Özgür Müftüoğlu: İşçi sınıfı çelişkilerin net göründüğü bu dönemi iyi değerlendirmeli
Akademisyen Özgür Müftüoğlu ile koronavirüs salgınının üretim biçimlerinde yol açtığı değişimi; işçi ve emekçilere etkisini ve sınıf mücadelesine sunduğu olanakları konuştuk.
“Virüs sınıf ayırır mı?” sorusu koronavirüs salgını ile sık yanıt aranan konulardan oldu. Salgın Türkiye’de hızla yayılmaya devam ediyor. Ancak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ifadesiyle bazı bölgelerde yayılma hızı daha yüksek. Hükümet bunu sosyal temasın sürmesiyle açıklıyor. Bilim Kurulu izolasyonun önemine işaret ederken virüs tespit edilen pek çok fabrikada patronlar üretimi sürdürüyor. Hükümet de üretimin sürdürülmesi konusunda ısrarcı. Akademisyen Özgür Müftüoğlu ile koronavirüs salgınının ekonomi ve üretime etkisini; virüsün daha görünür kıldığı çelişkileri konuştuk.
HÜKÜMET ÖNLEM ALMAK YERİNE FIRSAT KOLLADI
Özgür Müftüoğlu’nun açıklamalarından satır başları şunlar:
“Koronavirüs salgınının başından bu yana tüm ülkeler halk sağlığından önce sermayeyi korumak üzere refleks geliştirdi. Salgın birkaç ay sonra geldiği için Türkiye bu konuda avantajlıydı. Fakat hükümet maalesef vakaları ilk zamanlarda inkar yoluna gitti ve önlem almaktan kaçındı. Bir planlama da yapılmadı. Koronavirüs ilk kez 11 Mart gecesi kabul edildi. Sonrasındaki süreçte ise diğer ülkelerde olduğu gibi halk sağlığını gözetmek yerine; sermayeyi ve iktidarı korumak üzere adım atıldı. Hatta salgını nasıl fırsata çevirebileceklerini kolladılar. Çünkü bildiğiniz gibi Türkiye zaten büyük bir krizin içindeydi. Dolayısıyla krizin suçunu virüse attılar. Uzak doğuda üretimde yaşanan aksamalardan da Türkiye olarak fırsat elde etmeye çalıştı.
MECLİSE GELEN TÜM PAKETLER SERMAYENİN ÇIKARLARINI GÖZETİYOR
Yeni bir ekonomi paketi getirdiler meclise, yine sermayenin çıkarları gözetiliyor. Yani hükümetin halk sağlığı gibi bir önceliği yok. Bu durum sadece Türkiye için değil; ABD, Fransa gibi kapitalist tüm ülkelerde aynı.
Virüse karşı en önemli önlem fiziksel mesafe olarak açıklandı. Karantina önerildi. Ama Türkiye’de güvenlikçi politika ezberinden kaynaklı gündeme sürekli sokağa çıkma yasağı gündeme getirildi. Burada insanı yaşatmak üzerine bir uygulama olarak karantina gündeme getirildi ama bu bile yasakçı anlayış nedeniyle yanlış yorumlandı. Topluma da bu şekilde yansıtıldı.
SALGIN SÜRECİ EKONOMİ YÖNETİMİ OLARAK ALGILANIYOR
“Evde kalın” denildi ama emekçiler hariç. Çünkü kapitalizmin işlemesi için üretimin sürmesi, finasın işlemesi, ticaretin devam etmesi lazım. İşçi sağlığı ve güvenliği noktasında da salgın öncesi dönemle salgın süreci arasında yaklaşım farkı yok. Hükümet koronavirüs sürecini bir ekonomi yönetim süreci olarak algılıyor. Geçtiğimiz hafta sonunda sokağa çıkma yasağında olduğu gibi kararı aslında bilim kurulu vermiyor. Bunlar için bir bilim kurul oluşturuldu. Maalesef hükümet bilime ve akla kendisini kapatmış durumda. Süreci tamamen politik egemenlik mücadelesi olarak görüyor. Tek adam rejimi bu süreçte de işliyor ve tercihlerini de sınıfsal olarak sermayeden yana yapıyor. İşçi sağlığı konusuna da maliyet unsuru olarak yaklaşıyorlar doğal olarak. Gıda-İş’in raporlarına baktığımızda çok basit tedbirlerin dahi alınmadığını görüyoruz. Ki, bu iş kolu gıda. Burada alınmayan her önlem doğrudan toplumu ilgilendiriyor. Toplumun geneline ‘Aman evden çıkma çok riskli’ diyorsunuz; ama işçileri en güvenliksiz şekilde toplu taşımaya ya da servislere bindirip çalışma alanlarına gönderiyorsunuz.
İŞÇİLER VİRÜS BULAŞACAĞI BİLİNEREK ÇALIŞMAYA ZORLANDI
Bugün şunu biliyoruz; insanlar yakın mesafede iken bu virüs birbirine bulaşır. Şimdi işçilere bu olanakları vermezseniz; üstüne ‘Açlıktan ölmemek için çalışmak zorundasın’ derseniz ve iş yerlerinde de hiçbir tedbir almazsanız virüs yayılacaktır. Geçtiğimiz ay 14 işçi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Bu rakam böyle devam ettiği sürece nisan ve mayıs aylarında daha da artacaktır. Bu ölümlerin yaşanabileceğini öngörüyoruz. Bu nedenle bunlar birer iş cinayetidir. Bütün patronlar evlerinde, işi olmayanlar evlerde ama işçi ve emekçileri ölüme gönderiyorlar. Sadece işçileri değil; sonuçta işçiler evlerine dönüyor akşam, ailelerini de tehlikeye atıyor. Bütün bunu da kârı sürdürmek için yapıyorlar. Devlet ise önlem alınıp alınmadığını dahi denetlemiyor. İşçilerin yaşamları yönetenler tarafından rise atılmış durumda.
MAVİ YAKA VİRÜSLE BURUN BURUNA, BEYAZ YAKA ESNEK ÇALIŞMAYA TABİ
Evden çalışma beyaz yakalar içerisinde yaygınlaştı. Bu onlar için iyi bir şey gibi görünüyor ama bir tarafıyla müthiş bir denetim mekanizması kurulmuş durumunda. Evden çalışma sırasında insanların bütün süresini bilgisayar başında geçirmesini istiyorlar. Hatta normal zamanda çalıştığından daha çok çalıştırılıyor insanlar. Aslında verimliliği artırmaları isteniyor. Evden çalışma kulağa hoş gelse de teknoloji de kullanılarak emek denetimi artırılıyor. Aynı zamanda psikolojik olarak da bir baskı uygulanıyor. Tabi evlerindeki elektrik, internet faturasını da emekçiler cebinden ödemiş oluyor. Yani mavi yakalılar işe gitmek zorunda, beyaz yakalılar ise daha uzun ve daha yoğun çalışmaya zorlanıyor. Karlı çıkan kim; sermaye...
150 BİN KÜÇÜK İŞLETME KAPANDI, BURALARDA ÇALIŞANLARIN ÇOĞU GÜVENCESİZ
Bu süreçte getirilen bir takım düzenlemelerle de aslında işveren için işçi çıkarmak kolaylaştırıldı, işçilerin asgari ücretin yarısı ile çalıştırılmaları öngörülüyor. Bir çok emekçi için işsizlik sigorta fonu ve kısa süreli çalışma gündeme getiriliyor; ki bundan yararlanabilecek olanlar da çok az. Yani işçi ve emekçilerin aileleriyle birlikte yaşamlarının rise atılması bir yanda dururken diğer önemli mesele de 150 bin civarında iş yeri kapandı. Bunlar küçük esnaf. Bunların durumları da çok sorunlu. Oralarda çalışan çoğunluğu güvencesi olmadan çalıştırılan işçiler ve devletin sağladığı olanaklardan da yararlanamayacaklar.
DARALMA VE KİTLESEL İŞSİZLİĞE DOĞRU
Bunun bir adım daha ötesi koronavirüs salgını sonrası... Bu yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 5 küçüleceği öngörülüyor. Şimdi zaten Türkiye’de geniş tanımlı işsizlik yüzde 20’lerde. Ekonomi zaten kötü bir durumda; borçlar artıyor, hazinede para yok, sermaye yatırımları giderek azalıyor. Bu da doğal olarak emekçilere yansıtılacak. Siyasi iktidarın geleceğe dönük planlamalar yapması lazım. Ama daha bugünün planını yapamayan ya da sermayenin ihtiyaçlarından yana yapan bir siyasi iktidarın ne yapacağı da ayrı mesele...
SALGIN 70’LERDE YAŞANSAYDI, İŞÇİLER ZORLA FABRİKALARA SÜRÜLEBİLİR MİYDİ?
Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. 80’lere bugüne baktığımızda ideolojik olarak da örgütlülük anlamında da zayıfladık. Daha önce “orta sınıf” dediğimiz kesimin de işçileştiği bir süreçte olmamıza rağmen örgütlülük anlamında zayıfladık. Dolayısıyla sayısal olarak geçmişle karşılaştırdığımızda sayısal olarak proleter sayısı artarken bilinç olarak maalesef zayıfladı. Bu zayıflamada doğu bloğunun dağılmasının da etkisi oldu. Bugün çok net görüyoruz ki; hayat emekçilerin sırtında dönüyor. Bugün siz emekçileri zorla fabrikaya sokuyorsunuz. Açlıkla tehdit ederek işçileri fabrikaya götürüyorsunuz. Dolayısıyla emekçiler olmadığında sermayenizin hiçbir değeri yok. Bugün gözünüz nerede; yine emekçilerde. Bugün emeğin tekrar üstünlüğünün görüldüğü bir dönemi yaşıyoruz. Buraya nasıl gelindi? Devletin siyaset mekanizmasında tavrını belirleyen sınıflar arası güç dengesidir. Bizi bugüne de bu güç dengesi getirdi. Yoksa bu salgın 70’lerde yaşansaydı böyle bir şey mümkün müydü? Kalkıp işçiler zorla fabrikalara götüreceksiniz. Böyle bir şey mümkün değildi. Çünkü sınıflar arası güç dengesi bugüne nazaran daha dengeliydi.
“DİBE VURSUN, DÜZE ÇIKAR” HAYATCİLİĞİNİ KABUL EDEMEYİZ
Peki yarın ne olur? Bir kere şunu söyleyelim; bekleyelim de her şey dibe vursun sonra yeniden düze çıkarız hayalciliğini asla kabul edemeyiz. Çünkü bunun dibi yok. Çünkü siyasi iktidar krizlerle karşılaşınca ‘Biz yönetemiyoruz, gelin siz yönetin’ demiyorlar. Varlıklarını devam ettirmek, egemenliklerini korumak için baskıyı artırıyorlar. En çok korkulan şey toplumsal hareketler, sınıf hareketleri. Baskıyı bu hareketleri bastırmak için kullanıyorlar. Dolayısıyla önümüzdeki dönem; bir toparlanma olup tüm toplumsal hareketlerin sınıf perspektifli bir hareketle yürütülmesi gerekiyor. Bugün yaşananların müsebbibinin karşı sınıf olduğunun görülmesi gerekiyor. Bu şekilde birleşik mücadele yaratılabilirse bu bir fırsat olabilir.
YARININ NASIL OLACAĞINI SINIF MÜCADELESİ BELİRLEYECEK
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin; ama bundan sonra nasıl olacağı konusunda iyimser bakmak için sınıf hareketine ihtiyaç var. Bu olmadığı taktirde bilelim ki, kendi kendine çelişkiler yaşayacak ve değişim olacak beklentisi hayaldir. Karşımızda piyasanın sağlığını toplum sağlığının önünde tutan bir anlayış var. Buna karşı bir hareket oluşturulamazsa sonrası çok daha vahim olur diye düşünüyorum. Bugün sadece Türkiye açısından değil; diğer kapitalist ülkeler açısından da burjuvazinin en zayıf olduğu, çelişkilerin en net açığa çıktığı bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemi işçi sınıfı hareketinin iyi değerlendirmesi gerekir diye düşünüyorum.” (Evrensel Web TV)