17 Nisan 2020 01:46

Arkeologların işi zor…

Önemli olan bu buluntuları konuşturabilmek, onların bize anlattıklarını anlamaya çalışmak ve bunun üzerinden bir tarih anlatısı yapmak esas olarak arkeolojinin temelini oluşturur.

Arkeologların işi zor…

Fotoğraf: Pixabay

Bu haftaki yazıyla Atlantis, Mu Kıtası vb. saçmalıkların sonuna geldik. Beş hafta olmuş bu diziye başlayalı başını kaçıranlar ya da ortadan başlayanlar lütfen tekrar okusunlar kopukluk olmaması için. Bu dizinin son yazısında eleştiri oklarını kendime ve meslektaşlarıma yönlendirmek istiyorum. Halktan kopuk, onların hiçbir şey anlayamayacağı ya da anlatılamayacak tarzda yazılmış, kazı raporu, makale vb. yayınlar arkeologlara başvuran ya da onlardan bir şeyler öğrenmek isteyen insanları bu işten soğutmakta ve soyutlamaktadır. Kazıdan çıkan çanak çömlek vb. buluntuları kataloglamak arkeoloji değildir. Evet, bu işin en önemli kısımlarından biridir ama sadece teknik bir konudur. Önemli olan bu buluntuları konuşturabilmek, onların bize anlattıklarını anlamaya çalışmak ve bunun üzerinden bir tarih anlatısı yapmak esas olarak arkeolojinin temelini oluşturur. Bu türden bir tarih yazımını arkeologlar yapmazsa bir doğa kanunu olarak boşluk illaki de doldurulur ve bu boşluğu dolduranlar da genelde şarlatanlar olur.

Yıllar önce Arkeoloji: Niye, Nasıl, Ne için? adında bir kitap yayınlandı yalnız ve güzel ülkemizde. Bu kitap o güne kadar Türkiye’de yapılan arkeolojinin bir eleştirisiydi ve Editörleri olan Oğuz Erdur ve Güneş Duru için pek iç açıcı sonuçlanmadı bu yayını gerçekleştirmek. Ege Yayınları’ndan 2003 yılında basılan bu kitabın 199-224. Sayfaları arasında Arkeoloji bilimi açısından Türkiye’nin içinde bulunduğu özel durumu en iyi açıkladığını düşündüğüm bir makale de yazdı editörlerden Oğuz Erdur ve bu makale içinde harika bir eleştiri de vardı arkeolojiye. “Bilginin Değeri Sorunsalı ve Türkiye’de Arkeoloji’nin Koşul ve Olasılıkları Üzerine” adlı bu makaleden bir alıntıyla bu konuyu tamamlıyorum.

Kabaca; Türkiye bağlamında temelleri ulus-devletten önce atılmış olan arkeoloji, köşe taşlarının bu görece olarak erken oluşumu sebebiyle Türk ve İslam öncesi dönemlere odaklanan, dolayısıyla da ulus-devletin resmi ideolojisini özellikle de 1950’lerden sonra giderek daha yoğun biçimde belirleyen milliyetçi-muhafazakâr politikalarla çatışık bir bilgi alanı ifade ediyor. Devletle bir taraftan ideolojik bir çatışma potansiyeli ima edip, diğer taraftan da hukuksal bir bağ içerisinde bulunan arkeoloji, toplumu ötekileştirme vasıtası olarak kullandığı bilimsellik söylemiyle aynı zamanda devlete karşı da kendisini korumuş oluyor. Yani disiplin, “bilimsellik” adına güttüğü apolitik politikası sayesinde devletle toplum arasında içine kapanık bir alan açıyor kendisine.

Yazının başlığında belirtildiği gibi arkeologların işi zor… Devletle göbekbağınız olmadan arkeoloji yapamazsınız zira her kazı yasal izne tabi bunun yanı sıra maddi açıdan da durum hiç iç açıcı değil. Devlet destekli kazılar, sponsor bulma güçlüğü ve kazı izninizin iptal edilmemesi için çok dikkatli açıklamalar da bulunmak ip cambazlığı gerektiriyor. Politik açıklamalar hem geçmişte hem de şimdi de başınızı derde sokabilir. Bu durumda en iyisi susmak ya da suya sabuna dokunmadan kendi işini yapmak ama işini yaparken de ideolojilerden uzak durmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak. Arkeologların işi zor…

Atlantis, Mu kıtası sahte bilimler derken bu konu da bitti. Ne kadar zormuş köşe yazısı yazmak, her hafta yazı yetiştirmek. Üstelik bu yazıları belirli bir vuruş sayısıyla sınırlı tutmak. Hem kısa hem de anlaşılır yazmak. Oysa ben uzun yazmaya alışığım kısa yazıyla kendimi ifade edemem. Gazeteci de değilim ve eskiden köşe yazısı yazanlara ya da köşesi olanlara imrenirdim. Kolay olmadığını da kimliksiz köşe sayesinde öğrendim. Haftaya ne yazacağımı ise açıkçası bilmiyorum. Köşe yazarlarının işi zor…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et