23 Nisan 2020 07:57
Son Güncellenme Tarihi: 23 Nisan 2020 13:33

TBMM'nin kuruluşunun 100. yıl dönümünde 23 Nisan özel oturumu gerçekleştirildi

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünde, 23 Nisan özel oturumu gerçekleştirildi. Oturumda konuşan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu "yeni anayasa" çağrısı yaptı.

Fotoğraf: Ali Balıkçı/AA

Paylaş

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100. yıl dönümünde 23 Nisan Özel Oturumu gerçekleştirildi.

Meclisteki özel oturuma Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan katılmazken Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve milletvekilleri salonda yerini aldı.

Oturumun açılış konuşmasını Meclis Başkanı Mustafa Şentop gerçekleştirdi.

MECLİS ÖZEL OTURUMUNDAN NOTLAR

  • Milletvekilleri, TBMM'nin 100. açılış yıl dönümü etkinliklerine, koronavirüs salgını nedeniyle maskeyle katıldı. Anıtkabir'de gerçekleştirilen törene ve Meclisteki özel oturuma, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan haricinde TBMM'de grubu bulunan tüm partilerin genel başkanları katıldı.
  • Anıtkabir’deki etkinliğe sadece devlet erkanı katıldı.
  • TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te 23 Nisan Özel Oturumuyla toplandı.
  • Oturuma katılan tüm milletvekilleri sosyal mesafe kurallarına uyarak ve maske takarak salonda bulundu.
  • İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise, salonda hiç İYİ Partili milletvekili bulunmadığı için oturumu locadan izledi.
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan özel oturuma katılmazken Erdoğan'ın yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay yer aldı.
  • Koronavirüs salgını sebebiyle geleneksel 23 Nisan resepsiyonunun gerçekleşmeyeceği belirtildi.
  • Saat 21.00’de evlerin balkonundan İstiklal Marşı okunması çağrısı yapılırken aynı saatte TBMM Tören Alanı’nda havai fişek, ışık ve lazer gösterisi yapılacak.

MECLİS BAŞKANI ŞENTOP: MİLLİ MÜCADELE SADECE BİR HATIRA DEĞİLDİR

Meclis Başkanı Mustafa Şentop: Millî mücadele sadece bir hatıra değildir

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, konuşmasında "TBMM’nin 100. yıl dönümünü meydanlarda, milyonlarca vatandaşımızla birlikte kutlamayı arzu ediyorduk. Fakat küresel salgın, planladığımız etkinlikleri ileri bir tarihe ertelemeyi bize mecbur kıldı. İnşallah bir süre sonra bu zorluğun üstesinden gelecek ve bu yıl içerisinde TBMM açılışının 100. yıl dönümünü yoğun etkinliklerle kutlayacağız" dedi.

Şentop, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Büyük kayıplarla ve mağlup olarak çıktığımız Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda milletimiz son hürriyet kalesi olan Anadolu’dan da sürülüp çıkarılmak istenmekteydi. Türkiye ordusu terhis edilmiş ve silahlarına el konulmuş durumdaydı. 100. yılını andığımız Gazi Meclisi'miz, Milli Mücadele'nin sonucu değil bizzat merkezi ve karargâhıdır.

Yüzyıl önce ve tamamen tükendiği varsayılan bir dönemde azim ve kararlılığıyla ayağa kalkan, adeta küllerinden yeniden doğan Türkiye, bugün daha güçlü, daha coşkulu ve daha diridir. Millî mücadele sadece bir hatıra değildir."

AKP'Lİ BOSTANCI: YAŞASIN CUMHURİYETİMİZ

AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı da konuşmasından şunları dile getirdi:

"Her türlü şiddet ve terör demokrasinin en büyük düşmanıdır. 100 yıllık Meclis tarihinin 18 yılında AK Parti olarak her insanımıza daha iyi bir hayat için çabaladık, emek verdik. Her alanda geçmişi incelerken, geleceğin muhasebesini yaptık. Önümüzde yeni bir yüzyıl uzanıyor. Siyasal toplumun araçları, inanışları yeni bir düzen kazanıyor. Irkçılık, düşmanlık, çıkar savaşları gibi durumların ne gibi felaketlere yol açtığını hepimiz görüyoruz. Başkasının acılarından sırça köşkler oluşturanlar oralarda asla rahatça oturamazlar.

Salgın olduğu bir dönemde bu oturumu yapıyoruz. İnsanoğlu tabiatla barışık yaşamanın önemini acı bir şekilde öğrenecektir. AK Parti olarak tam bir katılım gerçekleştireceğimiz 21.00’de herkesi İstiklal Marşı okumaya davet ediyorum. Yaşasın Cumhuriyetimiz, yaşasın demokrasimiz."

KILIÇDAROĞLU 16 MADDE İLE "YENİ ANAYASA" ÇAĞRISINDA BULUNDU

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise konuşmasında şunları kaydetti:

"Bugün sorunlarımız var. Sorunları ivedilikle çözmemiz gerekiyor. Bu bağlamda TBMM’ye 100. yılında önemli görevler düşüyor. Sorunlarımızın kaynağı büyük ölçüde TBMM’yi etkisizleştiren darbeciler ve onların uygulamaya koydukları darbe yasalarıdır. Yaşadığımız sorunları sağduyu ile akılla, mantıkla, birikimle birlikte aşmamız gerekiyor. Ön yargılarımızdan arınarak aşmamız gerekiyor. Ölçümüz vatanımızın çıkarlarını esas almak olmalıdır.

TBMM’nin açılışının 100. yılında 16 maddelik bir çağrıyı sizlerin ve milletvekillerimizin bilgisine sunuyorum.

  • Tüm toplumsal, siyasal ve kültürel kesimlerin katılımıyla yeni bir anayasa yapmalıyız.
  • Yeni anayasanın omurgasını yeni ve güçlü bir demokratik bir parlamenter sistem oluşturmalıdır.
  • Kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve hukuk devleti ilkesinin, yargı kurumunun bağımsızlığı kesin olarak sağlanmalıdır.
  • TBMM’de milli iradenin en geniş haliyle temsil edilmesini sağlayacak yeni bir seçim sistemi yaşama geçirilmelidir.
  • Yeni bir siyasi ahlak yasasına ihtiyaç vardır.
  • Yürütme tüm icraatıyla mutlak denetime ve hesap verebilirliğe açık olmalıdır. Sayıştay, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemelidir.
  • Yerel yönetimler rant ilişkilerini düzenleyici kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır.
  • Kamu istihdamında liyakate dayalı bir personel politikasına geçilmelidir.
  • Özellikle eğitim, sağlık ve güvenlikte 'sıfır istihdam açığı' hedeflenmelidir.
  • Vatandaşlarımıza asgari bir gelir güvencesi sağlanmalı, 'aile yardımları sigortası kanunu' ivedilikle çıkarılmalıdır.
  • Ücretliler üzerindeki vergi yükü makul seviyeye çekilmelidir.
  • Her üç çalışandan biri kayıt dışıdır. Kayıt dışı istihdamla mücadele edilmelidir, burada en etkin yol sendikalaşmadır.
  • Türkiye yeni bir planlama anlayışı içerisinde, katma değeri yüksek ürün üretme hedefine kilitlenmelidir.
  • Sağlık hizmetlerine ön koşulsuz erişim bir haktır ve ücretsiz olmalıdır.
  • Tarım, temel stratejik sektörlerden biri olarak ele alınmalıdır. Gıdaya sağlıklı erişim hakkı konusunda yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Eğitim, en temel parçamız olarak yeniden ve paydaşlarıyla birlikte planlanmalıdır. Üniversitelerde her türlü düşünce özgürce paylaşılmalı, her türlü bilimsel çalışma özgürce yürütülmelidir.

Bunları birlikte yaptığımızda siyaset kısır bir çekişme halinden çıkıp çözüm üreten bir hale dönüşecektir.

MİTHAT SANCAR: EN GÜÇLÜ MECLİSİN YIL DÖNÜMÜNÜ EN ZAYIF MECLİSTE KUTLUYORUZ

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise konuşmasında şunları söyledi:

"Bundan yüz yıl önce yaşananlara bugünü ve geleceği anlamak açısından bakarsak eğer bu kutlamaların içi daha fazla dolar. Ben de yüz yıl öncesine, Birinci Meclis'in kurulmasına ya da Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasına, bu çerçevede, bu gözle bakmaya çalışacağım ve gördüklerimi de sizlerle paylaşacağım.

Birinci Meclis'in hangi şartlarda oluştuğunu hepimiz biliyoruz, uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım. İşgal altında bir ülke ve milli mücadelenin devam ettiği şartlar. Çok ağır şartlar, fakat bu şartlarda yerel kongreler organize ediliyor. Ülkenin bütün bölgelerinde kongre toplantıları düzenleniyor, bu kongrelerle milli mücadele organize ediliyor. Aslında Meclis’in kuruluşuna giden yol da bu kongrelerden geçiyor. Birinci Meclis, yerel kongrelerin neredeyse aktığı bir deniz oluyor. Yerel kongreler birer nehir, Birinci Meclis, bu nehirlerin toplandığı bir deniz.

"BİRİNCİ MECLİS ÜLKENİN TOPLUMSAL, DİNSEL, ETNİK, DÜŞÜNSEL ÇEŞİTLİLİĞİNİ İÇERİYORDU"

Ne gibi özellikleri var? Pek çok özelliği var ama ben en önemli gördüklerimi hatırlatmak isterim. Bir defa o şartlarda ülkenin toplumsal, dinsel, etnik, düşünsel çeşitliliğini büyük ölçüde içeriyor. Bu açılardan çoğulcu bir Meclis; eksikler, kapsanmayanlar var elbette. Bunlar da belki o günden bugüne bakmamız ve muhasebesini çıkarmamız gereken meselelerdir.

Bu çoğulculuğu tarif etmek için pek çok örnek kullanılır ama ben sadece ilk etapta sayılanları değil, daha az görünenleri zikredeyim. Mevlevi, Bayrami ve Nakşibendi şeyhleri var, Abdulhalim Çelebi, Hacı Mustafa Efendi, Şeyh Hacı Fevzi var, Dersimli Seyid Diyar Ağa var, Lazistan mebusları var, Laz ve Gürcü olarak bilinen üyeler var, Kürtler var, Çerkesliği öne çıkmış mebuslar var, Araplar var. Kısacası Türkiye’nin o zamanki etnik, dinsel ve toplumsal çeşitliliğinin önemli bir kısmı var. Ve bu insanlar kendi kimliklerini saklamadan, tam aksine kendi kimliklerini açıklayarak giriyorlar. Kendi kimlikleriyle katılıyorlar. Bu birinci Meclis’in en önemli vasıflarından biridir. Bu vasıf diğer özelliklerle de tamamlanmıştır.

Birinci Meclis'in dayandığı ilke halk egemenliğidir

Birinci Meclis, meşruiyetçi bir yönetim anlayışına sahiptir. Dayandığı ilke de halk egemenliğidir. Evet, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu söyler ama daha sonra da göreceğimiz gibi, 1921 Anayasası’nın başına bir "halkçılık beyannamesi" ekler. Milli irade, halk iradesi tartışmalarına girmeyeceğim elbette. Ama halk iradesinin ne anlama geldiğini belki de Birinci Meclis'in tatbikatına ve daha sonra çıkardığı Anayasaya bakarak daha iyi anlayabiliriz.

Farklı düşüncelerden birçok insanın mutabakat ve müzakereyi öne çıkardığı bir dönemdi

Halk egemenliği ilkesi halkçı yönetim demek ama aynı zamanda halkın her düzeyde yönetime katıldığı bir yönetim demektir. Nitekim, Meclis'in kuruluşundan yaklaşık on ay sonra ilan edilen Anayasa, bu anlayışa dayanıyor. Yerelde halkın kararlara katılımını garanti altına alan bir idare sistemi, bir demokrasi modeli kuruyor. Birinci Meclis, müzakereci ve mutabakatçı bir yöntem takip ediyor. Bu kadar çeşitli kesimlerden farklı düşüncelerden insanın müzakereyi bir tarafa bırakmadan, mutabakatı sürekli öne çıkaran bir anlayışla yönettikleri bir dönemi konuşuyoruz. Onun 100. yıl dönümünü bugün kutluyoruz. O yöntemin neden bu kadar önemli olduğunu da biraz sonra açıklayayım.

100 yıl önce çıkarılan kanunlar torba değil, ismiyle müsemmaydı

Ayrıca bu Meclis yasalcı bir meclis; mesela 23 Nisan 1920’de açılıyor. 12 Nisan 1921’e kadar tam 109 kanun çıkarıyor. İğnelemek amacıyla söylediğimi düşünmeyin ama; bunların hepsi ismiyle müsemma kanundur, torba değil. Her birinin ismi var. Her birinin kanun usulüne göre, müzakere ve karara bağlanma yöntemi var. O nedenle yasalcı bir meclistir.

Meclis, yerellerde de halkın yönetime katılımını mümkün kılacak bir sistem oluşturmuştu

Meclis yetkileri kendinde topluyor, biliyorsunuz bir meclis hükümeti sistemi var. Bu şu demektir: Her türlü yetki, devletin 3 önemli erki: yasama yürütme ve yargı, Meclis'te toplanıyor. Ve fakat bu yetkililere tekelci biçimde sahip çıkma anlayışını taşımıyor. Çünkü, 1921 Anayasası ile yetkililerinin büyük bir bölümünü yerel yönetimlere devrediyor. Yerel yönetimlere verdiği yetkiler bizatihi kendi yetkilerini sınırlamak anlamına geliyor. Yani kadir-i mutlak, yani otoriter bir yönetimi tercih etmiyor. Tam tersine, halk egemenliği ilkesinin mantığına uygun olarak yerellerde de halkın katılımını mümkün kılacak bir sistem oluşturuyor Meclis.

O sistemin merkezinde muhtariyet var değerli arkadaşlar. Ve bunu 1921 Anayasası apaçık hükme bağlıyor. Muhtariyet, yani özerklik ve bu özerkliğin nasıl yönetileceğini de ayrıca, ayrıntılı olarak düzenliyor. Onda da şûra yönetimini ortaya çıkarıyor. Kendi işleyişini yerelde de kuruyor. Yani yerelde, vilayetler ve nahiyeler şuralarla yönetilecektir. Şûralar seçimle gelecek, şûraların da kendi reislerini seçmeleri kendi yetkilerine bırakılacak.

Rıza ve birlik istiyorsanız, çeşitliliği kabul edeceksiniz, müzakereyi kabul edeceksiniz

Hangi şartlarda bunu yapıyor? Bu kadar işgal, milli mücadele ve Kurtuluş Savaşı şartlarında bunu yapıyor. Neden yapıyorlar bunu? O zamanın liderleri, mesela milli mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa, çok da fazla yetki ve imkana sahipken bunları neden paylaşıyor? Çünkü rıza istiyorsanız, çünkü birlik istiyorsanız, çeşitliliği kabul edeceksiniz, müzakereyi kabul edeceksiniz. Gerçek rıza ancak herkesin kimliğine eşit saygı, herkesin iradesine eşit değer vererek sağlanabilir. Ve o şartlarda, o ağır dönemde işte böyle bir ortak rızaya ihtiyaç vardı. Böyle bir güvene ihtiyaç vardı. Ve bu güven tepeden dayatmayla sağlanamazdı. Bu rıza, bu güven zorla, baskıyla, tehditle ortaya çıkarılamazdı. Ancak güvenle sağlanabilirdi, ancak herkesin kendisini eşit gördüğü bir ortamda gerçekleştirilebilirdi. İşte bütün bunları yapmalarının nedeni oydu.

Meclis, kriz koşullarını yönetebiliyordu, çünkü rıza ve özgürlük vardı, kimliklere saygı duyuluyordu

Bakın bugün, ağır kriz şartlarındayız, insanlığı tehdit eden bir salgın hastalıkla karşı karşıyayız. O döneme ilişkin sadece bir örnek vereceğim. Meclis’in o gün krizi nasıl yönettiğine ilişkin bir örnek. Sakarya Savaşı zamanı çok şiddetli geçiyor ve yaklaşık 15 bin yaralı var. Sadece Ankara’ya taşınan 15 binden fazla yaralı mevcut. Ne yapacaklar? Meclis derhal kendi içinden bir kriz yönetimi oluşturuyor. Hepinizin ismini bildiği Sinop Mebusu Rıza Nur’u görevlendiriyor. Rıza Nur da mebuslar içerisinde 3 kişiyi seçerek bir kriz koordinasyon-u kuruyor. Ünitelere ayırıyorlar, yaralıları şehrin hastanelerine sevk ediyorlar. Hastane olmayan yerlerde de doktorları çağırıp, tedaviyi hastane dışındaki bölgelerde de sağlamaya çalışıyorlar. Daha hafif yaralıları ise, ahalinin evine dağıtıyorlar misafir olarak. Bu ancak insanların özgür olduğu, kimliklerinin saygı gördüğü, rızanın serbestçe ortaya çıktığı şartlarda olur. Bunları ancak böyle bir Meclis yapabilirdi, yapmıştır da.

Sorunların çözümü, halk iradesi ve yerel demokrasi ilkelerini birleştirmekten geçiyor

Şimdi bugüne dair birkaç sözle bitireyim konuşmamı. 1921 Anayasası'nın iki temel dayanağı vardı. Böyle bir anayasa yapılmasının ilk dayanağı "halk egemenliği" ilkesidir. Yani halkı kendi sorununu yöneten bir muhatap olarak kabul eden anlayıştı. İkincisi Kürt sorununun çözümüydü. Mustafa Kemal Paşa sorunun ağırlığının ve ciddiyetinin farkındaydı. Bunu halk egemenliği ilkesine dayalı, bütünlüklü bir demokrasi fikriyle çözmeye çalıştı. O dönemler bu konuda çokça çaba harcandı. Yerel demokrasi ve halk iradesi olarak ülkenin bu sorununu çözmek için o gün bulduğu yolu, maalesef daha sonra terk ettik. Şimdi de ülkenin sorunlarının çözümü, bu iki ilkeyi birleştirmek, bu iki alanı bütünleştirmekten gerekiyor. Halk egemenliği, bu hem genel demokrasiyi hem de yerel demokrasiyi içerir. Bir de insanların yerelde kendilerini yönetebilecekleri -elbette bunun belli bir çerçevesi var - şartların, sistemin yaratılması, herkesin kimliğinin eşit değer görmesi ve anayasal kabule, güvenceye bağlanmasıyla olur.

En güçlü Meclis’in yıldönümünü en zayıf Meclis’te kutluyoruz

Değerli milletvekilleri, sayın başkan; 100 yıl sonra dönüp baktığımızda maalesef bugün Birinci Meclis’in özelliklerinden çok uzak bir Meclis ile karşı karşıya olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Eğer bir soru sorulursa, bu yüzyıl içinde en güçlü ve en zayıf meclisler hangileridir diye? Benim cevabım açık ve sanırım pek çok insanın da cevabı açıktır. Evet, en güçlü Meclis’in yıldönümünü en zayıf Meclis’te kutluyoruz. Bunun bize bir şeyler söylüyor olması lazım.

Yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönemden, yerel yönetimleri fiilen lağveden bugüne geldik

Bir de yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönem ile en zayıf olduğu dönem hangisidir diye soralım. Benim cevabım açık: Yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönemin 100. yılında, yerel yönetimleri neredeyse fiilen lağvetmeye yönelik bir yönetim anlayışla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Ne kayyım uygulaması kabul edilebilir ne de CHP’li belediyelerin krizi yönetmek için sarf ettikleri çabanın yok edilmesi kabul edilebilir.

Halk iradesine saygı olmadan halk sağlığını koruyamazsınız

Eğer bu insanlığı tehdit eden ama herkesi eşit vurmayan salgınla gerçek anlamda mücadele etmek istiyorsak, halkın rızasına ihtiyacımız var. Halkın rızasını üretebilmeniz için halkın iradesine saygı göstermeniz lazım. Halk sağlığı halk iradesinde ayrı düşünülemez. Halk iradesine saygı olmadan halk sağlığını koruyamazsınız. Bu kadar basit.

1923’ün 100. yılına bu şekilde varırsak, Cumhuriyet'ten geriye de fazla bir şey kalmayacaktır

Önümüzde iki tane yüzyıl dönümü daha var. Biri 1921 ve diğeri 1923. Eğer 1921’i bugün güçlü Meclis olmadan idrak etmiş olursak, sanırım Türkiye anayasacılığı da büyük ölçüde bittiği bir döneme girecektir. Yani eğer biz önümüzdeki dönemde güçlü bir Meclis kurmayı başaramazsak, 1921’in 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasacılık da bitecektir. 1923’e eğer böyle varırsak, korkarım ki Cumhuriyet'ten geriye de fazla bir şey kalmayacaktır.

Güçlü Meclis, Demokratik Anayasa ve Demokratik Cumhuriyet hep birlikte barış içerisinde yaşamamızın teminatıdır

O nedenle güçlü Meclis, Demokratik Anayasa ve Demokratik Cumhuriyet bu ülkede hep birlikte barış içerisinde yaşamamızın teminatıdır, temelidir.

Bu vesileyle çocuklarımıza bırakacağımız en büyük armağanın da barış içerisinde özgür bir ülke olduğunu söyleyeyim. Hepimize, bütün halka, bütün çocuklara en başta sağlık emekçilerine kalbi selamlarımı iletiyorum."

MHP'Lİ YALÇIN: BİRİNCİ MECLİS SÖMÜRÜLEN MİLLETLERİN UMUT IŞIĞI OLMUŞTUR

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da konuşmasında Meclisin millî iradenin tecelligâhı olduğunu belirtti.

Yalçın konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Birinci TBMM fevkalade ve emsalsizdir. Bir ihtilal Meclisidir. İstila, zulüm ve esarete başkaldıran yegâne savaş parlamentosudur.

Sivas Kongresi’nde vücuda gelen Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’den itibaren yetkilerini TBMM’ye devretmiştir. Bütün direniş grupları, bütün Kuva-yı Milliye teşkilatları, TBMM çatısı altında toplanmış ve millî irade somutlaşıp perçinlenmiştir. Bu büyük tarihî gelişme, o güne kadar atılan adımların ve verilen mücadelenin meşruiyetini bütün dünyaya ispat imkânı sağlamıştır. Birinci TBMM, ezilen ve sömürülen milletlerin umut ışığı, ilham kaynağı olmuştur.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın TBMM'nin kuruluşunun 100. yıl dönümünde yapılan özel oturumda konuştu.

Birinci TBMM, olağanüstü şartların Meclisidir. Koşullar icabı, fevkalade yetkilerle donatılmıştır. TBMM, yasama ve yürütme yetkilerini uhdesine almıştır. Hem kanun koyucu hem hükümettir. Olağanüstü işleviyle olağanüstü işler yapmıştır. TBMM açıldıktan sonra kırk yıllık bir parlamento gibi tıkır tıkır işlemeye başlamış, kısa sürede milletin mukadderatına vaziyet etmiştir.

Evvelemirde bir taslak hazırlanarak Türkiye devletinin ilk Anayasa’sı olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilmiştir. 'Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir' düsturu bütün hakikat ve hikmetiyle TBMM’de tecelli etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, mukaddes bir demokrasi mabedidir. İdealist ve %90’ından fazlası iyi eğitim görmüş insanlardan oluşan demokratik bir parlamentodur. Her ne kadar Mecliste Birinci ve İkinci Gruplar arasında şiddetli tartışmalar yaşansa da hiçbiri vatan sevgilerinden ve samimiyetlerinden taviz vermemiştir.

Birinci TBMM demek, zafer demektir. Zafere giden yolun taşları; adım adım, safha safha büyük bir kararlılıkla döşenmiştir. Bu vesileyle geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın 23 Nisan Bayramı'nı kutluyorum. Mübarek Ramazan ayının Türk-İslam dünyasına huzur, sükûn ve sağlık getirmesini niyaz ediyorum. Sözlerime son verirken Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, kurucu Meclisin vekillerini ve çalışanlarını, canlarını feda eden kahraman şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Hem bugünümüzü, hem de yarınlarımızı onlara borçluyuz. Ruhları şad olsun. 100. yılını kutladığımız Gazi Meclisi saygı ile selamlıyorum.

İYİ PARTİLİ TÜRKKAN: KARARNAMELER MECLİSİ YIPRATIYOR

İyi Partili Lütfü Türkkan ise konuşmasında şunları dile getirdi:

"Bundan 100 yıl önce esir yaşamaktansa vatan sevdası için ölümü göze alanlar Meclisin ilk oturumunu gerçekleştirdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre Meclis bir nazariye değil bir hakikattir. Hiçbir zaman Meclisi ortadan kaldırmayı, tek adam rejimi kurmayı düşünmemiş, 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' düsturundan vazgeçmemiştir.

İYİ Parti Grup Başkan Vekili Lütfü Türkkan TBMM'nin kuruluşunun 100. yıl dönümünde yapılan özel oturumda konuştu.

Demokrasiden beklediğimiz bütün çareler, bütün sorunların bu Meclisin çatısı altında çözülmesi ile mümkündür. Bugünkü demokrasimizi güçlendirmek parlamenter sistemden geçer. Kurulduğu günden beri ülkemizin kaderine yön veren Meclisimizin yetkilerini daraltacak başka hiçbir güç olmamalıdır. Parlamentonun yetkileri kısıtlandıkça demokrasi zemininden uzaklaşılmakta ve bu da sistemin bozulmasına neden olmaktadır. Muhalefeti dışlama çabaları gün geçtikçe artmaktadır. Meclisimizin yetkilerini budamak yerine eskisinden daha güçlü ve yetkin hale getirmeliyiz. Sayısını bilmediğimiz Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclisi yıpratmaktadır. Ne denetim vardır ne de hesap verme. Bulunduğumuz coğrafya her zamankinden daha tehlikeli hale gelmişken, hiçbir tek kişinin bir ülkeyi yönetmesi doğru bir şey değildir. İvedilikle güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sağlanmalıdır.

(HABER MERKEZİ)

ÖNCEKİ HABER

Patrona fabrikalar çalışacak müjdesi, işçilere işsizlik ve hastalık cenderesi

SONRAKİ HABER

İHD'den hükümete Ermeni Soykırımı çağrısı: Tanı, af dile, tazmin et

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa