İkinci Dünya Savaşının gölgesinde Japon fotoğrafçılar (1945-1960)
Anıl Yurdakul, 1945-1960 yılları arasında öne çıkan Japon fotoğrafçıları derledi.
Japon Fotoğraf Sanatçısı Ken Domon | Fotoğraf: Wikimedia Commons
Anıl YURDAKUL
Karantina uygulamasıyla birlikte basın kartı bulunmayan, serbest çalışmakta olan foto-muhabirler ile birlikte görsel alanda çalışmakta olan gazeteciler ve sanatçılar da sokağa çıkamaz hale geldiler. 11 Nisan tarihinde Adana Seyhan ilçesinde fotoğraf sanatçısı ve fotoğraf eğitmeni Fadime Aygün, geç vakitte açıklanan karantina uygulamasının ardından ekmek için sokağa çıkanların fotoğrafını çektiği gerekçesi ile bekçiler tarafından gözaltına alındı. Aygün, istisna bir örnek oluşturmamaktadır. Fotoğraf makinesi kırılanlar, gözaltına alınanlar ve sokağa çıkamayanların durumları günümüzün tüm fotoğrafçılarını ve görsel alanda çalışmakta olanları farklı bir yola sürüklemektedir.
İkinci Dünya Savaşı dönemindeki Japon fotoğrafçıların durumu da günümüzde kendini ifade etme ve haber arayışındaki fotoğrafçıların durumundan farklı değildi. Baskı altındaydılar, savaşın etkisi sürmekteydi ve ağır bir sansür uygulanmaktaydı. Bu durumdan dolayı Japon fotoğrafçıları da farklı yollar aramaya itecekti. 1945 ile 1960 yılları arasında yaşananlar Japon fotoğrafı için milat oluşturmaktadır.
6 Ağustos 1945 tarihinde atom bombası Hiroshima’da yaklaşık 150 bin insanın ölümüne neden oldu. Bombanın trajedisi, ani ölümlerle birlikte yavaş ölümler de gerçekleşti. Hiroshima’dan 3 gün sonra Nagasaki’de atılan atom bombası ise yaklaşık 75 bin insanın hayatını kaybetmesine, neredeyse bütün binaların yıkılmasına veya ciddi hasarlara yol açtı.
15 Ağustos 1945 yılında Japon halkı radyodan bir anons duyar. Konuşmacı; İmparator Hirohito’dur. İlk defa imparatorlarının sesini duyan Japonlar şaşkındır. Japon kültüründe kutsal sayılan ve konuşmaması gereken İmparator Hirohitoeski konuşmaktadır. Üstelik imparator eski ve unutulmuş bir Japon dilini kullanmaktadır. Sözlerine “İyi ve Sadık vatandaşlarımız” diyerek başlayan asla “Teslim Oluyoruz” veya benzeri bir söz sarf etmeyen İmparator, savaşı bitirdiklerini açıklar.
Yaklaşık bir ay sonra Japon gazetelerinde bir fotoğraf yayınlanır. Amerikalı General Douglas MacArthur ile Japon İmparatoru Hirohito’nun Amerikalı bir fotoğrafçı tarafından beraber çekilmiş fotoğrafında MacArthur, elleri cebinde rahat tavırlar içerisindedir ve imparatordan daha uzundur. “Güneş Tanrıçası Amaterasu’nun Torunu” anlamına gelen Japon İmparatoru’nun halk gözündeki ilahlığı sona erer. Bir fotoğrafın sosyal ve psikolojik etkisi bir savaşı kaybetmekten daha güçlü sonuçlara yol açmaktadır!
SANSÜRE KARŞI DENEYSEL BİR DİL
Savaşın hemen ertesinde Japon fotoğrafçı Eiichi Matsumoto çalıştığı “The Asahi Shimbun” gazetesi için Hiroshima ve Nagasaki’ye gider. Bombalanan şehirlerin fotoğraflarını çekmek kesinlikle yasaktır. Japonya ciddi bir sansürle karşı karşıyadır. Matsumoto, Nagasaki’de “Shadow of a Soldier” isimi (Askerin Gölgesi) isimli bir fotoğraf çeker. Tahta bir barakaya gölgesi düşen askerin gölgesi, trajedinin trajikliğini göstermekle beraber foto muhabirliğin getirdiği gerçek algısından son derece uzaktır.
Savaş bitmiştir. Niigata’da fotoğrafçı Hiroshi Hamaya fotoğraf makinesini gökyüzüne yönelterek “The Sun On The Day of Defeat” (Yenilgi Günündeki Güneş) isimli fotoğrafını çeker. Soyut olan bu fotoğraf, Japon bayrağındaki güneşe göndermedir. Fotoğraftaki karanlık, gökyüzünü esir almıştır. Güneş ise gridir. Sansür, “Soyut Fotoğraf” ile özleşen modern Japon fotoğrafının temelleri atılmasına neden olmaktaydı.
FOTO-RÖPORTAJIN ŞEYTANI
Japonya Fotoğraf Tarihi’nin en önemli fotoğrafçılarından sayılan Ken Domon, “belgesel fotoğrafçılık” anlayışı ile Japonya’nın savaş yıllarını belgelemiştir. Savaş yıllarında süren “Realizm” etkisi altındaki Domon, gençlik yıllarında filozof ve kültürel tarihçi Tetsuro Watsuji’nin savaş öncesi görüşlerinden etkilenir. Öğrencilik yıllarında ise siyasi görüşleri sebebiyle Nihon Üniversitesi’nden atılır. Aynı yıllarda var olan ressam olma isteği ise değişir. Genç ve politik Ken Domon, politik mücadelesini fotoğraf makinesi ile sürdürecektir.
Fotoğraflarında esrarengiz kırsal ve şehir yaşamını fotoğraflayan Domon, savaş fotoğrafı çekememiştir. İlk olarak savaşın sürmediği diğer Japon şehirlerinde gündelik hayatı çeken Domon, caddede maymun oynatan bir adam ve maymunu izleyen halkı, evsizleri, hayat kadınları, palyaço gibi konuları ele alır. Savaş sonrası artan sanat dergileri ve soyutsal çalışmaları ise kesinlikle reddetti. Domon, katı bir realistti.
Savaş sonrası sansürün kalkmasıyla beraber Hiroshima’ya giden Ken Domon, savaşın korkunç sonuçlarını fotoğraflamaya başlar: Sakat doğumlar, yüzü yananlar, hastaneler, maden işçilerinin fakir çocukları… Bu çalışmalarıyla “Foto-Röportajın Şeytanı” lakabını alan Domon, öğretmek için asla kelimelere başvurmadı. Altmışlı yıllardan itibarense ruhsal yolculuğa çıkarak Budist tapınaklarının benzeri olmayan fotoğraflarını çekti. Buna rağmen asla uluslararası bir başarı elde edemedi!
LIFE’IN İLK KADROLU JAPON FOTOĞRAFÇISI
Yōnosuke Natori ise yurt dışına açılma şansına ulaşmış ilk Japon fotoğrafçıdır. 1936 Berlin Olimpiyatları’nın fotoğraflarını çektikten sonra gittiği Amerika’da fotoğrafları Life dergisi tarafından yayınlanır ve Life’ın ilk kadrolu fotoğrafçısı olur. Çin’e, Japonya işgali altındaki Şangay’a giderek Japon propaganda dergileri için fotoğraflar çeker. Uzun ömürlü olmayan dergi çıkarma girişimlerinde bulunur.
Tadahiko Hayashi, Takeyoshi Tanuma, Ihei Kimura, Yoichi Midorikawa ise diğer Japon realist fotoğrafçılardır. “Belgesel Fotoğraf” ve “Foto-Muhabirlik” anlayışı 1950’lili yılların ortasına dek sürecektir.
SAN FRANCİSCO DOĞUMLU BİR JAPON
İkinci Dünya Savaşı sonrası Japon fotoğrafında realizm ve foto muhabirliğin baskın olduğu görülmektedir. Ama bu durum 1950’li yılların ortasında değişmeye başlar. Fotoğrafın yeni jenerasyonun yeni ifadeler aramaya başlatmaya yönelten ise San Franciscolu bir Japon fotoğrafçı olur.
1921 yılında San Franciscolu Japon fotoğrafçı Yasuhiro Ishmioto, doğumundan birkaç yıl sonra ailesiyle birlikte Japonya’ya döner. 1939 yılında ise, Amerika’ya geri dönerek Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde iki yıl boyunca mimarlık eğitimi alır fakat eğitimini tamamlamaz. 1942 ile 1944 yılları arasında Amache Internment Camp’ta diğer Japon Amerikalılarla beraber fotoğraf öğrenmeye başlar. 1946’da Chigago’daki amatör fotoğrafçı ve film yapımcıları için olan Fort Dearborn Kamera Kulübü’ne katılır. 1948’de ise Chigago Tasarım Enstitüsü’ne katılarak kendisine ilham veren fotoğrafçı olan Harry Callahan ve Aaron Siskind ikilisi ile çalışır.
1953 yılında Japonya’ya dönen Ishimoto, aynı yıl New York Modern Sanatlar Müzesi’nden bir komisyon kendisinden Kyoto’da bulunan 17.yy da kullanılan ve erken dönem modern mimari eser olarak sayılan Katsura İmparatorluk Villası’nı fotoğraflaması istenir. Bu fotoğraflar, Bauhaus’un kurucusu Walter Gropius ve mimar Kenzo Tange’nin de dahil olduğu kitapta kullanılır.
SUBJEKTİF FOTOĞRAF
‘Subjektif Fotoğraf’ın ilk savunucusu olan Alman fotoğrafçı Otto Steinert’in Japonya’da tanınmasını sağlayan, fotoğraflarının ‘Camera’ dergisinde yayınlanması olur. 1956 yılında Subjektif Fotoğraf Ligi (Subjective Photography League) yaklaşık kırk üye ile kurulur. Aynı yıl Tokyo’nun içerisindeki Nihonbashi’deki Takashimaya departmanında “İlk Uluslararası Subjektif Fotoğraf Sergisi’ Kiyoji Otsuji’nin de dahil olduğu farklı ülkelerden seksen fotoğrafçının çalışmalarıyla açılır.
KISA SÜREN DEVRİMSEL FOTOĞRAF GRUBU: VIVO
Fotoğraf tarihinde bir devrimden bahsetmek gerekirse eğer, sadece iki yıl süren (1959-1961) Japon fotoğrafçılar tarafından kurulan “VIVO” nun önemini vurgulamak gerekir. Altı üyesi olan VIVO’nun altı üyesi arasında Eikoh Hosoe, Kikuji Kawada, Ikko Narahara, Akira Sato, Akira Tanno ve Shomei Tomatsu bulunuyordu. Savaş öncesi Japon kültürü, foto muhabirlik, surrealist anlatım, Avrupa ve Amerikan fotoğrafçılarından ilham alan VIVO, savaş sonrası yıllarında Japonya’daki sadece fotoğraf ve görsel anlamda değil, değişen entelektüel ve kültürel yapının öncüsü olacaklardı.
VIVO fotoğrafçıları, fotoğrafın temel praksis sorunlarını üzerine bir söylem oluşturdular: Fotoğrafın sosyal ve politik devrim üzerine ilişkisi, hem belge olarak (belgesel) bir kanıt oluşturması hem sanat olarak belirsiz işlevi, hem de öznel ve nesnel gerçeklik arasındaki yapısal diyalektiğiydi. En önemli konu ise savaş sonrası Japonya’dı: Modernliği, kimliği ve sona ermesine rağmen etkisi halen gimemiş olan savaş zamanı dönemidir.
Genellikle 1930’lu yıllarda doğmuş olan VIVO fotoğrafçılarını, kendilerinden önceki nesildeki belgesel fotoğrafçılarından ayıran şey, deneyimi nasıl tanımlayacakları konusundaki saplantılarıdır. Görüntüleri, deneyim hakkındaki yorumları değil, deneyimin ta kendisidir. VIVO sanatçıları, günlük yaşamı saran görsel ve varoluşsal anlaşmazlığı sadece belgelemek yerine ifade etmeyi amaçladılar. Bunu, açık konseptleri, titiz bir kompozisyon ve çerçeveleme hissi ile ve sembolik üzerinde yoğun bir vurgu ile gerçekleştirdiler. Fotoğraf çekimlerinde gren(kumlu) ve yüksek kontrastı seçen VIVO üyeleri, şehrin parçalanmış gerçekliğini ve Japon modernizminin ürkütücü koşullarını tasvir etmek için soyut bir yola başvuruyorlardı.
Ikko Narahara tarafından çekilen cezaevi ortamı ise tasvir açısından son derece iyi bir örnek oluşturmaktadır. Etkilendikleri fotoğrafçıların en başında ise Amerikalı fotoğrafçı William Klein(Japonya’ya gelerek VIVO üyeleriyle etkilişim içerisinde bulunacaktı) şehir fotoğrafları bulunmaktadır.
VIVO’nun kurucularından Eikoh Hoose, grubun isminin “Esperanto” dilinde ‘Life’ (Yaşam) olduğunu çünkü 1957 yılında yükselmekte olan Esperanto dilinin yaygınlaşacağını düşünmüştü. Ayrıca ‘Life’ kelimesi ‘Daily Life’ (Günlük Yaşam) ın standart olduğunu, VIVO kelimesinin ise ahenkli olduğunu belirtecekti. Kikuji Kawada ise VIVO’nun kısa süreli oluşunun gelirden kaynaklanmakla beraber uzun süreli düşünmediklerini belirtir. Bir iş adamına ihtiaçları vardır. Bu kişi ise Mr Ijima olur. Ijima’yı ikna ederek zengin olacaklarını söylerler. Kawada, Ijima için gülerek şöyle söyler: “Zavallı adam!” Kimi üyeler iş alırken diğerleri iş alamamış, para getirememiştir.
Batı’nın Magnum Photos’una benzer bir fikirle doğan VIVO sadece iki yıl sürmüştür…
NOTLAR
The Asahi Shimbun gazetesi 25 Ocak 1879 yılında Osaka’da 4 sayfalık resimli gazete olarak yayın hayatına başlamıştır. Günümüzde Japonya’nın 5 ulusal gazetesinden biri olarak günlük olarak basılmaktadır.
22 Nisan 1946 yılında, gazetede Machiko Hasegawa’ın “Sazae San” isimli bant-karikatür köşesi yayınlanmaya başladı. Hasegawa, Japonya’nın ilk kadın Manga sanatçısıdır. “Sazae San” daha sonra animasyon olarak canlanacak olsa da Hasegawa hakkında halen geniş kapsamlı bir bilgi bulunmamaktadır – en azından batılı dillere çevrilmemiştir.
Japon Dilleri: Çok sayıda dil çeşitliliği olan Japonya’da coğrafyaya göre değişim göstermektedir. Japonya’da yaşayan azınlıkların dilleri ise –Hokkaido kavimi gibi- tehlikededir.
İmparator Hirohito’sun Radyo Konuşması: İmparator Hirohito’nun “Teslim Oluyoruz” gibi bir terimden söz etmediği 15 Ağustos 1945 tarihli radyo konuşmasında, ABD, Büyük Britanya, Çin ve Sovyetler Birliği ile iletişime geçmeye ve “Potsdam Deklarasyonu”nu kabul etme kararı aldıklarını söyleyerek savaşı bitirdiklerini açıklar. İmparator’un eski bir dil kullanması halkta kafa karışıklığına yol açtığı belirtmekle beraber halk, ilk defa bir imparatorun sesini duymuş oldu. İlgili ses kaydı:
USS Missouri(BB-63): Amerika ve Japonya arasındaki anlaşma ise 1945 yılında Amerikan donanması USS Missouri (BB-63) imzalanır. (1946 yılının Nisan ayında Türkiye Cumhuriyeti Washington Büyükelçileri Mehmet Münir Ertegün'ün naaşını Türkiye’ye getiren ise yine USS Missouri'dir. Türkiye’nin ilk devalüasyonu 7 Eylül 1946 tarihinde yapılmıştır. Aynı dönem Türkiye’de Missouri için pul basılmıştır.) Nedeni ise Amerikan ordusu Japon İmparatoru Hirohito’yu rehin alsalardı tüm Japonya intihar edecekti.
Tetsuro Watsuji: Filozof ve edebiyatçı olan Watsuji, “Batı Kültürü ve Felsefesi”nin bireyselliğini eleştirmektedir. “Varoluşçuluk” düşüncesini Japonya’ya getiren filozof olarak bilinen Watsuji, Japon Budizmi (Bir Sonraki Nota Bakınız) ile Hindistan’da erken Budizmi’ni araştıracaktı. Budizm ağırlıklı düşüncelerini ortaya koyan bir fikir adamı ve şair olmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı döneminde milliyetçilik duyguları baskın gelmiş, Japonların üstün olduğu tezini sıklıkla dile getirmiştir. Halk üzerinden etkisi olan Watsuji, savaş sonrasında pişman olduğunu dile getirir
Japon İnancı: Japon dini Shinto ve Budizm ile karma bir din kullanılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı esnasında Shinto Shrine yani ‘Tanrının Yeri’ olarak bilinen tapınaklardan askerler uğurlanmıştır. Fotoğrafçı Eikoh Hosoe, babasının Shinto Shrine’de rahip ve fotoğrafçı olduğunu, askerleri tapınaktan uğurladıklarını, fakat savaş sonrasında tapınağın sessiz ve yeterli paranın olmadığını anlatacaktı. Hosoe, savaş sonrasında tanıştığı Amerikan ordusundan ailelerin çocukların fotoğraflarını çekecek, fotoğrafları ailelere hediye edecekti. Karşılığında ise kendisine kahve ikram edilecekti. Savaş süresince ve savaş sonrasındaki dönemde kahve ise lüks bir ihtiyaçtı. Trajik bir durum olan “kahve” anısını Eikoh sonraki yıllarda gülerek “Fotoğrafı sevmeye başlamıştım” diyecekti.
Yasuhiro Ishimoto: 1953 yılında imparatorluk villasını fotoğraflayan Ishimoto, yaklaşık otuz yıl sonra aynı komposizsyon ve benzer açı ile bu sefer renkli olarak çekecektir.
Bauhaus: Berlinli mimar Walter Gropius, 1919 yılında Weimar’da Bauhaus’u farklı birimler arası ve uluslararası müfredatlara da yönelik çalışan bir Tasarım Yüksek Okulu olarak kurdu. Bu okulda yetenekli gençlere çoklu bir eğitim ve farklı disiplinler arasında bağ kuran bir eğitimi amaçlıyordu. Her disiplinin kendine ait bir atolyesi bulunuyordu; Seramik, dokuma, marangozluk, grafiksel baskı, sahne atolyesi, cam ve duvar boyama atolyesi. Her atolyede bir iş ustası bulunuyordu. Bu usta, el işlerinden ve teknik konularından sorumluydu. Diğer yandan, estetiksel ve tasarımsal konulardan sorumlu bir biçim ustası bulunuyordu. Daha sonrasında Dessau’daki fotoğraf ve reklam atolyeleri ile birlikte bir mimari eğitim atolyesi açıldı. Walter Gropius’un profesör ekibinde; Paul Klee, Johannes Itten, Lyonel Feininger, Gerhard Marcks, Wassily Kandinsky gibi isimler yer aldı. Bauhaus, komünizm yanlısıydı. Bu sebeple nasyonalsosyalistlerin baskısı ötürüyle taşınmak zorunda kalıyorlardı. Nisan 1933’te nasyonalsosyalistler, Bauhaus’un son olarak taşındıkları Berlin’deki eski bir telefon fabrikasını mühürleyip, öğretim görevlilerine yapılan ödemeleri kesmekle kalmayarak binanın kira sözleşmesini feshettiler. Bauhaus dönemi Almanya’da sona ermişti.
Kiyoji Otsuji: Otsuji(Ohtsuji) sanatçılardan, tasarımcılardan, fotoğrafçılardan ve bestecilerden oluşan avangart kolektifi Experimental Workshop’un(Jikken Kobo) önemli bir üyesiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, Japonya’nın kemer sıkma programları sırasında kurulan Jikken Kobo, içerisinde film ve fotoğrafla birlikte özel olarak bestelenmiş müzik, dans gibi sanat dallarını içermekteydi. Japonya’nın geleneksel sanatından uzaklaşan Jikken Kobo, kurucusu Katsuhiro Yamaguchi’ye göre “Binasız bir Bauhaus” du. 1951 ile 1958 arasında aktif olan Jikken Kobo’nun üyeleri arasında Kurusowa’nın Ran filminin müziklerini besteleyen Toru Takemitsu, ressam Shozo Kitadai, Hideko Fukushima, Katsuhiro Yamaguchi, grafiker Tetsuro Komai, bestekar Kazuo Fukushima, Keijiro Sato, Joji Yuasa, şair ve eleştirmen Kuniharu Akiyama, fotoğrafçı Kiyoji Otsuji, ışık tasarımcısı Naoji Imai, piyanist Takahiro Sonoda ve mühendis Hideo Yamazaki bulunuyordu.
Günümüzde: Rinko Kawauchi, Lieko Shiga, Miwa Yanagi, Yasumasa Morimura günümüzün çağdaş Japon fotoğrafçıları arasındadır.