Dr. Selçuk Mızraklı cezaevinden yazdı: Bu salgın ilk değil, son da olmayacaktır!
Yerine kayyum atanarak tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı, koronavirüs salgınıyla ilgili Evrensel'e yazdı.
Fotoğraf, Selçuk Mızraklı'nın Twitter hesabından alınmıştır
Ekolojistler ve çevrecilerin yapamadığını, şimdi “karşı-zor ve kırım” ile bir yarı-canlı varlık yapıyor. Hem de temiz havaya bağlı çalışan en temel organımız olan akciğerlere saldırarak yapıyor. Aslında “doğa ananın” mesajı net; “Sen beni nefessiz bırakırsan, ben de seni nefessiz bırakırımdır.” Ve sanki üst bir akılla hareket ediyormuşçasına, en çok doğayı bozan “büyük şehirleşmelere, metropollere ve mega kentlere” saldırıyor.
Toplumcu ve kamucu yapılanmaya dayalı devletlerin bu salgına karşı direnci fazla iken, Neoliberalist devletler ise neredeyse felç olmuş durumda. Neden mi? Çünkü “azami kâr, endüstriyalist ve aşırı tekelleşmeye (merkezileşmeye)” dayalı ekonomisinin tamamını “savaş, güvenlik ve sömürü” odaklı gelişmeye göre ayarlaması, asıl bu şokun nedeni.
Dikkat edilirse ilaç sanayisi tekelleri, neredeyse yüz yıldır tedavi edici hiçbir ilacı bilinçli olarak, kâr amacıyla üretmemektedirler. Sadece kalp-damar, kanser benzeri hastalıkları tedavi edici ilaçlar yerine hastalıkların süresini uzatmaya ve bağımlılığı süreklileştirmeye dönük çalışıyorlar.
Varlık olarak doğanın ve toplumun bir parçası olan insan, doğaya ve topluma karşı korkunç bir değer erozyonuna ve ahlaki yozlaşmaya uğramış durumda. Büyük şehir projeleriyle doğa büyük tekellerin çıkarları doğrultusunda önce parsellenip, sonra beton yığınları haline getirilerek, milyonlarca insanı orada yığıp, asıl üretimden ve doğadan koparılıyor ve tek tek bireylerin her birisi müthiş bir tüketici haline getirilerek sömürgeleştiriliyor. Ve böylesine bir yaşam “modern yaşam” olarak cazipleştiriliyor. Bu yaşamda öyle değer yozlaşması yaşanıyor ki, bir metrekare beton yığınının ekonomik değeri “15-20 bin TL” iken, bir metrekare kırmızı toprağın değeri ise “15-20 TL’dir.” Yani binde birlik oranındaki değer kaybını görmekteyiz. Sonra tüm insanlığın hayati tehlikeyle karşı karşıya kalması! Peki, beton yığınlarına dönüştürülen o toprağın kaç milyon yılda oluştuğunu biliyor muyuz? Belki o bir çırpıda betonlara dönüştürdüğümüz toprakların oluşumuna tüm insanlığın ömrü bile yetmez. Bir de bu topraklar betona dönüştürülürken gerçekleştirilen daha da tehlikeli durum ise üretimsiz sermaye olan betonlaşmaların simülatif sermayeye dönüşerek birkaç aile şirketinin elinde aşırı tarzda ekonominin merkezileştirilmesidir (neoliberalist ekonomi). Oysa ekonomi toplumsal bir uğraştır. Mega şehirler asla dengeli bir yiyecek ve giyecek üretimini gerçekleştiremezler. Evet, sanayi geliştirildi ama tarım ve hayvancılık olmadan sanayi tek başına bir çözüm olamaz. Sanayi alet üretir fakat yiyecek üretemez, bu dünyada şimdilik yiyecek üreten en temel varlık toprak ve sudur. Yani doğadır. Dünyadaki tüm canlıların varoluş koşulu budur. Tarihte bile tarım ve hayvancılık olmadan zanaatçılık gelişmemiştir. Zanaatçılık ancak tarım ve hayvancılığa dayalı olarak gelişebilmiştir.
Tarihimize dönüp bir bakalım, insanlığın ilk başlangıcından beri tüm bu yaşamın en temel varlıkları olan toprak, su, hava vb. ögeler tanrılaştırılmış, tüm toplumların mitoloji ve dinlerinde kutsanmıştır. Tüm tek tanrıcı dinlerde insanlığın ilk atası olan peygamberin adı “Adem’dir yani İbranicede Kırmızı Toprak” anlamına gelmektedir. Oysa kapitalist modernite tüm bu değerlere ihanet etmiştir. Ve bu halen devam etmektedir. İşte “corona” denilen yarı canlı varlık bu ihanetin laneti ve bedelidir. Ve bu bedel en çok “büyük şehirler”, toprak anadan kopmuş insanlara ödettirilmektedir.
Tekrardan tarihe dönüp bir baktığımızda bu felaket insanlığın başına gelen ilk felaket değildir ve sonuncusu da olmayacaktır. İlk insan türü olan homo habilislerden beri, neredeyse her buzul çağı felaketlerinden sonra bazı insan türleri yok olmuş ve yeni insan türleri ortaya çıkmıştır. 74 bin yıl önce Toba Süper Yanardağı’nın patlamasından sonra başlayan son buzul çağında tüm diğer insan türleri yok olmuş ve sadece homo neanderthal ve homo sapiens kalmıştır.
MÖ 6200 yıllarındaki “8.2-kiloyear küresel soğuması” ve yarattığı olumsuz yaşam koşulları insanları tekrar yeni bir yaşama zorlamıştır. Art arda gelen kuraklıklar karşısında Güney Mezopotamya’da Ziguratlar tedbir olarak; uygun mevsimde daha fazla yiyecek üretip kıtlık günlerinde kullanmak amacıyla yiyecek depolamaya başlamıştır. Tarihin ilk şehir devleti olan Uruk dönemi böyle ortaya çıkmıştır.
Günümüzde yaşanan bu felaket de elbetteki bir biçimde atlatılacaktır. Belki yakın zamanda çeşitli ilaç ve aşılar bulunacaktır, ancak asıl önemli olan hastalık üreten bu kapitalist yaşam tarzı değiştirilmezse bu kez “Covid-19” yerine başka hastalıklar ve salgınlar gelecektir. Bunu bilmek için çeşitli komplo senaryolarına veya kehanetlere gerek yoktur. Aslında durum ortadadır, doğaya aykırı dengesiz ve ölçüsüz yaşam tarzı hastalık üretir, dengeli ve ölçülü doğal yaşam sağlıktır. Bilgi ve teknolojik düzeyimiz ekolojik ve dengeli bir yaşam tarzı için geçmişten daha uygundur, yeter ki abartılmış ve ihtiyaç dışı istek ve arzularımızdan kurtulalım. Keza bu insanlığın yaşadığı ilk felaket değil son felaket de olmayacaktır. Önemli olan asıl hayati olan alanlara gerekli yatırımları yapalım ve felaketlerin olası yıkımlarına göre hazırlıklı olalım. Bilim, felsefe, akılcılık ve ahlaki ekolojik toplumculuk ve kamusallıktan vazgeçmeyelim. Kesin çözüm öze dönüştür.
Adnan Selçuk Mızraklı
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı
Bünyan Cezaevi