14 Nisan 2020 20:01

“Bağış”lanmayacak

İşçi ve emekçi sınıflar açısından da, salgının yeni olduğu ama yaşam koşullarının hiç de yenilenmediği bir dönemde yapması gereken bir zorunluluk birikiyor, kuvvetleniyor.

Fotoğraf: pixabay

Paylaş

Güneş GÜRSOY

Deniz GÜRSOY

İstanbul

30 Mart günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını gündemiyle bir araya gelen kabine toplantısının ardından açıklama yaptı.

"Türkiye, her hal ve şart altında üretime devam etmek, çarklarının dönmesini sağlamak zorunda olan bir ülkedir" diyerek, üretimin süreceği mesajını verdi. Erdoğan, yevmiye ile geçimini sürdüren kesimler başta olmak üzere, alınan tedbirlerden dolayı mağdur olan dar gelirli vatandaşlara ilave destek sağlamak amacıyla "Biz bize yeteriz Türkiyem" adlı bir bağış kampanyası başlatıldığını duyurdu bu açıklamada. Açıklamada da geçen tekelci burjuvazi iktidarının devamı için dönen “sömürü çarkları”nın hala kârlarını ve servetlerini korumak ve olabildiğince az zararla çıkmak için döndüğünü, işçiler emekçiler içinse canları pahasına hayatta kalma mücadelesini sürdürmek adına döndüğünü görüyoruz bu çarkların. Yayılan virüsün hızıyla, bir başka hastalık olan kapitalizmin; yozlaşmışlığının, çürümüşlüğünün görünme ve tartışma hızı toplumsal kesimlerde aynı seyirde, hatta biri birinden daha hızlı yayılmakta diyebiliriz. Hangisi olduğuna siz karar verin.

BECERİKLİLİK VE AKP

Genç kuşakların gördüğü tek siyasi iktidar olan AKP’nin her kriz anını “kendi lehine dönüştürmek” konusunda becerikli olduğunu söylesek yanlış olmaz. Bunu derken tabii ki halk kesimleri içerisinde dünkü karşılığını bulamadığını ve her krizde AKP’yi tartışmanın, eleştirmenin, kabul görmemesinin artışını da görmek gerekir. Fakat hala halkı kendi politikasında yedeklemek ve zaruri meselelerin “daha az tartışılması” adına izlediği çokça hamle var. Peki bu bağış kampanyası onlardan biri olabilir mi?

Burada çok kafa karışıklığı yaratmadan şunu desek cevap bulabiliriz. Koronavirüsle ilgili önlemler kapsamında alınan ilk önlemi düşünelim. Açıklanan bir ekonomik paketle sermaye sahiplerine, büyük şirketlere hazinenin ve bankaların imkanını sunmak, neredeyse hiç zarar görmemesi adına bunların yükümlülükleri devletin üstlendiğini, AKP’nin ilk refleksinin bu olduğunu hatırlayalım. İşçi ve emekçilere kalan da malumunuz ne ücretli izin, ne ücretsiz sağlık. Bir bağış kampanyası.

Yine burada toplum için ayrılan kaynakların eksikliğini görüyoruz. İşsizlik fonundan, hazineden karşılanarak faturaları, kiraları erteleyemeyen, kendi ohalimizi ilan etmemizi söyleyen; üstüne üstelik burayı yine işçi-emekçilerin cebimizden kapatmaya çalışan bir kampanya ile karşı karşıya kalıyoruz. Bağışların vergiden muaf tutulacağı söylemi, devletin eliyle büyük sermaye çevrelerini vergiden kaçındırarak halkın cebine gidecek paraları şirketlerin bağışı gibi propaganda etmesinin vesilesi oluyor. Bunu da zaten çok bir zaman geçmeden AKP döneminde aldığı ihalelerle dikkatleri çeken Cengiz Holding’in yaptığını, bağışın affedilen borçlarının yanında aslında bir şey ifade etmediği örneğiyle görüyoruz. AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen şirketlere yapılmış milyonlarca değerindeki vergi afları yapılmadığı bir durumda, bugün bu kampanyalara ihtiyaç duymayacak olmamızın çok şey ifade ediyor bu örnekle birlikte değerlendirildiğinde. Burada da halktan değil servetten vergi alınması gerektiğini vurgulamakta fayda vardır. Deprem gibi doğal afetler için yıllardır toplanan ancak o afet anında ve sonrasında halk için kullanılması gereken vergilerin nereye gittiği bilmediğimiz durumlarla karşı karşıyayız. Vergilerin nereye gittiğini öğrenmek bir yana, bunu sorarken bile yine elimiz cebimize atılmak istenerek bizlerden yardım talep edilmiştir. Bugün de doğal afetin aksine sonuçları çok da belirsiz olmayan bir durumla karşı karşıyayken yine elini cebine atanın halk kesimleri olması bekleniyor.

ÇEŞİTLİ ÖRNEKLERLE BİZ BİZE YETERKEN

Bağışlar ve deprem üzerine değinmişken hemen çok da geriye gitmeden yaşamış olduğumuz Elazığ depreminde özellikle Kızılay’ın tutumunu ve “vergi kaçırmak yok, vergiden kaçınmak var” söylemini tekrar hatırlatmakta fayda var. Yine benzer bir durum yaşanmış ve böyle bir açıklama üzerine de Kızılay’ın Ensar Vakfı’na 8 milyon dolarlık bağışı gündem olmuştu. Torunlar Holding'in sahiplerinden Mehmet Torun’un yaptığı “kurumsal kazançları yüksek olduğu için Kızılay’a bağış yapmakla Ensar'a bağış yapmak arasında bir fark bulunmadığı” açıklaması, Kızılay’ın Ensar’a, Ensar’ın da TÜRGEV’e olan para akışı yine halkın parasının sermayedarlara gittiğinin göstergesi olmuştu. Bağış meselesi genel olarak bakıldığında sadece bu örneklerle kalmıyor. Bu gibi bunun gibi birçok bağış-ihale dengesini her devlet, özel ihalesinde görebiliyoruz neredeyse.

“BAĞIŞ”LANMAYACAK OLAN

Yazıda aralarda ufak önerilerin, şu yapılsa aslında bir bağışa bile gerek kalmayacağının hatırlatmaları var. Toplum kesimlerinin örgütsüzlüğü sonucu bir burjuva sınıf iktidarının yapması gerekenleri yaptığını, dediğimiz gibi “örgütsüzlüğünün sonucu” çok daha rahatlıkla istediklerini yaptığını bir sınıf karakteri olarak bize gösteriyor. Bir sınıf refleksi alarak salgın gibi bir meselede tecrübesinin az olduğundan buna göre tedbirler alarak ilerliyor. İşçi ve emekçi sınıflar açısından da, salgının yeni olduğu ama yaşam koşullarının hiç de yenilenmediği bir dönemde yapması gereken bir zorunluluk birikiyor, kuvvetleniyor. Ve bugün işçi, emekçiler üzerinde bağış gibi insafsız ve izansız bir siyaset sunan burjuva hükümetler “hiçbir şey eskisi gibi olmadığında” bağışlanmayacak olanlar olacak. “Çözüm ne?​” sorusuna yanıtımız ise asgari ve acil çözümler üzerinden tutularak sorunların sınıfsallığına işaret ederken, bir yandan da başka bir sınıfın iktidarıyla esas çözümün gerçekleşebileceği üzerinden bir tartışma yürütmenin içindedir.

ÖNCEKİ HABER

Değişenler ve baki kalanlar

SONRAKİ HABER

İsviçre DİDF: Basın üzerindeki baskıları durdurun

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa