28 Nisan 2020 09:45
Son Güncellenme Tarihi: 29 Nisan 2020 05:07

1 Mayıs’ın korona hali

Prof. Dr. Aslıhan Aykaç, salgınla birlikte emek piyasasının değişen yapısı ve 1 Mayıs üzerine yazdı.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Prof. Dr. Aslıhan AYKAÇ

Pandemi süreci bütün dünyada beklenmedik bir şekilde üretimi kesintiye uğrattı. Bu kesintinin ekonomik sonuçları ise henüz tam anlamıyla ortaya çıkmadı. Piyasanın toparlanmasına yönelik öngörüler ve politika önermeleri devam ederken bütün bu ekonomik ağ içinde merkezi konumda olan emekçiler ve emek piyasasına dair bazı genel çıkarımlarda bulunmak mümkün. Bu 1 Mayıs’ta pandemi sürecinden ve piyasanın toparlanmasından bağımsız olarak emek piyasasının yapısı ve emeğin yeniden değerlenmesi üzerine düşünmek gerek.

ZORUNLU ÇALIŞANLAR VE EMEK PİYASASININ YAPISI

Pandemi sürecinin bütün dünyayı sarmasıyla beraber imalat sektöründen bankacılığa, hazır gıdadan perakendeye tüm sektörlerde tam bir durma olmasa da kayda değer bir daralma oldu. Bu süreçte insanların eve kapanması da bir talep daralmasına yol açtı. Sonuç olarak bugün üretim ve hizmetler zorunlu çalışanlar (essential workers) tarafından sunulan hizmetler üzerinden devam ediyor. Bu zorunlu çalışanların başında hem büyük bir özveriyle hem de insanlığa karşı taşıdıkları sorumlulukla sağlık çalışanları geliyor. Ancak bunun yanı sıra ulaşım, temizlik ve benzeri altyapı hizmetlerinde çalışanlar, memurlar, güvenlik personeli de çalışmaya devam ediyor. Zorunlu çalışanlar içinde bugüne kadar emekleri göz ardı edilen market çalışanları, kargo çalışanları, kuryeler de çalışmaya devam eden kesim arasında.

Emek piyasasına yönelik kavramsal tartışmalarda sıklıkla birincil ve ikincil emek piyasası ayrımı dikkat çeker. Birincil emek piyasasında yüksek eğitimli ve yüksek vasıflı çalışanlar yer alır, bunların ücretleri ürettikleri katma değer üzerinden belirlendiği için piyasanın işleyişine ve şirketlerin karlılığına sundukları yüksek katkı sayesinde yüksek ücretlere ve iş güvencesine sahip olurlar. Diğer taraftan ikincil emek piyasasında vasıfsız ya da yarı vasıflı, yüksek katma değer üretmeyen bu nedenle iş güvencesi ve gelir güvencesinden yoksun olan işçiler yer alır. İkincil emek piyasasında istihdam çoğu zaman esnektir, vasıfsızlar arası rekabet yüksek olduğu için düzensiz çalışma ve yüksek iş değiştirme oranı yaygındır.

Bugün içinde bulunduğumuz pandemi süreci emek piyasasındaki bu ayrımı anlamsız kılıyor. İkincil emek piyasasında yer alan emekçilerin de en az birinciler kadar zorunlu olduklarını, ürettikleri katma değerden bağımsız olarak sundukları hizmete talep olduğunu, bu nedenle piyasanın işleyişi ve şirketlerin kârlılığı için de en az şirket yöneticileri kadar önemli olduklarını gösteriyor. Sistemin sürekliliği için bu kadar vazgeçilmez olan emeğin değeri neden karşılık bulmuyor? Daha açıkça sormak gerekirse, bütün kuryeler, kargo çalışanları, market kasiyerleri iş bıraksa, mesela iki saatliğine, pazarlama müdürleri dağıtıma çıkacak mı?

UZAKTAN ÇALIŞMANIN EMEĞİN YENİDEN ÜRETİMİ AÇISINDAN SONUÇLARI

Pandemi sürecinde ortaya çıkan bir başka değişiklik hizmetler sektöründe çalışanların uzaktan çalışma yoluyla işlerine devam etmeleri oldu. Özellikle işletme hizmetlerinde teknolojik alt yapının bu tür işlerin uzaktan yürütülmesine imkan tanıması nedeniyle beyaz yakalı kesim pandemi sürecinden zorunlu çalışanlardan daha az etkilenmiş oldu. Ev eksenli çalışma şirketlerin kira veya elektrik gibi sabit giderlerini azaltmanın yanı sıra esnek çalışma prensiplerini daha kolay hayata geçirme imkanı tanıması sebebiyle zamandan, ücretlerden ve çalışanlara yönelik diğer giderlerden de tasarruf etmelerini sağlıyor. Ancak evden yürütülen çalışmanın çalışanlar açısından başka tür zorlukları var.

Ev eksenli çalışma pratikleri ile ortaya çıkan birinci soru iş yaşam dengesi olarak da ifade edilen çalışanların üretim süreciyle hanelerindeki toplumsal ilişkilerin çakışması. İkinci bir soru emeğin yeniden üretimi sürecinin ev eksenli çalışma nedeniyle aksaması. Üçüncü bir sorun ise ev eksenli çalışmanın özellikle kadın çalışanları daha fazla etkilemesi, kadın emeğini üretkenliğini belirgin bir biçimde azaltması. Bunun en önemli nedeni, eğitim düzeyinden ve emek piyasasındaki konumundan bağımsız olarak kadınların hâlâ hanede yürütülen işlerin sorumluluğunu taşıması. Sonuç olarak uzaktan çalışma seçeneğinin çalışanlara bir rahatlık sunması ve çalışma süreleri ve koşulları üzerinde özerklik tanıması gibi avantajları olduğu ileri sürülse de aslında çalışanlar için işten uzaklaşma, kendini yeniden üretme ve çalışmaya hazırlama süreçlerini aksatıyor. Bu nedenle uzaktan çalışanlar evdeyken sürekli iş düşünmek zorunda kalıyor, iş için ayırdıkları zaman artıyor ve daha fazla emek sömürüsüne maruz kalıyor.

ALINAN ÖNLEMLER, VERİLEN DESTEKLER

Pandemi sürecinde medyada en fazla yer alan konu çalışmaları zorunlu olmamasına rağmen birçok sektörde üretimin devam etmesi oldu. İnşaati imalat sanayi ve benzeri sektörlerde üretim devam ederken pandemi sürecinin getirdiği risklere yönelik işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri de hayata geçirilmedi. Yalnızca büyük şehirleri ve hafta sonunu kapsayan sokağa çıkma yasakları hem ilk uygulamadaki yanlışlar hem de çalışma günlerindeki artan riskler göz önüne alındığında ancak kısıtlı bir fayda sağladı. Kısa vadeli sağlık temelli önlemlerin ötesinde orta ve uzun vadede ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik sorunlara yönelik önlemler de süreklilikten ve yapısal bir müdahale anlayışından yoksun.

Pandemi sürecinde ve sonrasında öngörülen bir başka durum işten çıkarmaların artması, güvencesiz çalışanların hem iş hem de gelir kaybına uğraması ve buna karşı alınan önlemlerin de toplumun büyük bir kesimi oluşturan düzensiz ve güvencesiz çalışanlara yönelik politika seçeneklerinin insana yakışır bir yaşam standardı sunmaması oldu. Alınan önlemler emekçi kesimden çok işverenlerin kayıplarını karşılamaya yönelik oldu. Devletin piyasanın sürekliliğini sağlama konusundaki idari işlevleri ve iktidarın liberal ekonomi politikalarına bağlılığı göz önüne alındığında burada şaşıracak, öngörülemeyecek bir yaklaşım olduğunu söylemek zor. Bu çerçevede asıl önemli olan emeğin, örgütlü veya enformel yapılar üzerinden baskı oluşturma kapasitesi ve pazarlık gücünü etkin kullanabilmesi; ancak mevcut görüntü böyle bir yönelime işaret etmediği gibi, pandemi süreci sonrasında da durum iyimser görünmüyor. Öncelikle piyasadaki daralma, küçük işletmelerin karşı karşıya kaldıkları riskler, bunun yanı sıra pandemi sürecinin gerektireceği iş güvenliği ve sağlığına yönelik düzenlemeler ve bunların işletmeler için maliyetleri de hesaba katıldığında emek kesiminin daha fazla zorlukla karşılaşacağı, işletmelerin artan maliyetlerin yükünü emek kesimine de hissettireceğini söylemek yanlış olmaz. Böyle bir öngörü, emekçilerin, sendikacıların, emek örgütlerinin somut taleplerini içeren bir gündem hazırlamalarını gerektiriyor. Bu gündemin temel talepleri, sağlık risklerine karşı işçi sağlığı ve güvenliği düzenlemelerini, ekonomik daralmaya karşı gelir güvencesini ve toplumsal dayanışma temelli bir iş güvencesini de içermek zorunda.

İHTİYAÇ TEMELLİ BİR EKONOMİDE EMEĞİN YENİDEN DEĞERLENMESİ

Pandemi sürecinin yarattığı ekonomik bağlam emek değer teorisi ve emeğin yeniden değerlenmesi (revalorization) üzerine düşünmek için çok önemli bir imkan sunuyor. Zorunlu çalışanlar kategorisinin birincil ve ikincil emek piyasası ayrımını aşan bir biçimde farklı emek türlerini bir arada bulundurması, aslında göz ardı edilen ve değeri görmezden gelinen kesimlerin ne kadar hayati olduğunu gösterdi. Uzaktan çalışma pratikleri ise beyaz yakalı kesimin kırılganlığını, esnek istihdam pratiklerinin yanızca mavi yakalıları değil aynı zamanda beyaz yakalıları da sömürüye maruz bıraktığını gösterdi. Piyasadaki genel daralma, eve kapanma süreci ise kırk yıldır tüketmeye güdülenmiş kitlelerin neyin zorunlu ihtiyaç neyin tüketim güdüsünden kaynaklanan bir istek olduğunu sorgulamasına yol açtı. Bütün bunlar, üretim ve tüketim arasındaki karşılıklı ilişkiyi gözden geçirmeyi gerektirir. İhtiyaca dayalı bir ekonomide bireyin veya hanenin tüketiminde zorunlu ihtiyaç nedir? Bu ihtiyaç nasıl bir emek gerektirir? Bu emeğin değerini nasıl belirleriz? Bu sorular veri kabul edilen ekonomik ilişkilerin sorgulanması ve dönüşümü için bir başlangıç olabilir.

DAYANIŞMAYI GENİŞLETEN BİR EMEK MÜCADELESİ

Bu birkaç aylık süreçte dayanışma pratikleri dikkat çekici bir düzeyde arttı. Ekonomik olarak kırılgan kesimlere yönelik ayni ve nakdi destekler, merkezi yönetimin desteklerinin yanı sıra belediyelerin (özellikle tüm engellemelere rağmen muhalefet partileri belediyelerinin) yardımları toplumsal dayanışmayı güçlendirmede, gelirden yoksun hanelerin ayakta kalmasında etkili oldu. Sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalar, yerel düzeyde ve daha küçük çaplı paylaşımlar geniş bir dayanışma ağının ortaya çıkmasını sağladı. Ancak burada üzerinde durulması gereken birkaç nokta var. Öncelikle dayanışma yardımlaşma değildir, yani tek taraflı değildir. Bugün bu koşullar altında bu şekilde yürütülmesi mümkün, ancak fiziksel mesafe kısıtları ortadan kalktığında ve görece normalleşme söz konusu olduğunda yardımlaşma aynı biçimde devam etmeyecektir. Dolayısıyla, dayanışmayı sürekli kılacak, karşılıklı, katılımcı ve kapsayıcı alternatif modeller üzerinde düşünmek gerek. İkinci olarak, dayanışma gönüllülük esasında dayalı olduğunda ve tek taraflı yani yardım ve hayırseverlik eksenli olduğunda süreklilik sağlaması, yapısal bir dönüşüm yaratması zordur. Bu nedenle dayanışmayı üretim temeline taşımadan sürdürülebilir kılmak mümkün değildir. Burada kooperatifleri, kollektifler, yardım sandıkları gibi kalıcı, uzun vadeli dayanışma modelleri örgütsel seçenekler olarak öne çıkar.

Emekçi kesimlerin karşı karşıya olduğu belirsiz gelecekte dayanışma, maddi koşullardan çok emekçi kesimlerin yaşam standartlarına, çalışma koşullarına ve toplumsal konumlarına odaklanan bir zihniyet dönüşümünü, kapsayıcı bir bakış açısını yaygınlaştırmayı hedef edinmeli. Dayanışma ancak büyük işletmeler kadar küçük işletmelerde çalışanları, formel sektörde çalışanlar kadar kayıt dışı çalışanları, mevsimlik işçileri, erkekler kadar kadınları, çocuk işçileri ve göçmenleri kapsadığında, fabrikaların dışında hizmet sektörünün çeperinde kalanlara da ulaştığında, sendikalar sendika dışı emek örgütlenmelerini de bir araya getirdiğinde mücadele zeminini genişletmiş, sermayenin baskısına karşı taleplerini dile getirebileceği bir direnç geliştirmiş olur. Örgütsel zeminin genişlemesi kadar emek hareketinin gündeminin de kapsayıcı bir biçimde yeniden inşa edilmesi gerek. Sanayi bölgelerinde yaşayanların artan sağlık sorunları, kentsel dönüşüm mağduru kesimlerin kentin çeperine itilmeleri, pandemi sürecinde işsiz kalanların güvencesizliği de emek piyasasındaki etnik iş bölümünden kaynaklanan katmanlaşma ve sömürü ilişkileri de en az çalışma koşulları ve ücretler kadar önem taşıyan meseleler. Bütün bunlar, mücadelenin her bir bileşeninde çoğulcu ve kapsayıcı bir yaklaşımla mümkün olabilir.

ÖNCEKİ HABER

İşçilerin birliktelikleri haklılığından gelir

SONRAKİ HABER

Kısa filmciler, sinema sektörünün üvey evlatlarıdır!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa