Sovyetlerde salgınla mücadeleyi afişlerinden okumak
Salgınlarla mücadele, aynı zamanda sosyalizm için bir mücadeleydi. Bu doğrultuda gençlik örgütlerinden sendikalara, kadın örgütlerine kadar ortak mücadele hattı oluşturulmuştu.
Afiş: Sovyet afişi (1920)
Helin ÇAKIR
Ankara
Tüm dünya Covid-19 pandemisi ile “savaşırken” koronavirüs, kapitalizmin vahşiliğinin bir aynası olarak karşımızda duruyor. Kapitalist “çözüm”lerin yetersizliği, kapitalizmin tüm çelişkilerini gözler önüne serdiği ve insanca bir yaşam için sosyalizmin aciliyetini keskinleştirdiği bu günlerde bilmeliyiz ki koronavirüs dünyada ne ilk ne de son salgındır. Fakat bu salgının kuluçka makinelerinin karşısında tarihte salgınlar karşısında topyekûn bir mücadele örneği vardır: Sovyetler Birliği.
Ekim Devrimi ile sağlıkta yeni bir perspektif geliştiren Sovyetler, hastalık ve salgınların “politik ekonomik patolojiler” olduğu doğrultusuyla hareket etmiş, sağlıkta eşitsizliklerin kaynağı toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmıştı. Devrimin ilk günlerinden itibaren yoğun olarak bulaşıcı hastalıklarla mücadele eden Sovyetler, sağlık komiserliği kurulur kurulmaz ilk iş olarak bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için İşçi Komiteleri kurmuştu. Salgınlarla mücadele, aynı zamanda sosyalizm için bir mücadeleydi. Bu doğrultuda gençlik örgütlerinden sendikalara, kadın örgütlerine kadar ortak mücadele hattı oluşturulmuştu. Aynı zamanda halkın salgınlarla mücadelede aydınlatılması için çeşitli konferanslar düzenleniyor, ülkenin dört bir yanına propaganda afişleri asılıyordu. Bu afişlerle Sovyetlerin salgınla amansız mücadelesini okumak mümkündü...
(Asgari hijyen için. Asgari hijyene dair Halk Komiserleri Kurulu kararından (1931)
Bugün pandemi ile temizlik şirketleri ürünlerin fiyatlarını artırırken işçi emekçiler temizlik malzemelerine ulaşmakta zorluk çekerken bundan yaklaşık 100 yıl önce SBKP’nin 8. Kongresinde “Parti, toplum sağlığını koruma çalışmalarının esası olarak, hastalıkların gelişmesini önlemeyi amaçlayan yaygın sağlık ve hijyen önlemlerini yürütmek üzerine temellendirilmiştir.” deniyordu. Bu doğrultuda da devlet hijyen müfettişlikleri oluşturulmuştu. Devlet eliyle halka temizlik eğitimi veriliyor, sabun dağıtımları yapılıyordu. Hamamlar ücretsiz olarak halkın hizmetine açıkken ayrıca şehirlerin temizlendiği özel “banyo haftaları” vardı.
(İşten sonra yemekten önce elini yıka. Kirli el, mikrobun kaynağıdır. (1931)
(İŞTEN SONRA HAMAMA GİT!)
Salgınlara karşı sanepid istasyonlar ve gezici sağlık dispanserleri ülkenin en ücra köşelerine kadar örgütlenmişti. Fabrikalardan mahallelere kadar dolaşarak hizmet veren gezici sağlık dispanserleri, ilaçlarla donatılmış teşkilatlı birimlerdi. SSCB’nin salgın ve sosyal hastalıklarla savaş karargahıydı. Bugün Türkiye de dahil olmak üzere dünyada birçok ülkede varlığını devam ettiren dispanserler, Sovyet sağlık siteminin dünyaya armağanıydı.
(Zührevi hastalıklar dispanserleri, zührevi hastalıklarla mücadelede savaş karargâhlarımızdır.)
Sovyetler Birliği, 1918 yılı sonlarına doğru büyük bir pandemiyle karşı karşıyaydı: Tifüs. Bu yıllarda Lenin, “Bir kırbaç sallanıyor üstümüze, bit ve tifüs ordularımıza doğru yayılıyor. Yoldaşlar, nüfusun kırıldığı, maddi herhangi bir kaynağın olmadığı, bütün hayatın, bütün halkın hayatının durduğu tifüs bölgelerindeki korkunç durumu hayal edebilmeniz mümkün değil. Bu nedenle biz diyoruz ki yoldaşlar bütün dikkatlerimizi bu sorun üzerine yoğunlaştırmalıyız. Ya bit sosyalizmi mağlup edecek ya da sosyalizm biti!” diyor, salgınla mücadelenin hayatiliğini vurguluyordu. 1920’lerde milyonlarca tifüs enfektesi varken sağlık sisteminin kilit faktörleri ve kitlesel aşılamalarla vaka sayısı 1923’te binlerle ifade edilmekteydi. Sovyetler’de 1942 yılına kadar uzanan tifüs salgınına karşı yeni bir aşı keşfedildi, bu iki bilim insanına Stalin Ödülü verildi.
(Kızıl Ordu, Beyaz Ordu parazitleri Yudeniç, Denikin, Kolçak’ı ezdi geçti. Şimdi ona yeni bir bela yaklaşıyor: Tifüs biti. Yoldaşlar! Enfeksiyonla mücadele edin! Biti yok edin! (1920)
Kolera ise Çarlık Rusya’da çok büyük bir tehditken coğrafyada varlığını sürdürüyordu. 1922'de milyonlarca kişi aşılanırken Kızıl Ordu'nun da tamamı aşılanmıştı. 1927’de kolera tamamen kayboldu. Ölümün yalnızca aşı karşısında aciz olduğunu söyleyen Sağlık Komiserliği’nin bir diğer afişinde ise “Sadece aşı seni koleradan kurtarabilir*” diyordu
.
(Kolera, artık aramıza yerleşti ve onun kemikli ordusu ölüm, fabrikaları tehdit ediyor, orduyu tehdit ediyor. Herkes silah başına! Herkes aşı olmaya! Düşman beklemiyor! (1920)
Önleyici sağlık hizmetinin öneminden hareketle aşılanmanın öneminin her fırsatta altını çizen ve bu yönde çalışmalar yapan Sovyetlerde, sanepid istasyonlarında zorunlu aşılamalar yapılıyor, işçiler çalışmaya başlamadan önce ‘çiçek hastalığı ve tifoya karşı’ koruyucu aşılar oluyor, çocuklar ise kreşlerde düzenli olarak aşılanıyorlardı. Öyle ki, Dr. Semashko’nun aktardığına göre 1928 yılında difteri aşısı olmayan çocuk sayısı % 14 idi. Aynı yıl, Moskova' da kızamık aşısının yapılmasına bağlı olarak kızamıktan ölen bebek sayısı ise sadece %4.6 idi.
20. yüzyılın başlarında Çarlık Rusya'da yılda ortalama 50 bin hayvanın ve 15 bin insanın şarbona yakalandığı bildiriliyordu. Tarih boyunca şarbonun en yaygın olduğu coğrafyada gerçekleştirilen Ekim Devrimi’nin ardından çiftlik hayvanlarında görülen hastalıklar için bir izleme sistemi kurulmuştu. Şarbonla mücadele kapsamında 1920’li yıllarla birlikte kitlesel aşılama kampanyaları başlatılmıştı. Kitlesel aşılama kampanyaları ve hastalığın kayıt altına alınmasının denetlenmesiyle 1930’ da şarbon sebebiyle ölüm oranı yarı yarıya azalmıştı.
(Şarbonla mücadele/1920)
Sovyetler’de zorunlu aşılar tüberküloz ve çiçekti. Bölgelerde tüberkülozun önlenmesinden sorumlu olan dispanserin etkin görevi ve sanatoryumlar aracılığıyla hastalıkla mücadele ediliyordu. Merkezi Tüberküloz Enstitüsü kurulmuştu. 1914'te Çarlık Rusya’da, sadece 43 tüberküloz dispanseri ve 308 yataklı 18 sanatoryum varken Sovyetler döneminde bu sayı, 1941'de savaşın arifesinde 72.800 yatak kapasiteli 898 tüberküloz sanatoryumu idi.
Ve tarihteki en büyük salgınlardan: İspanyol Gribi... Birinci emperyalist paylaşım savaşının etkileriyle de katlanarak artan etkisi... Net verilere ulaşmak mümkün değilken, 50 ila 100 milyon arasında yani küresel nüfusun yüzde 2,5 ila 5’i arasında insanın İspanyol gribi olduğu iddia ediliyor. Sovyetler Birliği, ilk yıllarından İspanyol Gribi ile savaşmak zorunda kaldı ve çok ağır kayıplar verdi. 1919’da da Bolşeviklerin en kilit kadrolarından, geniş proleter yığınlarının en önde gelen örgütçülerinden Sverdlov da İspanyol Gribi sonucunda hayatını kaybetmişti.
O dönemde birçok kuruma tokalaşmanın, öpüşmenin kaldırıldığına dair uyarılar asıldı. “Tokalaşmama” adeta bir ilke haline gelmişti.
(Sverdlov- arkada ”el sıkışmak yasaktır.” yazıyor.)
Kaynaklar:
Gantt, W.H., A Review of Medical Education in Soviet Russia, British Medical Journal
Sir Arthur Newsholme-John Adams Kingsbury, Kızıl Tıp Sovyet Rusya’da Toplumsallaştırılmış Sağlık
Henry E. Sigerist, Medicine and Health in the Soviet Union
Bilim ve Ütopya, Doktorlar ve Salgın Hastalıklarla İlgili Sovyet Posterleri