinin düşürülmesi hakkı bile şirkete verilmiş durumda.

Hükümet, ihale yoluyla bir inşaat şirketi ile anlaşarak ona bedava hazine arazisi veriyor. Şirket hastane inşaatı için bankalardan kredi buluyor ve ödeyemezsem kefilim “Türkiye devletidir” diyerek devleti kefil gösteriyor. Şehir hastanelerinde sağlık bakanlığı kiracı olup inşaat şirketi mülk sahibi durumunda olduğundan, hastane inşaatını yapan şirkete 25 yıl sağlık bakanlığı tarafında hastane kirası ve bakım parası ödemesi yapılıyor. Hastane içi ve etrafında yapılacak tüm ticari faaliyetlerin gelirleri de yine şirketin işletmecilik faaliyeti olarak karar verilmiş. AVM mantığıyla inşa edilen hastane içi ve dışında dükkân, otopark hatta seyyar satıcı alanları şirketin kira ve işletme gelirleri arasında yer alacak.

SAĞLIĞIN GELDİĞİ DURUM

Üç ana değişim odağı etrafında dönüştürülen sağlık hizmetleri ve halkın sağlık hizmetine ulaşımı politikalarının yarattığı tabloya baktığımızda her ölçüde 18 senedir özelleştirmeye tamamen açılan bir sağlık sistemi karşımıza çıkmaktadır. Dönüştürülen hizmetlerin yapısının gereği hastaların müşteri olarak yeniden tanımlandığı, özel hastanelerin neredeyse tüm kentlerde ciddi bir yatırım aracı olarak kullanıldığı ve inşa edildiği dönemde sağlık üzerinden para kazanmak halka parasız, ulaşılabilir bir sağlık hizmeti sağlamanın ötesine geçmiştir. Özel hastanelerde fiyatların karşılanabilir olmaktan uzak olması ama bunun yanında devlet hastanelerinde muayene ücretlerine yapılan zamlar, hastane uygulamaları için verilen muayene tarihlerinin uzak tarihlere ötelenmesi, ilaç fiyatlarına gelen zamlarla birlikte devlet hastaneleri de vatandaş tarafından yararlanılamaz hale gelmiştir. Hastaneler haricinde aile hekimliği hizmetinin de sağlıklı bir şekilde ulaşılabilir olmaktan çok yoğunluk ve kısıtlılık içerisinde olmasıyla birlikte vatandaşların sağlıklarını güvence altına alabilmeleri için sığınabilecekleri bir alan kalmamıştır. Son dönemde kamu özel ortaklığı ile yapılan ve özel şirketlere yeni bir yatırım alanı açmaktan öteye gidemeyen, kaldı ki GSS prim borçları dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişimi tamamen ekonomik bir ilişki içine hapsedilmiştir. Bugünlerde karşı karşıya kaldığımız korona virüsü ve birçok halk sağlığı sorununa karşın devletin ve hastanelerinin bu kadar yetersiz durumda kalması, özel hastanelerin salgınla mücadele adına merkezi olarak seçilmesi ile de ortaya çıkmıştır. Halkın sağlığını güvencesiz sağlık uygulamalarına ve özel hastanelerin insafına bırakan bu sağlık anlayışı 18 senedir AKP Hükümetinin sağlık politikalarının ülkemizi getirdiği durumdur. Halkın maske bile bulamadığı, iş yerlerinde herhangi bir sağlık denetiminin bulunmadığı, cebinde parası olmayanın hastaneye gidemediği bir durumda vatandaşın durumu her geçen daha da kötüye gitmektedir. Halkın sağlığını güvence altına almak yerine özel şirketlerin garanti kazanç alanı olarak görüldüğü bir sistemi yıllardır inşa etmek, açık olarak göstermektedir ki AKP’nin sağlık adına attığı adımların tümü halkın sağlığını bir kar odağı haline getirmek adına attığı adımlardır.

 

https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/216-sayi-180/485-saglikta-ozellestirmesaglikta-donusum-programi

https://www.evrensel.net/haber/342765/saglikta-yikimin-yeni-adi-sehir-hastaneleri

http://www.ttb.org.tr/kutuphane/yalanlargercekler2015.pdf

http://www.ttb.org.tr/kollar/_sehirhastaneleri/haber_goster.php?Guid=66843552-efd2-11e7-ab2b-2dd192695673

https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/sgk-zorunlu-sigorta-gss-nedir-gss-kac-yasindan-sonra-baslar-szcu1-4571818/

 

ÖNCEKİ HABER

Sovyetlerde Bir Kürt: Erebê Şemo

SONRAKİ HABER

Av. Ceren Akkaya: Cinsel suç faillerine ceza indirimi kazanımlarımızın tasfiyesi olur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa