Hükümetler sağlık için değil kâr için ‘normalleşme’ istiyorlar
Birçok ülke koronavirüs salgınına dair önlem için alınan kısıtlamaları kaldırmaya başladı ya da planlarını yapıyor. Ancak bu "normalleşme"de sağlıktan önce şirketlerin kârlarındaki düşüşler etkili.
Fotoğraf: Unsplash | Kolaj: Evrensel
Fransa’da Kovid-19 salgını nedeniyle alınan sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve hayatın “normalleşmesi” planının 11 Mayıs’tan sonra hayata geçirilmesi kararı bu hafta en fazla tartışılan konu oldu. Şirketlerin tekrar azami kâr edebilmesi için hükümet “sağlık OHAL’i” döneminde aldığı ve emekçilerin önemli haklarını kısıtlayan sosyal saldırıları ise 31 Aralığa kadar devam ettirecek.
Almanya’da da salgının yol açtığı karantina önlemleri yavaş yavaş kaldırılıyor. Ekonominin çöküşüne izin verilemeyeceği, sağlığı korumanın “kişinin sorumluluğunda” olduğu belirtiliyor. Hastalığın olabildiğince yaygınlaşması halinde solunum cihazlarına bağlanmada kimin öncelik taşıyacağı da ortaya atılan sorular arasında.
Birleşik Krallık’ta, hastalığı sonrası işine geri dönen Başbakan Boris Johnson önümüzdeki hafta evden çıkma yasağından çıkış planını açıklayacağını belirtti. IndustriALL Avrupa Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri Luc Triangle, ilk defa 1 Mayıs’ta sokağa çıkamayan işçilerin kriz sonrası güvenlik ve çalışma koşulları üzerine kararların, patronlara ve hükümetlere bırakılamayacağını, uluslararası yaklaşımın gerekliliğini savunuyor.
EMEKÇİLERİ TEHDİT EDEN TEHLİKELER
Emilio MESLET
Loan NGUYEN
Humanite
Genel olarak emekçilerin haklarına yönelik saldırılar evden çıkma yasağı döneminde devam etse de, kimi önlemlerin bu dönemden sonra devam edeceği hatta yeni sosyal gerilemelerin yaşanacağı şimdiden görülür oldu. İster hükümetten isterse patronlardan gelsin, sağlık krizinin faturasını işçilere ödetmeye yönelik bu teşebbüslere sendikalar karşı çıkıyor ve işyeri ve potansiyel olarak sokakta sosyal bir cevap vermeye hazırlanıyorlar.
Sağlık OHAL yasasının uygulanmasına uygun olarak 25 Mart’ta hükümet aldığı bir kararnameyle, “Ulusal güvenliği ve ekonomik ve sosyal yaşam için özellikle zorunlu olan sektörlerde faaliyeti” olan şirketlerde haftalık azami çalışma süresini uzatmıştı. Bu kararnameyle işçiler günde 12 saat (önceden 10 saat) haftalık ise 60 saate (önceden 48 saat) kadar çalıştırılabilir. Buna ek olarak, iki mesai günü arasında kesintisiz dinlenme süresi de 9 saate düşürülebilir (önceden 11 saat idi). Gece çalışmada keza büyük oranda esnekleştirildi.
PATRONLARIN ESNEK ÇALIŞMA SALDIRISI
Hükümet işverenlere -bir gün önceden uyarma şartıyla- işçilere biriken mesai saatlerinden 10 günün, ya da 6 ücretli izin gününün tarihlerini dayatma (kolektif bir anlaşma şartıyla) olanağı sunarak, işçilerin dinleme hakkına saldırdı*. Bu gerileme, kamu hizmetinde de geçerli, zira memurlara yıllık izin haklarından 10 günü kullanmayı (karantina sürecinde) dayatılabilmek için hükümet 15 Nisan’da bir kararname onayladı. Son olarak ise 22 Nisan tarihli bir kararnameyle hükümet, şirketlerin Kovid-19 koşullarında çalışmanın örgütlenmesine dair Sosyal ve Ekonomik Komitesinin tahliline başvurma ve raporunu alma süresini 8 güne düşürdü (önceden bu süre 3 aydı). Ve bu önlemler 31 Aralık 2020’ye kadar geçerli olacaklar, yani evden çıkma yasağının kalkmasından uzun bir süre daha...
İşverenler kârlarını garantiye almak için işçilerin çalışma koşullarının aleyhine şimdiden rekabet sözleşmeleri hazırlıyorlar. FNAC (tekeli) azami olarak haftada 43 saat çalışmayı kabul etme şartıyla işçilerin geçici işsizlik maaşını yüzde yüz** verme projesini önerdi fakat sendikaların birliği karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Fakat başka şirketler bu sosyal gerileme konusunda kimi sendikaların desteğini alabildiler. Renault’da, CFDT, FO ve CFE-CGC sendikaları işçilerin izin günlerinin bir kısmının harcanması karşılığında işsizlik maaşını yüzde yüz vermeyi kabul etti. Anlaşma işçileri 6 hafta boyunca haftada 6 gün çalıştırmayı da öngörüyor ve işçilerin yaz izin tarihlerini değiştirme konusunda patrona olanak bırakıyor. Buna benzer bir anlaşma nisan basında PSA (Peugeot)’da da imzalanmıştı.
SOSYAL GÜVENSİZLİĞİN PATLAMASI
Yüksek işsizlik rakamlarını göreceleştirmeye yönelik Çalışma Bakanı Muriel Pénicaud “kitlesel işten çıkarma dalgası yok” diye belirtiyor. Oysa ki evden çıkma yasağının istihdam üzerinde hasarları yüksek: Mart ayında hiç çalışmamışlar yüzde 7.1, yani 246 bin arttı. CGT sendikası İşsizler Seksiyonu Genel Sekreteri Pierre Garnodier, bu durumda olan “kimi işçinin yeniden bir iş bulabileceğinin bir garantisi yok ve yeni dönemde işsizlik maaşları da alamayacaklar” diye belirtiyor. Zira, şirketlerin iflas etme riski ve işçi alma oranının düşmesiyle (eksi yüzde 22,6) istihdam perspektifi giderek kararıyor. İşte bundan dolayı CGT keskin talepleri öne sürüyor: Haftalık çalışma süresinin 32 saate düşmesi, işsizlik reformunun ortadan kaldırılması. CGT’ye göre “dünyanın en zengin 6. ülkesinde sefaleti kabul edemeyiz”.
* Bu önlemin amacı karantina döneminin bir kısmının, işçilerin izin hakkı olarak kullanılmasıdır.
**Geçici işsizliğe gönderilen işçiler, devlet ve işsizlik kasasından net maaşlarının yüzde 84’ünü alıyorlar.
(Çeviri: Deniz Uztopal)
KOVİD-19 MÜCADELESİ ULUSLARARASI OLMALI
Luc TRIANGLE
Morning Star
Kovid-19 bizleri hayatımızın en büyük mücadelesiyle yüz yüze getirdi. Yakın geçmişimizde hiçbir olay bu kadar insanı, bu kadar kısa sürede, bu kadar derinden etkilememişti. Büyük bir sağlık krizinin yanı sıra inanılmaz büyük sosyal ve ekonomik sonuçlarla da karşı karşıya kalacağız.
Gerekli karantina ve evde kalma adımlarının ekonomik sonucu kaçınılmaz ve devasa oldu. IMF’nin öngörülerinde göre bu sene GSMH tüm AB’de yüzde 7,5 daralacak. Endüstrinin büyük bölümü kapalı ve Avrupa’da 59 milyon işin tehlikede olduğu, emek pazarlarında kalıcı etkiler gözleneceğini belirtiliyor.
Bu acil koşullar altında en temel önceliğimiz işçileri korumak. Birçok işçi vazgeçilmez üretim ve servisleri devam ettirmek için sağlığını riske atarak çalışıyor.
Sendikalar olarak hiçbir işçinin güvenliği garanti altına alınmadan çalışmaya zorlanmaması, kadrolu olmayan ve acente işçileri de dahil, herkes için yeterince korunma sağlanması için mücadele ediyoruz. Endüstriyel aktivitelerin tekrar başlaması için şimdiden planlar yapılmaya başlandı.
İşçilerin sağlık ve güvenliğini temel alan, pandemi sonrası bir iş organizasyonu gerekli. Bunun koşullarının iş yerlerinde işçiler ve sendikalarla müzakereler sonucu kararlaştırılmasını talep ediyoruz.
Aynı zamanda, işçilerin gelirleri için de mücadele etmeliyiz; sokağa çıkma yasaklarından etkilenen emekçiler için geçici işsizlik uygulamaları, hastalık ödeneği, ev kredilerinin ertelenmesi ve benzeri diğer gerekli müdahaleler. Birleşik Krallık’ta hükümetin maaşların yüzde 80’ini ödemeyi vadettiği çalışma izni uygulaması gibi, Avrupa çapında görülen ve iş kaybına engel olma amaçlı, kısa dönemli iş sübvansiyonlarını olumlu buluyoruz. Ekonomik toparlanma için alım gücünün devam etmesinin de çok önemli olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Birçok şirketin batmak üzere olduğu bu dönemde, emekçilerin işlerini savunmalıyız. Hem şirketlerin hem de çalıştırdıkları milyonlarca işçinin ayakta kalması çok önemli. Üretim kapasiteleri korunmalı ve şirketlerin likiditesi devam etmeli ki koşullar elverdiğinde en kısa zamanda yeniden üretime başlanabilsin.
Köprü kredisi, vergi tatilleri, rahatlatıcı devlet yardımları önemli destekler fakat şirketlere sunular desteğin koşullu olması gerekliliği çok açık. Kâr payı ödemeleri askıya alınmalı. Bazı koşullarda hükümetler gerekli sektörlerin yeniden kamulaştırılmasını değerlendirmeli. Ve en önemlisi de bu dönemde işlerini kaybedenler tekrar işe alınmalı.
Hükümetlerin ekonomiyi işçilerin haklarını ihlal pahasına korumaya yelteneceği yönünde açık bir tehdit mevcut! 2008-09 finansal krizinin hataları tekrarlanmamalı; işverenlerin esnek çalışma talebini yerine getiren hükümetler, krizden en çok etkilenen ülkelerde, toplu sözleşme sistemlerini bozguna uğratmıştı.
Sendikalara saldırı, işçi yasa ve haklarının bastırılması çabaları diğer ülkelerde de gözleniyor. Kararname ile yöneten diğer bir hükümet, Fransa, ödemeli tatil ve dinlenme günlerinin ne zaman olacağına işverenlerin karar vermesine izin veriyor ve bazı sektörlerde haftalık çalışma süresi 60 saate kadar çıkarılabiliyor!
İşçilerin haklarını korumak ve sendikaları dahil tutmak günümüzde çok önemli. Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İtalya, İsveç gibi ülkeler hem işçi hem de işverenleri memnun tutacak anlaşmalara varılabileceğini gösteriyor. Bu ülkelerde, iş ve işçileri koruma amacıyla alınan önlemlerin çoğu ulusal ve yerel seviyelerde, bazen hükümetin de katılımıyla, işverenler ve sendikalar arasında kararlaştırıldı.
Son günler virüsün sınırları tanımadığı gerçeğini bize hatırlattı ve dolayısıyla Avrupa ve dünya çapında ortak bir müdahale çok önemli. Krizin üstesinden gelebilmek için toplumlar arası dayanışmak, birlikte çalışmak ve ortak çözümler bulmak gerekli. Bu konuda olası bir başarısızlık sadece popülistlerin ellerini güçlendirecektir.
Avrupa’da dayanışma mücadelemiz çetin geçecek fakat buna değecektir.
1 Mayıs’ınız kutlu olsun!
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
KORONA VE SOSYAL DARWİNİZM
Natascha STROBL
Freitag
Başlangıçta büyük bir sessizlik vardı. Korona tam da zamanında geldi.
Korona ile büyük sessizlik de geldi. Söz konusu olan bir virüstü. Tıbbi bir kriz yaşıyorduk. Odağı askerler değil, hemşireler, temizlikçiler, perakende satış personeli olan; silahla değil salgınla gerçekleşen bir savaştan söz ediliyordu.
Ölüm sizi savaş alanında değil, huzurevlerinde ve yoğun bakım ünitelerinde ele geçiriyordu. Aşırı sağın bu durum için hazırladığı bir dili yoktu henüz. Onların hastalığı konu yapması için dışardan yabancılar tarafından getirilmiş olması veya istenmeyen insan grupları için bir metafor olarak kullanılabilmesi gerekiyordu. Örneğin, uzun süredir Avrupa’da kökü kurutulmuş hastalıklar birdenbire mültecilerle getirilir ve toplumda bu uğursuz insanlar tarafından kanser gibi yaygınlaştırılırsa işe yarardı. Aşırı sağcılar bir hastalığı konu yapıp halkı kışkırtıyorlarsa söz konusu olan halkın sağlığı değil, o sayede bir grubu düşman göstermek, çoğunluğu ise kuyruğa takmaktı. Bunun için de komplo teorileri üretilip yayılırdı. Bunları mevcut krizde yaşıyoruz. Yeni değiller, yüzyıllar boyunca ırkçı ve Yahudi karşıtı ajitasyonun bir parçası olarak kullanıldılar. Ancak hastalığın tıbbi yanını dikkate alan bir açıklama da var: Krizle mücadele etmek yerine olağanmış gibi karşılamak, güçlülerin yaşamasını, zayıfların ölmesini teşvik etmek!
Sosyal Darwinizm, bir topluluğun verimsiz veya zayıf üyelerinin koruma hakkına sahip olmadığı hatta aktif olarak yok edilmesi gerektiği fikrini içerir. Darwin’in görüşleri çarpıtılarak sosyal ve politik zorunluluklar şekillendirilir. Güçsüzlük faşizmde korunmaya değmeyen, aşağılanması gereken bir durumdur. Zayıflık her zaman kişinin kendi sorumluluğunda olan veya genetik olarak belirlenen bir şeydir. Faşist ideolojide açıkça belirli gruplara mal edilebilecek ve bu gruplarla birlikte ortadan kaldırılabilecek özellik olarak kabul edilir. Bu gruplar kronik hastalar, engelli insanlar veya Yahudiler, Sinti-Romanlar gibi etnik gruplardır. Irkçı, Yahudi aleyhtarı, Roman karşıtı, engelli düşmanı politika her zaman insanlığın en güçsüz bölümlerini yok etme arzusuna dayanır.
Kapitalizmin radikal ideologları için yoksullar hor görülecek kesimlerdir. Yoksul olmaları kendi suçlarıdır. Güçlü ve güçsüzün ölçüldüğü terazi insanlık değerleri değil sermayenin çıkarlarıdır. Kapitalist bir devlet sayesinde, bu ekonomik sistemin en zayıf kesimleri, güçlü kesimlerin acı çekmemesi için kandırılmak, kanmıyorlarsa yok edilmek zorundadır. İşsizler, sosyal yardım alanlar, emekliler yani üretime (siz sermayenin karına anlayın) katkı sunmayıp pahalıya mal olan herkes zayıftır. İlk adımda, oy hakkı gibi haklarının geri alınması sıklıkla tartışılır. Refah devletinde ve kemer sıkma politikasındaki kesintiler yoksulları daha da yoksullaştırır ve yaşamlarını ölümden beter hale getirir. Ve neoliberalizm, Sosyal Darwinizm’in bir çeşididir. Kapitalist ideologlar aşırı sağcılara dayanak sağlayarak onları güçlendirmektedirler. Bu düşünceler çok sayıda aşırı sağ dergide yer alıyor ve Koronanın kapitalizmin özgürlüklere saldırmak için uydurulan bir hastalık olduğundan söz ediliyor. Korona bahane edilerek güçsüzlerin güçlü, güçlülerin ise güçsüz hale getirilmeye çalışıldığı fikri yayılıyor. Aşırı sağın propaganda organlarında ölümden korkan insanların onursuzlaştığı her şeye boyun eğdiği örneklenerek güçlülerin ayağa kalkması çağrısı yapılıyor: Eğer ölüm sizi seçtiyse haysiyetli şekilde katlanın ve ölümü bekleyin! Kendinizi korumanıza gerek yok, yakalanırsanız yakalanmışsınız demektir!
Her şey siyah ve beyaz: Güçlüler yaşar, zayıflar ölür! Zaten birkaç ay ya da yıl sonra ölecek yaşlıların, hastalıklıların, engellilerin, üretken olmayanların, bizden başka olanların korunmasına gerek yoktur. Faşist ideolojinin odağında askerlik, kahraman erkeklik durur. Onlar yenilmezdir, güçlüdür! Bir toplum güçsüzlerin ihtiyaçlarına mı zenginlerin çıkarlarına mı dayanacak? İşte bu sorunun cevabı faşizm ile demokrasi arasındaki farkı gösterir.
(Çeviren: Semra Çelik)