23 Nisan 2020 20:45
Son Güncellenme Tarihi: 24 Nisan 2020 11:56

Sinan Birdal: Mecliste de başkanlık sisteminde de halk demokrasisi yok

TBMM'nin kuruluşunun 100'üncü yılını Birinci Meclisten itibaren değerlendiren Siyaset Bilimci Sinan Birdal, parlamentoda da başkanlık sisteminde de halkın doğrudan katılımı olmadığını vurguladı.

Fotoğraf: Raşit Aydoğan/AA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 100’üncü yılına girdi. İlk Meclisin temsiliyet ve yetkisinin önemli olduğunu belirten Siyaset Bilimci Sinan Birdal, ikinci Meclisle birlikte Meclisin yapısının değiştiğini ifade etti. Ne parlamenter rejimde ne de başkanlık sisteminde halkın doğrudan katılımının olduğunu anlatan Birdal, ikisinin de halk demokrasisine karşı kurulan kurumlar olduğuna vurgu yaptı. Birdal, işçilerin ve emekçilerin yaşadıkları deneyimlerden yararlanarak bunları nasıl işlevli hale getireceğinin yolunu bulmaları gerektiğini de söyledi.

Siyaset Bilimci Sinan Birdal ile 100’üncü yılını geride bırakan Meclisi konuştuk.

İNFAZ YASASIYLA MECLİSİN VERDİĞİ POZ

Güncel gelişme üzerinden Meclisin durumuna işaret eden Birdal, AKP ve MHP oylarıyla kabul edilen infaz yasası sırasında verilen fotoğrafı hatırlatarak, “Bu fotoğraf birilerine gönderilmek için veriliyor muhtemelen. Kimin görmesi amaçlanıyor bu fotoğrafın? Bu fotoğrafı cezaevinde çıkan hükümlüler mi görecekler? Bu fotoğrafı, vekillere oy vermiş olanlar mı görecek? Yoksa bu fotoğrafı affın çıkmasını Meclise dayatan merciler, makamlar mı görecek? Halka yönelik verilmiş bir poz mu, yoksa başka vesayetlere yönelik verilmiş bir poz mu?​” diye sordu.

Birdal’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise Mecliste kabul edilen infaz yasası düzenlemesiyle eşine şiddet uygulandığı için tutuklu bulunan Müslüm Aslan’ın 9 yaşındaki kızı Ceylan Aslan’ı öldürmesi oldu. Çıkan haberi alıntılayan Birdal, “Evde yapılan incelemede kızını döverek ölümüne neden olan Müslüm Aslan'ın olayın ardından sıçrayan kan izlerinin bulunduğu perdeyi keserek sobaya atıp, yaktığı belirlendi. Hortumla yediği dayak ile ağır yaralanan ve yoğun bakım ünitesinde tedavi edilen Ceylan ise dün gece doktorların müdahalesine karşın kurtarılamadı” dedi.

Ceylan’ın öldürülmesiyle ortaya çıkan fotoğrafla ilgili Birdal, “23 Nisan’da TBMM’nin cezaevinden saldığı babası tarafından hortumla, perdeye kan sıçraya sıçraya öldürülmüş 9 yaşında bir çocukla karşı karşıyayız. Manzara budur. Bugün 23 Nisan 2020’de Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının yegane manası budur. Aklımda Edip Cansever’in şiir var: Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Belki bu mendil niye kanar sorusunu, bu perde niye kanar diye sormak gerekiyor” ifadelerini kullandı.

“MECLİS KONGRELER TOPLAMINDA OLUŞTU”

Birinci Meclisin yapısına değinen Birdal, “Yerel kongre temsilcileri ve son Osmanlı Meclisinden arta kalan vekillerin ortak oluşumudur. Ve kendine model olarak da konvansiyon modelini benimsemiştir. Burada çok çeşitli grupların varlığını görüyoruz: İttihat ve Terakki’nin (İT) mirasının taşıyıcıları, İT’yle arası açılmışlar ve ilk defa böyle siyasi bir etkinliğe katılan gruplar” ifadelerini kullandı.

Kurtuluş Savaşı sürecinde yapılan kongrelerin inanç boyutuna işaret ederek Müslüman kongreler olduğunu belirten Birdal “Rumlar, Ermeniler vs. ona dair maalesef elimizde bir çalışma yok. Bülent Tanör’ün Kongre İktidarları kitabında bu eksiklik anılır ama giderilmez” dedi.

Meclisin doğu ve batıdaki kongrelerin toplamını bir araya getirdiğini anlatan Birdal, 1. Dünya Savaşı döneminde hakim olan Wilson Prensiplerinin egemenlik hakkı için millet ilkesini hatırlatarak, “Ermeni Soykırımı, 1915’te gerçekleşmişti. Dolayısıyla Anadolu’da Ermeni nüfusu ciddi olarak ortadan kaldırılmıştı. Rumlar ağırlıklı olarak vardı. Trakya’da vs. Yahudilerin Ankara’da olduğunu biliyoruz” ifadelerini kullandı. Meclisin yapısına vurgu yapan Birdal, “Meclis hükümeti adı verdiğimiz bir rejim var. Bu rejimde de her bir bakan, tek tek oylamaya sunuluyor. Meclisten şahsen güven oyu alıyor. Her bakan bu Meclis tarafından sorguya çekilebiliyor. Tüm iktidarı kendi elinde toplamış ve kurucu meclis dediğimiz bir yapı var…” diye konuştu.

“İLK MECLİSİN YETKİLERİ ZAMANLA KISITLANDI”

Mustafa Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk (ARMH) grubunun oluşturarak, milletvekillerinin bu gruba katılmasıyla Meclisin yapısındaki değişimi sürecini Birdal, şu ifadelerle anlattı: “Bütün meclis üyeleri ARMH Cemiyetlerinden geliyorlardı. Ama birdenbire bu etiketin tekele alındığını görüyorlar. Mustafa Kemal bir noktada kendine mecliste çoğunluk sağlayabilecek bir grubu belirliyor -ki bu daha sonradan Cumhuriyet Halk Partisi'ne evrilecek- ve diğer vekilleri dışlıyor. Ve bu vekillerin neredeyse hepsi birinci meclisin çözülmesiyle beraber tamamen siyasetten tasfiye ediliyor. İkinci meclis bambaşka bir meclis olacak ama onda da sürekli meclise hakim olma mücadelesi sürecek. Mesela diğer Paşalarla ara açılacak. Kuruluşunun ilk yıllarında meclis önemli bir meşruiyet sahibiydi, toplumsal seferberliğin önemli bir aracıydı ve birçok kuvveti de kendi bünyesinde toplamıştı. Ama sonuç itibarıyla yetkilerinin peyderpey kısıldığını görüyoruz. “

“PARLAMENTO HALKIN DOĞRUDAN YÖNETİMİNİN OLMADIĞI BİR REJİME İŞARET EDER”

İkinci Meclisten günümüze kadar Meclisin yapısından yaşanan değişimlerle ilgili Birdal’ın tespiti şöyle oldu: “Seçimler olabilir, seçimlere hiçbir hile karıştırılmamış olabilir. Ama eğer seçilen vekiller seçmenlerine değil parti liderlerine veya birtakım generallere bakıyorlarsa burada parlamentonun aslında etkili bir araç olmadığı söyleyebiliriz.”

Birdal’ın dikkat çektiği bir nokta ise Meclisin temsil yapısına ilişkin oldu. Meclisin bir orta çağ kurumu olduğunu belirten Birdal, “Hatta Amerika Anayasasının yazıcıları parlamenter temsili tam da doğrudan demokrasiye yani halk demokrasisine karşı bir kurum olarak tasarladıklarını açıkça söylerler. Dolayısıyla bir yandan da şunu görmek lazım: Sonuç itibarıyla evet, parlamento seçim mekanizmasıyla sağlanan bir temsil sağlar, ama aynı zamanda halkın doğrudan yönetiminin olmadığı bir rejime de işaret eder” ifadelerini kullandı.

“SİYASETTE BİR BAŞKANSALLAŞMA EĞİLİMİ VAR”

Birdal, başkanlık yarı başkanlık sistemleriyle parlamenter sistemi karşılaştırarak şunları söyledi: “‘Başkanlık sistemi kötüdür, parlamenter sistem iyidir’ gibi tespitler çok yanıltıcı olabilir. Genel olarak siyasette bir başkansallaşma eğilimi var. Başbakanın parlamentoya, bakanlar kuruluna karşı çok daha güçlendiği bir yönetime doğru gidiyoruz. Ancak bu parlamenter sisteme dönüşün tek başına çare olduğu anlamına gelmiyor. Buraya zaten parlamenter sistemden geldik. Eğer parlamenter sistem bizi buraya getirmişse, tekrar statüko öncesine dönüşün bize demokrasi anlamında bir garanti getirmeyeceğini de görmemiz lazım. Tecrübelerden ders çıkarmamız lazım.”

KÜRT HAREKETİ VE GEZİ DİRENİŞİ…

Başkanlık ve parlamenter yapıya karşı Türkiye’de üçüncü seçeneğinin Kürt hareketi ve Gezi Direnişinde ortaya çıktığını anlatan Birdal, Kürt hareketinin dile getirdiği yerel özerklik talebinin 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda tanımlanmış olduğuna vurgu yaparak, “Sadece Kürdistan için değil bütün ülke için yerel özerkliğin esas alındığı bir idare yapısı öneriliyor. Bu 1924 Anayasası ise değiştirildi ve hemen Şeyh Said İsyanı çıktı. Genelde şeriatçı bir isyan olarak adlandırılır ama tam olarak 24 Anayasasının 21’deki anlaşmayı uzlaşmayı ilgasına bir tepkidir. O yüzden Kürt sorunu diye bir şey vardır. Kürt hareketinin dile getirdiği talep, Osmanlı idare geleneğinde de Cumhuriyetin kurucu geleneğinde de vardır. Meclisin geleneğinde de vardır. PKK’nin tezi olarak da görmemek lazım. PKK öncesi Kürt hareketinin de savunana geldiği 1921 tezidir. Çok radikal bir siyasi tez de değildir. Tam tersine Türkiye’nin anayasal geleneğinde bulunan bir tezdir.”

Gezi’nin Kürt hareketi gibi örgütlü bir toplumsal seferberlik olmadığını belirten Birdal, “Gezi’de ortaya çıkan toplumsal tepki bize ülkenin mevcut merkeziyetçi idari yapısının demokratik işlemediğini gösterdi. Yani demokrasi ile merkeziyetçilik arasındaki büyük uçurumu göz önüne serdi. İdeolojik sözcüsü, anayasal tezi yoktu ama pratikte, forumlarda bir tez oluştu. Çeşitli parklarda, mahallelerde forumların oluşmasıyla bir yandan yerel özerklik diğer yandan doğrudan demokrasi pratiğini getirdi Gezi.”

“İŞÇİ SINIFI SENDİKALARDA DA TEMSİLDEN YOKSUN”

Marksist Kuramcı Bob Jessop’un 1970'li yıllarda Avrupa'daki sosyal refah devletinin ortadan kalkması ve sendikal hareketin geriletilmesi üzerine attığı teze atıf yapan Birdal toplu sözleşmelerde işçi temsiline dair şu değerlendirmelerde bulundu: “Bugün geldiğimiz noktada işçiler toplu sözleşme görüşmelerinde yetim gibi oturuyorlar. Zaten çoğunluk sermaye ve hükümette, dolayısıyla hiçbir pazarlık mümkün değil. Sınıf konfederasyonlar arasındaki bölünmeler ve yönetimlerle işyerleri arasındaki kopukluk yüzünden zayıf durumda. Tabanın taleplerini yansıtmayan bir yapıyla karşı karşıyayız. Temsil krizi sadece parlamentoda değil, sendikalarda da gözlemleniyor. Jessop’ın 1970'li ‘çifte kriz’ dediği durum bu. Parlamenter temsildeki gibi sendikal temsilde de bir başkanlaşma sürecinin yaşandığını söyleyebiliriz. Mecliste af yasasında gördüğümüz fotoğrafları toplu sözleşme görüşmelerinde de görüyoruz. 1 Mayıs 2020’yi işçi sınıfı açısından çok trajik koşullarda idrak ediyoruz. İşçi sınıfı bugün modern bir toplumsal sınıftan ziyade adeta bir kast hâle getirilmiştir. Böyle bir dönemde işçi konfederasyonları işçilerin en doğal hakkı olan yaşam hakkına sahip çıkmamıştır. Örneğin şunu açıklamak zorundadır sendika yönetimleri: Hak-İş, Türk-İş ve DİSK’in beraber yazdığı metinden imzalar neden çekilmiştir? Bunu bir bütün olarak algılamak lazım: Bugün işçi sınıfı sadece parlamentoda temsilden yoksun değildir, sendikalarda da temsilden yoksundur. Yalnız bırakılmıştır. Metal fırtınası döneminde de bunu gördük 2015 yılında Türkiye işçi sınıfı Türk Metal sendikasından kurtulmak için greve gitti. Kaç tane böyle bir örnek var tarihte? Bu durumda doğrudan demokrasi mekanizmaları işletilebilir. Hatırlayalım: Bir işyerinde grev yapılacak mı yapılmayacak mı diye ortaya bir sandık konur. Herkes eşit şekilde o sandığa oyunu atar ve ona göre bir karar verilir. Dolayısıyla bu kurumlar, bu pratikler işçi sınıfının geleneğinde, tecrübesinde vardır. Önemli olan bunları nasıl işlevselleştireceğini düşünüp bunu ortaya çıkarmaktır.”

ÖNCEKİ HABER

TTB: Dr. Erdinç Şahin Kovid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi, çok üzgünüz

SONRAKİ HABER

ZMO Genel Başkanı: Çiftçiler desteklenmezse değil kıtlık açlıkla baş başa kalabiliriz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa