09 Nisan 2020 05:27

Dr. Selçuk Mızraklı cezaevinden yazdı: Bu salgın ilk değil, son da olmayacaktır!

Yerine kayyum atanarak tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı, koronavirüs salgınıyla ilgili Evrensel'e yazdı.

Fotoğraf, Selçuk Mızraklı'nın Twitter hesabından alınmıştır

Paylaş

Ekolojistler ve çevrecilerin ya­pamadığını, şimdi “karşı-zor ve kırım” ile bir yarı-canlı varlık yapıyor. Hem de temiz havaya bağlı çalışan en te­mel organımız olan akciğerlere saldıra­rak yapıyor. Aslında “doğa ananın” me­sajı net; “Sen beni nefessiz bırakırsan, ben de seni nefessiz bırakırımdır.” Ve sanki üst bir akılla hareket ediyormuşça­sına, en çok doğayı bozan “büyük şehir­leşmelere, metropollere ve mega kentle­re” saldırıyor.

Toplumcu ve kamucu yapılanmaya da­yalı devletlerin bu salgına karşı direnci fazla iken, Neoliberalist devletler ise nere­deyse felç olmuş durumda. Neden mi? Çünkü “azami kâr, endüstriyalist ve aşırı tekelleşmeye (merkezileşmeye)” dayalı ekonomisinin tamamını “savaş, güvenlik ve sömürü” odaklı gelişmeye göre ayarla­ması, asıl bu şokun nedeni.

Dikkat edilirse ilaç sanayisi tekelleri, neredeyse yüz yıldır tedavi edici hiçbir ilacı bilinçli olarak, kâr amacıyla üret­memektedirler. Sadece kalp-damar, kanser benzeri hastalıkları teda­vi edici ilaçlar yerine hastalıkla­rın süresini uzatmaya ve ba­ğımlılığı süreklileştirmeye dö­nük çalışıyorlar.

Varlık olarak doğanın ve toplumun bir parçası olan insan, doğaya ve topluma karşı korkunç bir değer erozyonuna ve ah­laki yozlaşmaya uğramış durumda. Büyük şehir projeleriyle doğa büyük tekellerin çı­karları doğrultusunda önce parsellenip, sonra beton yığınları haline getirilerek, milyonlarca insanı orada yığıp, asıl üre­timden ve doğadan koparılıyor ve tek tek bireylerin her birisi müthiş bir tüketici ha­line getirilerek sömürgeleştiriliyor. Ve böylesine bir yaşam “modern yaşam” ola­rak cazipleştiriliyor. Bu yaşamda öyle de­ğer yozlaşması yaşanıyor ki, bir metrekare beton yığınının ekonomik değeri “15-20 bin TL” iken, bir metrekare kırmızı topra­ğın değeri ise “15-20 TL’dir.” Yani binde birlik oranındaki değer kaybını görmekte­yiz. Sonra tüm insanlığın hayati tehlikeyle karşı karşıya kalması! Peki, beton yığınla­rına dönüştürülen o toprağın kaç milyon yılda oluştuğunu biliyor muyuz? Belki o bir çırpıda betonlara dönüştürdüğümüz toprakların oluşumuna tüm insanlığın öm­rü bile yetmez. Bir de bu topraklar betona dönüştürülürken gerçekleştirilen daha da tehlikeli durum ise üretimsiz sermaye olan betonlaşmaların simülatif sermayeye dönüşerek birkaç aile şirketinin elinde aşı­rı tarzda ekonominin merkezileştirilmesi­dir (neoliberalist ekonomi). Oysa ekono­mi toplumsal bir uğraştır. Mega şehirler asla dengeli bir yiyecek ve giyecek üre­timini gerçekleştiremezler. Evet, sana­yi geliştirildi ama tarım ve hayvan­cılık olmadan sanayi tek başına bir çözüm olamaz. Sanayi alet üretir fa­kat yiyecek ürete­mez, bu dünyada şim­dilik yiyecek üreten en temel varlık toprak ve sudur. Yani doğadır. Dünyadaki tüm canlıların varoluş koşulu budur. Tarihte bile tarım ve hayvancılık olmadan zanaatçılık gelişmemiştir. Zana­atçılık ancak tarım ve hayvancılığa dayalı olarak gelişebilmiştir.

Tarihimize dönüp bir bakalım, insanlı­ğın ilk başlangıcından beri tüm bu yaşa­mın en temel varlıkları olan toprak, su, hava vb. ögeler tanrılaştırılmış, tüm top­lumların mitoloji ve dinlerinde kutsanmış­tır. Tüm tek tanrıcı dinlerde insanlığın ilk atası olan peygamberin adı “Adem’dir ya­ni İbranicede Kırmızı Toprak” anlamına gelmektedir. Oysa kapitalist modernite tüm bu değerlere ihanet etmiştir. Ve bu halen devam etmektedir. İşte “corona” denilen yarı canlı varlık bu ihanetin laneti ve bedelidir. Ve bu bedel en çok “büyük şehirler”, toprak anadan kopmuş insanla­ra ödettirilmektedir.

Tekrardan tarihe dönüp bir baktığımız­da bu felaket insanlığın başına gelen ilk felaket değildir ve sonuncusu da olmaya­caktır. İlk insan türü olan homo habilisler­den beri, neredeyse her buzul çağı fela­ketlerinden sonra bazı insan türleri yok olmuş ve yeni insan türleri ortaya çıkmış­tır. 74 bin yıl önce Toba Süper Yanarda­ğı’nın patlamasından sonra başlayan son buzul çağında tüm diğer insan türleri yok olmuş ve sadece homo neanderthal ve ho­mo sapiens kalmıştır.

MÖ 6200 yıllarındaki “8.2-kiloyear kü­resel soğuması” ve yarattığı olumsuz ya­şam koşulları insanları tekrar yeni bir ya­şama zorlamıştır. Art arda gelen kuraklık­lar karşısında Güney Mezopotamya’da Zi­guratlar tedbir olarak; uygun mevsimde daha fazla yiyecek üretip kıtlık günlerinde kullanmak amacıyla yiyecek depolamaya başlamıştır. Tarihin ilk şehir devleti olan Uruk dönemi böyle ortaya çıkmıştır.

Günümüzde yaşanan bu felaket de el­betteki bir biçimde atlatılacaktır. Belki ya­kın zamanda çeşitli ilaç ve aşılar buluna­caktır, ancak asıl önemli olan hastalık üre­ten bu kapitalist yaşam tarzı değiştirilmezse bu kez “Covid-19” yerine başka hastalıklar ve salgınlar gelecektir. Bunu bilmek için çeşitli komplo senaryolarına veya kehanet­lere gerek yoktur. Aslında durum ortada­dır, doğaya aykırı dengesiz ve ölçüsüz ya­şam tarzı hastalık üretir, dengeli ve ölçülü doğal yaşam sağlıktır. Bilgi ve teknolojik düzeyimiz ekolojik ve dengeli bir yaşam tarzı için geçmişten daha uygundur, yeter ki abartılmış ve ihtiyaç dışı istek ve arzula­rımızdan kurtulalım. Keza bu insanlığın ya­şadığı ilk felaket değil son felaket de olma­yacaktır. Önemli olan asıl hayati olan alan­lara gerekli yatırımları yapalım ve felaket­lerin olası yıkımlarına göre hazırlıklı ola­lım. Bilim, felsefe, akılcılık ve ahlaki ekolo­jik toplumculuk ve kamusallıktan vazgeç­meyelim. Kesin çözüm öze dönüştür.

Adnan Selçuk Mızraklı
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı

Bünyan Cezaevi

ÖNCEKİ HABER

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, dijital platformlarda etkinliklerine devam ediyor

SONRAKİ HABER

New York'ta sağlık emekçileri için tencere tavalı destek eylemi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa