Basın tarihindeki sansür girişimleri | Her sansür nihayetinde kendi evlatlarını yer
Koronavirüs konusunda sorumlu yayıncılık yapan gazeteleri hedef alan Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarından yola çıkan Utku Deniz Eren, basın tarihindeki sansür girişimlerini yazdı.
Kolaj: Evrensel
Utku Deniz EREN
Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, koronavirüs konusunda sorumlu yayıncılık yapan gazeteleri hedef aldı. Ona göre bu yayınlar “Kendi ülkesini hedef almıştı”. Alınmayan tedbirlerden bahsetmek “Kafa bulandırmak”tı. Erdoğan hızını alamadı, şunları söyledi:
“Milletin değerlerine, mukaddesatına, onuruna yapılan her saldırının tetikçisi sizdiniz. Artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden inşallah kurtulacaktır.”
Bu sözlere yandaş medyanın nasıl alkış tuttuğunu biliyoruz. Ancak mesele uzunca bir süre boyunca virüs tehlikesi Türkiye’nin çok uzağındaymış gibi davranmaktı ve bu konuda yazıp çizmek yetkililerin sorumsuzluğunu hedef almaktı. Vakaları, istatistikleri, test sayılarını tartışmaya açmak “Kafa bulandırmak” değil, halkı bilinçlendirme sorumluluğuydu. Halkı paniğe sürükleyen sokağa çıkma yasağını eleştirmek ise her aydınlık zihnin isyanıydı.
Bugün yandaş basın Erdoğan’ın basına yönelik tehditlerini alkışlıyor. Ancak unutmasınlar, her sansür nihayetinde kendi evlatlarını yiyor.
DEVLET KENDİ BASIMEVİNİ BİLE SANSÜRLEDİ
Sansürün bu tür sonuçlarının tarihten sayısız örneğini vermek elbette mümkün.
Sıklıkla anılan acınası örneklerdir; II. Abdülhamid devrinde Sabah gazetesi “Şevketlü Abdülmahid” yazacakken, harfler kayınca ortaya “Şu kötü Abdülhamid” ifadesi çıktı ve gazetenin bu nedenle kapatılması en ilginç sansür vakalarından biri olarak tarihe geçti. Dahası sansür sonunda devletin basımevini dahi vurdu. Devlet yıllığında Kanuni Esasi’nin bir yaprağı cilde ters girince, bu padişahı baş aşağı görme dileği olarak algılandı.
Tüm bu sansür uygulamaları II. Abdülhamid’in baskılarını örtbas etmeye yetmedi. Bugün o baskı dönemini “devri istibdat” diye anmamızın önüne geçemedi.
MARKO PAŞA’YI KAPATIRSINIZ, MALUM PAŞA ÇIKAR GELİR
’40’lı yıllardan da sayısız örnek vermek mümkün.
“Her devrin sakıncalısı” sosyalistlerin bu yıllarda da yayıncılık inadı sansür karşısında devam edip durdu. 1946-1950 yılları arasında Aziz Nesin ve arkadaşlarının mücadelesi ciddi bir direnç göstergesiydi. Marko Paşa dergisi kapatıldı, bu kez Malum Paşa kuruldu. Dergi sansürlenince bu kez Merhum Paşa adıyla yola çıkıldı. Bitmedi… Yasaklar geldikçe yeni “paşalar” ortaya çıktı. Yedi Sekiz Paşa, Hür Marko Paşa ve diğerleri…
Bu yıllarda sosyalistlerin maruz kaldığı baskılara büyük bir memnuniyetle bakan faşistler de sansürden nasibini aldı elbette.
II. Dünya Savaşı sırasında Reha Oğuz Türkkan, Bozkurt dergisindeki yazısında tarımın ihmal edildiğinden dem vuruyordu, yazının son cümlesi ise, “Dergimiz bu yolda yazı yazacaktır” idi. Dergi yayımlanınca dizgi sırasında bir hata yapıldığı ortaya çıktı. Türkkan’ın son cümlesi, “gazı yakacaktır” diye dizilmişti. Sıkıyönetim Mahkemesi “ihtilale teşvik” suçlamasıyla derhal dava açtı. Solcuların yayınlarına karşı her türlü sansürü ve yasağı savunup duran Türkkan bir yıl süren dava boyunca bunun bir yazım hatası olduğunu ispat etmeye uğraştı…
BAŞBAKAN ÖVEYİM DERKEN KAPATILAN GAZETE
Belki pek yerinde bir anımsatma da AKP’nin kendini mirasçısı saydığı DP döneminden verilebilir.
Demokrat Partinin yoğun baskıları altında öğrenciler 555K, yani “5. ayın 5’inde, saat 5’te Kızılay’da” parolasıyla düzenledikleri eylemde, hürriyet taleplerini bizzat Menderes’in yüzüne haykırdı. Menderes kontrolünü kaybetti, gömleğini ve kravatını çekiştirerek “Öldürecek misiniz beni, hadi, öldürün bakalım” diye bağırdı. Eylem noktasından uzaklaştırılırken öğrencilere ağza alınmayacak küfürler etti.
Bu kritik eylemden sonra ne mi oldu? İlk iş basın yasağı getirildi. Gazeteler tek bir metne yer verebilecekti. Dahiliye Vekaletinin, yani İçişleri Bakanlığının açıklamasına…
Açıklamanın detayları bugünleri de anımsatacak cinstendi.
Eylemi bir grup “işsiz güçsüz takımı” düzenlemişti. Dahası bunların “Bir merkezden idare edildiği” açıktı. Üstelik derhal bertaraf edilmişler, büyük bir vatandaş topluluğunun yaptığı aleyhte tezahüratla eylemleri akim kalmıştı!
Eylemin ertesi günü, basın tarihine geçecek bir olay yaşandı. Demokrat Partinin yayın organı vazifesi gören Zafer gazetesine göre, 555K eylemi esnasında “Menderes’e sevgi gösterisi” yapılmış, “Menderes coşkunca alkışlanmıştı”. A Haber’in ve Sabah’ın genetik kodlarının kaynağı işte burasıydı.
Ama beklenmedik bir şey yaşandı. DP yandaşı Zafer gazetesi bir hafta kapatıldı. Çünkü gerçeği saptırma amaçlı da olsa eylemden fotoğraf paylaşmışlardı. Kaş yapayım derken göz çıkarmışlar, gazete olarak alkışlayıp durdukları sansürün kurbanı olmuşlardı.
DP döneminde sansürler sürüp gitti. Ama bu toplumsal muhalefetin yükselmesine sebep oldu. Halk, DP’nin gençleri öldürüp asfaltlara gömdüğünü düşünür hale geldi. Tevatür, DP’yi daha da zora soktu.
Örnekler uzayıp gider…
Hangi birinden bahsedelim…
12 Mart askeri müdahalesinden sonra ilk iş Cumhuriyet’in, Akşam’ın kapatılmasından mı? Onca davaya, sansüre, yasağa rağmen bugün 12 Mart sürecinde yaşanan tüm zorbalıkları bilmemiz, kapatmalara karşı yine de yazmaya devam eden aydınlar sayesinde değil mi?
12 Eylül darbesi sonrasında yasaklanan ve sayısı 927’yi bulan yayınlardan mı? Her yol kapansa bu kez devlete dilekçe yazıp antidemokratik yollara itiraz aydınca bir tutumla, “Aydınlar Dilekçesi”yle yapılmadı mı?
"GAZETECİLİKTEN TUTUKLANMADILAR" MANŞETİ ATANLAR
Bunun yakın dönemdeki en çarpıcı örneklerinden biri de Zaman, Samanyolu, Taraf gibi cemaat tarafından finanse edilen yayınlardı. Cemaat daha başından beri yasa dışı işleri hız kesmeden sürdürüyor ve yayınları vasıtasıyla bunları “aklamaya” çalışıyordu. Kapatılan yayınları, tutuklanan gazetecileri, dava süreçlerini sayfalarına ve ekranlarına nasıl taşıdıkları hâlâ arşivlerde duruyor.
Bugün yeniden sansüre ve tutuklamalara maruz kalan Odatv’nin cemaat tarafından hedef alındığı günlerden örnekler vermek yetiyor da artıyor bile…
Taraf’ın Odatv çalışanları tutuklandığında “Gazetecilikten tutuklanmadılar” manşetini unutmak mümkün mü? Yine Zaman’ın, sonradan cemaat eliyle ve casus yazılımla Odatv bilgisayarlarına yüklendiği ortaya çıkan dokümanları kastederek “Açıklanamayacak deliller var” manşetini de sonradan bu sözde delillerin nasıl bir bir açıklandığını da unutmuş değiliz. Samanyolu TV’nin daha mahkeme kararını vermeden tutuklu Odatv çalışanları için “Tutukluluklarının devamına karar verildi” alt yazısını geçişi de hâlâ zihinlerimizde… Tüm bu manşetler, haberler servis edilirken hükümetin bu yayınlara nasıl arka çıktığını biliyoruz. Dün sansürü ve tutuklamaları savunanların yayınları sonra teker teker bir zamanlar destek aldıkları iktidarca kapatıldı.
Ezcümle muktedir, şeffaflığı ve basın özgürlüğünü değil baskı ve yasakları seçtiği için elini rahatlatmıyor. Aksi yöndeki sonuçlarını bugün de görüyoruz.
Sosyal medyada da bahsedildiği gibi, Darwin müfredattan çıkarılıyor, dergiler bu nedenle sansürleniyor ancak evrimi anlamadan çare bulmanın mümkün olmadığı bir virüs bugün tüm dünyayı sarsıyor. Belirsizliğin hakim olduğu şu süreçte tüm dünya ülkelerinden hastane görüntüleri dahi verilirken buradaki durumun ne olduğuna, virüsün etki alanına ve sonuçlarına dair bilgi vermekten imtina edenler için mızrak çuvala sığmıyor.
Tarih bize bir tek şeyi gösteriyor. Gazetecileri susturmak, olayları örtbas etmek, yaşananları maniple etmek için ilk iş akla gelen sansür mekanizması, er ya da geç o sansürü uygulayanları ve savunanları vuruyor.
Sansürcüler, sansürün kendilerine yönelecek bir canavar haline geldiğini bilmiyorlar. Ancak her iktidar, sansürün kendi karşıtını, direnci yaratacağını bilmek durumunda; bu yazı dahil sansür itirazları da sansürlense, bir başka mecrada bir yenisi yayımlanacak, öğreniyorlar.