08 Nisan 2020 11:29

Prof. Dr. Hasan Erol Eroğlu: Salgınlar sınıf gözetir, hem de fena halde

Cerrahi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hasan Erol Eroğlu, koronavirüs salgının sınıfsallığı tartışmalarını değerlendirdi: Salgınlar sınıf gözetir. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Esenyurt'ta PTT önünde bekleyen yurttaşlar | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Kaan BİÇİCİ 
Mahmut Sezgin MEMİŞ 

Kovid-19 pandemisi devam ediyor ve hayatını kaybedenlerin sayısı günden güne artıyor. Bu süreçte uzmanların açıklamaları sosyal medyada gündem olmuş, yanlış bilgiler ise epey yaygınlaşmış durumda. Ayrıca salgının sınıfsallığı da olağan tartışmalarda ayrı bir yer tutuyor. Biz de merak edilenleri Cerrahi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hasan Erol Eroğlu’ya sorduk.

Mevsimsel grip ve Kovid-19 karşılaştırması neden yanlış?

Mevsimsel grip dediğimiz durumdan, belirli bir zaman diliminde; çevre koşullarının etkisi ile insan organizmasının mevsimsel değişiklikler sırasında yaşadığı güçsüzlükle ilişkili ortaya çıkan, soğuk algınlığından tüm vücudumuzu etkileyen gribal enfeksiyonlara uzanan geniş bir tabloyu anlıyoruz. Bu süreç dünyanın yarısında başlarken yarısında bitmiş oluyor. Gribal enfeksiyonlardan yılda 3 milyon insan hayatını kaybediyor. Bu açıdan bakıldığında sanki çok önemsiz bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünebilirsiniz. Böyle söyleyerek durumun önemsizliğinden bahseden çok insan ve bilim insanı gördük süreç içinde. Ancak bu son derece yanıltıcı bir yaklaşım. Covid-19 salgınını önemli ve farklı kılan, çok güçlü bir bulaşıcılık yeteneği olması. Yaklaşık 4 aylık bir süre içinde pandemi sıfatını kazanacak bir yeteneğe sahip oldu. Üstelik bu durum küresel farklılık da göstermiyor. Çok büyük bir insan kitlesini aynı zaman diliminde enfekte ediyor ve onların hasta insanlar olarak sağlık sistemine başvurusuna neden oluyor. Yılda 3 milyon gribal enfeksiyona bağlı ölüm olgusunun yarattığı bir sağlık sistemi kilitlenmesi bu güne kadar yaşanmadı. 

Şu anda yaşadığımız sıkıntı, bu özelliğe bağlı olarak ortaya çıkan, sistemin hastalarla ve enfekte insanlarla baş edemeyeceği bir tablonun kısa süre içinde ortaya çıkmış olması. İtalya ve İspanya gibi ülkelerde hepimizin izlediği dramatik sahneler çok sayıda hastanın yarattığı yükle baş edemeyen sağlık sisteminin yaşadığı çaresizlik aslında. Bizlere bahsedilen şeyler de bu anlamda büyük ölçüde yanlış. Ülkemizin sahip olduğu 25 bin yoğun bakım yatağından bahsediliyor, sanki bunlar boşmuş gibi. Bunların yüzde 65’i zaten dolu. Yani bu hastalar için ayırabileceğiniz yaklaşık 8-9 bin yoğun bakım yatağınız var şu anda. Mekanik solunum desteğine ihtiyaç duyan hasta sayısı 10 bine ulaştığında biz de aynı dramatik sahneleri izlemek durumunda kalabiliriz.

İZOLASYON HASTANELERİMİZİ UYGUN MEKANLARDA OLUŞTURMALIYIZ

Aynı sahnelerin yaşanmaması için ne yapılmalı?

Eğer hasta sayınızı sınırlandırabilir ve bunu bir sürece yayarsanız sağlık sisteminiz bu sorunla baş edebilir hale gelir. Bunu ne yazık ki gerçekleştiremedik ve bulaşma açısından yeterli önlemleri zamanında alamadık. Ancak önümüzde hala çok değerli olan bir süreç var. Bu anlamda enfekte olan kişilerin izolasyonu ve çevrelerindekilerin değerlendirilip onların da izolasyonuna ısrarla devam edilmesi hala çok önemli. 

İkinci bir unsur, ne yazık ki tüm hastanelerimizi pandemi hastanesi ilan ettik. Toplumumuz yaşamaya devam ediyor ve göçlerle 90 milyonu bulan bu dinamik kitlenin Covid-19 dışında da çok önemli sağlık gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bu sorunları nerede çözeceğiz? Hepsi pandemi hastanesi olan hastanelerde mi? Hızla izolasyon hastanelerimizi uygun mekanlarda oluşturmalıyız. Bu önlemlerin yaratacağı olumlu sonuçlar toplumu da rahatlatacak ve izolasyon sürecini kabul edilebilir hale getirecek. İzolasyon iki haftadır devam ediyor sözde ve elde edilen sonuç vaka ve ölüm sayısının artışı. Bu şekilde toplumsal kabul ve katlanma gücü sağlanamaz. 

BAĞIŞIKLIĞI YÜKSELTMEK DE SINIFSAL

Televizyonlarda uzmanlar, günün her saatinde bağışıklığımızı yüksek tutmamızı söylüyorlar. Stresten uzak durun, organik ve dengeli beslenin diyorlar. Bağışıklığı yüksek tutabilmenin kendisinin sınıfsal bir boyutu yok mu? 

Kurduğumuz düzen insanların yaklaşık yüzde sekseninin toplu yaşam alanlarında bulunduğu, şehir dışı yaşam alanlarının hızla üretim amaçlı kullanımlara terk edildiği (maden alanları, sanayiye yönelik tarım alanları, enerji sahaları, sanayiye yönelik orman alanları, devasa otlaklar, yollar, lojistik alanları, askeri alanlar vs.) bir düzen. Kalan doğa veya doğal olan nedir bu durumda? Biz çok yetenekli avcı toplayıcılar olan Homo sapiens sapiens’e yani modern insana Hominidlerden (insanımsılar) evrildik. Yaklaşık 12-15 bin yıllık bir dönemde tarım toplumu ve ardından bugüne ulaşan sanayi toplumu düzenini geliştirdik. Kendi doğamız nedir bu anlamda? Bugünün tüm çalışanlarını, emekçilerini, işçilerini düşünürsek böylesi bir ortamda yani sömürü ve şiddetin bu kadar yoğun olduğu bir çevrede stresten uzak bir yaşam veya doğal bir yaşam mümkün mü bizler için? Tarzan olmayı önermiyorum elbette. Bu kadar uzun laftan sonra sorunuza dönersek bağışıklığı yükseltmenin sınıfsal bir boyutu elbette var. Yatıp göbeğini kaşıma imkanı bulamayan bizler nasıl olur da stresten uzak, güçlü bir bağışıklık sistemi oluşturabiliriz? Hayranım bu uzmanlara ben de, o kadar güzel anlatıyorlar ki doğal beslenme ve stresten uzak durmanın yollarını. Bu doğal beslenme önerileri veren hanımefendinin muayene ücreti, bir kişi için bir asgari ücretin yarısı. O da bir çalışan olduğuna göre, evet onlar doğal beslenebilir, bağışıklık sistemlerini güçlü tutabilir ve stresten uzak yaşayabilirler. Diğer çalışanlar mı? Onlar ancak birlikte olurlarsa bu saydıklarınızı yapabilirler. 

SALGINLAR SINIF GÖZETİR

Ama Covid-19’un sınıf ayrımı yapmadığı ileri sürülüyor? 

Virüs sınıf gözetmiyor önermesi tamamıyla yanlış. Bu virüs bile sınıf gözetiyor ve gözetecek. Söyleyin lütfen herhangi bir gelecek kaygısı duymadan bir ay süreyle güven içinde evinde gereksinimlerini karşılayabilerek yaşayanlar mı, yoksa yaşamlarını ve ailelerinin yaşamlarını sürdürebilmek için her gün çalışmak zorunda olanlar mı daha büyük risk altında? Sağlıksız ortamlarda yaşayanlar mı, yoksa daha iyi yaşam koşullarında yaşayanların mı bağışıklık sistemleri daha güçlüdür? Kaç emekçi doğal ürünlerle beslenme olanağına sahip, kaç emekçi ailesi yeterince protein tüketebilecek şu sırada, kaç emekçi ailesi güvenle herhangi bir sorun yaşamadan evinde kendini izole edebilecek? Salgınlar sınıf gözetir hem de fena halde sınıf gözetir. Tarih bunun örnekleriyle dolu. 

HERKES KENDİ SINIFININ ÇIKARINI ÖNCELER

Her gün bir fabrikadan, işyerinden yeni vakalar ve ölüm haberleri geliyor. İşçiler için ne gibi önlemler alınmalı ve neden hala alınmıyor? 

Toplumsal yaşamımıza ait vazgeçilmez alanlar dışında üretimi bir süreliğine de olsa durdurmalıyız. Çalışmaya devam etmesi gereken alanlarda süre, sıklık ve mekan gibi pek çok faktörün devreye girmesi ile olası bulaşları önleyecek düzenlemeleri hayata geçirmemiz lazım. Bu söylediğim şey tüm toplu yaşam alanları için geçerli, hapishaneler de dahil. Ama bu düzenlemeleri kim yapacak? Elbette toplumsal çıkarları öncelik olarak gören yönetimler. Herkes kendi sınıfının çıkarını önceler. Kamyoncuya gözaltı, patrona kerata seni, sevinirsin tabii ile olmayacağı çok açık! 

Covid-19 meslek hastalığı sayılabilir mi?

Elbette, mesleksel risk olarak tanımlanabilir. 

BU DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK GEREKİYOR

Salgın ortamı ülkelerin başta çökmekte olan sağlık sistemleri olmak üzere, eğitim, ekonomi ve iklim politikalarını daha da tartışılır hale getirdi. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? 

Sağlık sistemimiz veya sağlık sistemlerimiz çöktü ve çöküyor. Çok hızlı bir şekilde toplumcu sağlık sistemlerini, koruyucu sağlık sistemlerini devreye sokmamız gerekiyor. Ancak bunu gerçekleştirmemiz yani sağlık sistemi özelinde bu türden bir değişikliğe gitmemiz genel anlamda düzen değişikliği yapmadan söz konusu olmayacaktır. Sağlık politikaları özelinde diğer alanlarda olduğu gibi ne kadar geriye gittiğimiz çok açık şekilde ortaya çıktı. 

Yaşattığımız düzen yalnızca bizi değil gezegenimizi de yok ediyor aslında. Her ne olursa olsun bu düzeni değiştirmemiz gerekiyor. Yukarıda anlattığım şeyleri düşünecek olursak sınırsız üretim ve tüketim faaliyeti ve elde edilen karın bölüşülmesi tüm düzenin ana amacı gibi görülüyor. Sorun hangi sınıfın bu kârı nasıl bölüşeceğine ait mücadele değil aslında. Üretim-tüketim-kâr sarmalının olmadığı sınıfsız, insanca bir düzen. Bu insanca düzen elbette eşit, adil, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine olmalı. İçinde yaşadığı doğanın bir parçası olduğunu unutmamalıdır. Bu sosyalist bir düzen olacaktır kaçınılmaz olarak. Sorgulamamız gereken çok şey var elbette hem kendimize hem toplumumuza ait. Bu sorguda bize yol gösterecek şeyler bu salgın nedeniyle yaşadığımız ve yaşayacağımız sorunlar sırasında sergilediğimiz ve sergileyeceğimiz dayanışmadan çıkacaktır merak etmeyin. Yeter ki biz bu sorgulamaya hazır olalım. Bizler cins, din, dil, ırk, ulus değiliz insanız öncelikle ve unutmayalım insanlar topluluk halinde yaşadılar ve gelecekte de topluluk halinde yaşayacaklar.

VİRÜSLERİN MUTASYONLARINA EN DEĞERLİ KATKIYI BİZ KENDİ ELİMİZLE SUNDUK

Viral hastalıklar konusunda evrimsel tıp bize neler söylüyor?

Birincisi, evrimle ilgili bir sürü safsatanın sözcülüğünü yapanların artık susması gerektiğini söylüyor. 

Başka türde canlılarda yaşamını sürdüren bir virüs türü, bir dizi çevresel değişiklik sonucunda geçirdiği mutasyon ile daha önce insanlarda enfeksiyon yaratmamışken, yeni bir konak olarak insanları da kullanmaya başladı. Ne oldu da böyle bir mutasyon geçirdi? Mutasyonların kurgusal olmadığını yani rastlantısal olduğunu bildiğimize göre, bu türden mutasyona neden olan çevresel faktörleri sorgulamamız gerekir önce. Bu açıdan karşımıza çıkan şey ise bir yok oluş sürecidir. Biz insanlar bu küçük gezegende başka yaşam formları ile birlikte yaşadığımızı ve doğanın bir parçası olduğumuzu unutmuş görünüyoruz. Bu algıyı yaratan temel faktör bizim de her gün içinde yaşadığımız ve yeniden üretilmesine katkı sağladığımız üretim-tüketim sarmalı, yani serbest piyasacı kapitalist düzen. Tükenmek bilmeyen bir artı değer yaratma arzusu ve her şeyin oluşturulan artı değerin değişim araçları çevresinde şekilleniyor olması, gerçekten küçük olan bu gezegeni hızla bir yok oluşa sürüklüyor. Sayımız çok fazla, gereksinimlerimiz çok fazla, tüketimimiz çok fazla, artığımız çok fazla... Doğa böylesi bir çılgın döngü karşısında sıçrama tarzında bazı değişikliklere zorlanıyor biz insanların eliyle. Yani sorunun yanıtı şu; evet bu türden bir virüsün yeni mutasyonlarına en değerli katkıyı biz sunduk kendi elimizle. Komplocu dostlarımızın ifadeleri ile bu bir laboratuvarda üretilmedi ama zaten biz dünyayı uzun zamandır bir laboratuvar gibi kullanıyoruz. Yeni patojenlerin yeni mutasyonlarına hazır olmalıydık. Bunları 2003’ten beri yaşıyoruz zaten. MERS ve SARS salgınları bunun habercisiydi aslında. Bilimi ve onun yarattığı çıktıları (düşünsel anlamda) sürekli kötüleyen ve bir çeşit bilinemezciliği savlayanlar post modern dünyanın en kabul gören insanlarıydı kısa bir süre öncesine kadar. İçler acısı bir tablo ama hiç de umutsuz değil... 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Norveç’te salgına karşı önlemler gevşetiliyor

SONRAKİ HABER

İTO Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Sürenkök: Sağlıkçıların en önemli sorunu barınma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa