Fransız doktorun isyanı: Daha fazla ölü saymamak için şirketlere el koyun!
Avrupa'nın gündeminde bu hafta, koronavirüs kriziyle birlikte görünür hale gelen sağlık sistemindeki yanlış politikalar var.
Fotoğraf: AA
Korona krizi tüm Avrupa’da her gün binlerce can almaya devam ediyor. Her ülkede çeşitli önlemler açıklanıyor fakat yıllardır sağlık sistemine yönelik izlenen tasarruf paketlerinin doğurduğu tahribat salgını engelleyemiyor. Durum bu olunca izlenen politikalara yönelik eleştiriler yaygınlaşıyor.
ACİL KAMULAŞTIRMA
Fransa’da hastanelerin yoğun bakım servislerin kapasitesi aşıldı. Hükümet bu kapasiteyi arttırmaya yönelik şimdilik önlemler aldı fakat bu seferde hastanelerde ilaç yokluğu gündeme geldi. Virüse karşı mücadelenin en ön saflarında yer alan bir Dr. Christophe Prudhomme devletin bu mücadelede gerekli olan tüm şirketlere el koyması gerektiğine dikkat çekerek, “Acil durum herkesin gözleri önündedir ve durum değişmelidir ve bir ilk aşama olarak devlet insanların yaşamlarını kurtarabilmek için gerekli olan şirketlere el koymalıdır. Zira, yarın engelleyebileceğimiz ölüleri saymak zorunda kalabiliriz” uyarısı yaptı.
EŞİT DEĞİLİZ
Almanya’da, Analyse&Kritik’teki yazısında Nelli Tügel kriz karşısında neden insanların eşitsiz olduğuna değinerek, “Korona krizinde toplumsal adaletsizliğin ne anlama geldiği ve kapitalizmde kimin çıkarlarının en üstte yer aldığı iyice somutlaştı” diyor.
İngiltere’de ise ölenlerin sayısı yükseldikçe, salgın başlangıcında “sürü bağışıklığı” yöntemini zorlayan hükümet üzerinde baskı da artıyor. Birçok sağlık çalışanı yeterince koruma olmadan çalışıyor ve hem kendilerini hem de hastalarını riske atıyorlar. Ayrıca test sayılarının artırılacağı vaadine rağmen bir türlü yeterli oranlara ulaşılmaması da eleştiri konusu.
EL KOYMA
Dr. Christophe PRUDHOMME*
Humanite
Salgının başından bu yana koruyucu ekipman yokluğuna hastanelerin olduğu kadar tüm doktorlar da maruz kalıyor ve meslektaşlarımız, hemşireler, ambulans çalışanları utanç verici koşullarda çalışmak zorunda kalıyor, kendilerini tehlikeye atıyorlar. Bugün durum giderek daha da kötüleşiyor ve özellikle de solunum cihazı takmak ve nefes almayı sağlamak için zorunlu olan anestezi ilaçları gibi belirleyici ilaçların eksikliği hissedilmeye başlandı. Hastaların hayatlarının tehlikeye atıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu durum elbette öngörülebilinirdi, fakat buna karşı hiçbir şey yapılmadı. Yıllardır bu durumu protesto ediyor ve hükümete yıllardır eczanelerin ilaç temin sisteminin giderek kötüleşmesine karşı önlem almasını talep ediyoruz. Yaşananlar ilaç şirketlerinin üretimi garantiye almaktan çok mali kârlarına öncelik vermeyi tercih etmelerinin doğrudan bir sonucudur. Tüm bunlar uzun yıllardır biliniyor ve ilaç politikalarının şeffaflığını izleme derneği gibi birçok örgüt tarafından incelendi ve kamu yetkililerine yönelik yaptıkları çağrılar maalesef sessiz kaldı. Yaşanan kriz koşullarında şirketlerin insafına çağrı yapmak, ve Sayın Cumhurbaşkanının (Macron) yaptığı gibi basınla birlikte buralara geziler tertiplemek kesinlikle yeterli değildir.
Acil olan, sağlık sistemimiz için zorunlu olan ürünlerin üretimi için bu şirketlere el koymaktır. Her zaman son anda işi kurtarmaya yönelik yapılan işlere yeter artık!
Sadece bu şirketlere el koyma üretime öncelik vermeyi, ürünlerin paylaşımını sağlamayı ve fiyatların denetlenmesini sağlayabilir. Diğer yandan Avrupa topluluğunun hiçbir işe yaramadığını gözlemlemek ise tahammül edilmez bir durum. Her ülke, sınırlarının ardına gizlenerek, kendi özel politikasını yürütüyor. Hatta çok sınırlı olanakları ele geçirebilmek için şiddetli bir rekabet bile yürütülüyor. Liberal küreselleşmenin acımasız yüzüne büyük bir ışık tutuldu. Sayın Macron’un “Yarın hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” gibi güzel sözleri yeterli olmayacaktır. Acil durum herkesin gözleri önündedir ve durum değişmelidir ve bir ilk aşama olarak devlet insanların yaşamlarını kurtarabilmek için gerekli olan şirketlere el koymalıdır. Zira, yarın engelleyebileceğimiz ölüleri saymak zorunda kalabiliriz.
*Acil Servis Doktorları Birliği Sözcüsü ve CGT sendikası üyesi
(Çeviren: Deniz Uztopal)
VİRÜSÜN KARŞISINDA HERKES EŞİT DEĞİL
Analyse&Kritik
Bilindiği gibi sosyal statü ve sağlık birbiriyle bağlantılıdır. Bu Kovid-19 günlerinde özellikle belirginleşti. Almanya’da koronanın ilk kurbanı bir grevdi: Charité hastanesinin yan kuruluşu CFM çalışanları Berlin’deki ilk korona vakaları nedeniyle mart ayı başında planlanan grevlerinden vazgeçmek zorunda kaldılar. Almanya’da hemşireler, çok fazla hastanın tedavisiyle uğraşmak zorunda bırakıldıklarından, uzun süredir bağlayıcı personel ölçümleri ve iyi ücretler için mücadele ediyorlar. Kâr odaklı sabit ücret sistemi sayesinde çalışanların ve hastaların sırtından kâr eden, zaten her köşesinde bir eksiklik olan sağlık sistemi şimdi bir salgın ile karşı karşıya.
Sonuçları, sağlık emekçileri yanı sıra yeterli finansal kaynaklara sahip olmayan hastaların daha da mağdur olması şeklinde ortaya çıkacak.
Bulaşıcı hastalıklar ayrımcılık yapmaz, ancak her zaman fakirlerin hastalıklarıdır: Herhangi bir virüs karşısında tüm insanlar eşit değildir. Örneğin, dar alanlarda yaşayanlar, geniş evlerine kapanabilecek insanlardan daha savunmasızdır. Ücretli çalışma alanına ulaşmak için toplu taşıma araçlarına güvenenler, enfeksiyon karşısında diğerlerine göre çok daha hassastır. Özellikle savunmasız yaşlı insanlar arasında, emekli maaşlarını artırmak için işe gitmek zorunda kalan birçok kişi var. Sigortasız bir iş ilişkisi içinde olan hiç kimse hastalık raporu gönderemez ve hastalanması halinde ücret alamaz. Bu nedenle sağlık sigortası olmayan illegaller veya iltica başvurusunda bulunup sonuç bekleyenlerin tedavisinde büyük engeller vardır.
Şimdilerde çok tartışılan stoklamalar da elde paranın olmasını gerektirir. Örneğin, sosyal yardımla yaşayan uzun süreli işsizler, normal zamanlarda bile iki yakaları bir araya gelemediği için stoklayamaz. Korona krizinin etkilerini hisseden ilk kurumlardan biri de yoksullara ücretsiz besin maddeleri dağıtan Tafeller ve buralara bağımlı insanlar oldu. Berlin işsizlik girişimi “BASTA!” bu bağlamda, sosyal yardımla yaşayan ve düşük geliri olan insanlara korona nedeniyle özel ek ödeme yapılmasını talep ediyor.
YOKSULLAR ERKEN ÖLÜR
Aldıkları sipariş üzerine çalışan sanatçılar, yazarlar veya gazeteciler korona kriziyle gündemde olan etkinlik iptal dalgasına sert bir şekilde çarptı. Taksi şoförlerinin neredeyse hiç yolcuları yok, genelev çalışanları gizli çalışıyorlar ve müşterileri az. Çeşitli endüstrilerde çalışan, özellikle de son birkaç yıl içinde büyüyen kiralık işçi ordusuna mensup olanlar işyerlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Onlarca yıl süren neoliberal politikadan sonra, sağlığın meta haline getirildiği sağlık sistemi de dahil olmak üzere, kötü durumda olanlara yardım etmek için kurulmuş dernek ve kurumlar krizin yükünü yoğun hissediyor. İşte bu nedenle korona, sadece tehlikeli bir viral hastalık değil, hayatta kalma ve genel yaşam beklentisi riskinin her zaman kişinin ekonomik durumuna bağlı olduğu kapsamlı bir sosyal sistemin parçasıdır. Sağlık, akut krizlerin ötesinde bile sosyal bir sorundur: Bu ülkede yoksul ve zengin insanlar arasındaki yaşam beklentisi farkı, kadınlar için dört ila altı yıl, erkekler için sekiz yıldır. Bu fark en düşük ve en yüksek gelirli insanlar arasında 10 yıl olarak belirlenmiştir.
KARAR ÖNCELİKLERİ
Korona krizinde toplumsal adaletsizliğin ne anlama geldiği ve kapitalizmde kimin çıkarlarının en üstte yer aldığı iyice somutlaştı. Sağlık Bakanı Jens Spahn (CDU), yöneticilerin paradigmasını kısaca özetliyor: “Konser, kulüp ziyareti, futbol maçından vazgeçmek günlük işe gidip gelmekten vazgeçebilmekten çok daha kolaydır” Önemli olan, işe gidip gitmeyeceklerine, moda deyimle evde kalıp kalmayacaklarına kendileri karar veremeyen ve sonuçlarına katlanmak zorunda olan ücret bağımlılarının çalıştığı ücretli emek merkezleri ve fabrika makinelerinin işlemeye devam etmesidir. Almanya’daki korona krizinin ilk günlerinde, yukarıda söz ettiğimiz CFM grevinde olduğu gibi, çalışma koşullarını ve ücretlerini iyileştirmek için eylem yapmaya hazırlananlara “dur” dendi. Önümüzdeki haftalarda virüs bahanesiyle grev vd. işçi haklarının yok edilmesiyle ilgili yeni girişimlerin olması ihtimal dışı değil.
(Çeviren: Semra Çelik)
BRİTANYA’NIN MÜDAHALESİ YETERSİZ
Anthony COSTELLO
Guardian
Birleşik Krallık’ın Kovid-19 stratejisi üzerine, artık kaçınılmaz hale gelen kamu soruşturması açıldığında suç birkaç günah keçisine mi yükleyecek? Aslında, Britanya’nın müdahalede hantallığı daha sistemik bir sorunun göstergesi. Virüs Vuhan’da ortaya 3 ay önce çıkmış olmasına rağmen İngiltere ve Galler hâlâ gerekli test ve takip kapasitesine sahip değil. Kritik ön cephe çalışanları hâlâ güvenlik malzemeleri olmaksızın çalışıyorlar. PHE (İngiltere Sağlık Üst Kurulu) hâlâ test sayısını Avrupalı komşularıyla aynı oranda artıramıyor. Diğer ülkeler salgını durdurmak için çabuk hareket ederken, Britanya, büyük tartışma yaratan sürü bağışıklığı stratejisinden izolasyona geçişte tereddütlü ve geç kalmış görünüyor. Tarih Britanya’nın müdahalesine iyi gözle bakmayacak.
Sağlık sistemimiz salgınla nasıl mücadele ediyor? Beş başlıkta inceleyebiliriz.
İlkin: Sorumlu kim? Koronovirüs stratejisinin belirlenmesinde birçok aktör rol aldı: Başbakanlık ve danışmanlar, COBRA (Bakanlar Kurulu ve üst düzey yetkililerin katıldığı acil durum koordinasyon kurulu), Sağlık ve Sosyal Bakım Bakanlığı, NHS İngiltere, PHE ve İskoç, Galler ve Kuzey İrlanda’daki benzerleri; Ulusal Sağlık Araştırma Enstitüsü, Kamu Sağılığı İdaresi Başkanı Chris Witty, Kamu Bilim Danışmanı Sir Patrick Vallance ve Acil Durumlar Bilimsel Danışma Kurulu (SAGE). Koordinasyon kaotik görünüyor.
İkinci sorun tarihsel. Birleşik Krallık’ın gelişigüzel reaksiyonu sadece kaotik bir planlamanın sonucu değil. Altyapısı yıllar önce kurulmuştu. Son on yılda kamu sağlığı kaynakları parçalanıp azaltıldı.
Bugün bu parçalamanın sonuçları açıkça ortada. Kovid-19 testlerinin artırılması, yerel yayılma kontrolü ve birincil bakım ünitelerinin entegre olduğu bir toplumsal denetleme sistemi gerektiriyor. PHE bizlere “Bir vaka tespit edildiğinde, kamu sağlık kurumlarımız, yayılmanın engellenmesi amacıyla, etkinliği ispatlanmış yöntemler kullanarak yakın kontakta olanları hızlı takip, denetleme ve izolasyona tabi tutacaktır” sözünü 3 Mart Kovid-19 mücadele planında vermişti. Bu geniş ölçüde yapılmadı. PHE, 12 Mart’ta toplum içerisinde testleri durdurdu, hastalar ve sağlık görevlilerine yoğunlaştı.
Üçüncü sorun politik. Bu salgın, piyasa mekanizması ve kamu-özel iş birliği vurgusunu sınadı ve yetersizliğini gözler önüne serdi. Ülkemizde var olan dış kaynak kullanımlı ve iç pazarlara dayalı sistem ulusal salgın koşullarında işlemiyor. Kovid-19 organizasyonunda üst düzey rol alan bir doktorun söylediği gibi, Birleşik Krallık’ın tümünde görülen kaotik reaksiyon “koordineli ve odaklı bir kamu sektörünün tümden yıkımını yansıtıyor.”
Dördüncü sorun devlete danışmanlık yapan kadro. Vallance, viroloji, matematiksel modelleme ve davranış bilimi alanlarından uzmanlarla SAGE’in Britanya’da bilimin en iyilerini barındırdığını beyan etti. Fakat ulusal bir krizle müdahale açısından SAGE çok dar bir ekipti. Masada toplum sağlığı, lojistik, bilişim, sosyal ve vatandaşlık bilimlerine, toplumu harekete geçirme uzmanlığına da ihtiyaç vardı. Bir salgın sürecinde kamu sağlığı uzmanlığını çok önemlidir.
Belki hükümetin bu yanlışlarını düzeltmesi için çok geç. Pandemiler hızlıdır; bir virüsün önüne geçmezseniz çabuk yayılır. Hükümet inatla, sadece sosyal mesafeyi kullanarak “eğriyi yassılaştırma” yoluyla geciktirme stratejisine sadık kaldı; önünde her biri daha düşük ölüm oranları gösteren Güney Kore, Singapur, Hong Kong, Çin, Tayvan ve Almanya’da testler yöntemiyle salgını bastırma yönteminin başarısının örnekleri olmasına rağmen.
Var olan izolasyon dönemi sona erdiğinde, yeni salgınları belirleyecek ve şahısları izolasyona sevk edecek bir test ve takip mekanizması olmaksızın, büyük zararlara yol açacak ulusal izolasyon dönemleriyle tekrar tekrar karşı karşıya kalacağız. Kendine saygı duyan herhangi bir COBRA, SAGE veya pandemi kriz ekibi, çok sayıda testin önemini başlangıçtan kavramalı ve bu duruma gelinmesine izin vermemeliydi.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)