Koronavirüs ile dijitalleşen hayatlarımız: İki ayrı dünyada mı yaşıyoruz?
Tonguç Karahan yazdı: Biri diğerinden ayrı iki dünyada değil tek bir dünyada yaşıyoruz; batacaksak da kurtulacaksak da bu tek dünyada ne olacağına ya da olmayacağına bağlıdır.
Fotoğraf: Evrensel
Tonguç KARAHAN
Almanya
Koronavirüs salgınına karşı alınan önlemler, hayatımızda şimdiye kadar gayet olağan görünen birçok şeyi bıçak gibi keserken bir yandan da hayatımıza yenilikler kattı. Milyonlarca insan ‘Home office’ (evde çalışma) ile tanıştı, videokonferans app’leri daha önce olmadığı kadar hayatımıza girdi, belki de ömrümüz boyunca göremeyeceğimiz ünlü müzeleri dolaşma fırsayı bulduk, kapalı olan alışveriş mağazaları bir tıkla ayağımıza geldi, çocuklarımız okula değil, okul çocuklarımızın odalarına girdi...
Evet yaşama kültürümüze yeni bir boyut katan bu liste uzatılabilir. Ama özetle, koronavirüs salgınıyla birlikte, dijital dünya yeni bir ivme kazandı. Kuşkusuz hayatımızın dijitalleşmesi koronavirüsle başlamadı ama şu son iki ayda yaşanan sıçrama, dijital aleme çok ciddi bir derinlik ve yaygınlık kazandırdı.
VERİ AKIŞI KATLANDI
Evde kalma, temastan kaçınma gibi zorunluluklar ister istemez internete daha fazla başvurmamıza, dijital dünyaya daha fazla girmemize yol açtı. Örneğin sadece Mart ayının ilk iki haftasında viedokonferans app’leriyle yapılan görüşmelerin yüzde 50 arttığı tespit edildi. Bu yılın ocak ayından mart sonuna kadar olan dönemde online siparişlerin yüzde 88 arttığı görüldü. Yine aynı şekilde haber takibi, film izleme, sosyal medya kullanımında da bir yoğunlaşma yaşandı.
‘Home office’, ‘e-ticaret’, eğitim, oyun, arkadaşlık siteleri vb. derken, dijital dünyaya yaşanan bu yoğun yönelim sonucu koronovirüs döneminde internetteki dijital veri akışının en az yüzde 50 arttığı gözlendi.
DİJİTALLEŞMENİN ORTAYA ÇIKIŞI
2. Dünya Savaşı’nın ardından bilgiyar teknolojisinin adım adım gelişmesi, 90’lı yılların ikinci yarısına gelindiğinde interneti, belli başlı emperyalist devletlerin askeri alanda kullandığı özel iletişim alanı olmaktan çıkarıp hepimizin gündelik hayatına sokmasıyla sonuçlandı.
Daha önce birçoğumuzun hayal bile etmekte zorlanacağı teknolojiler o derece gelişti ki, dünyamız ve hayatlarımız adeta dijital ağa dönüştü. 1995’te dünya nüfusunun sadece yüzde 1’i interneti kullanırken, bu oran 2005’te yüzde 16, 2010’da yüzde 29, 2016’da ise yüzde 46’ya ulaştı. 2020’de ise bunun yüzde 60’lara eriştiği tahmin ediliyor.
Ve bu süreçte birçok kavram ve deyim de günlük kullanımımıza girdi: ‘Dijitalleşme’, ‘sanal alem’, ‘siber dünya’, ‘Bit, megabit’, ‘3 G, 4G, 5G’...
Ve gelinen aşamada maddi dünyada dokunduğumuz, hissettiğimiz, kokladığımız vb. eşyaların, araçların, nesnelerin ve gözlemlediğimiz hareketlerin, davranışların nerdeyse tamamı dijital bir karşılığa dönüşerek, adeta ‘ikinci bir dünya’ oluşturdu.
İKİ AYRI DÜNYA MI VAR?
Ve genellikle bu ‘yeni dünyayı’ ilkinin karşıtı gibi tasavvur edip, ilkinden ayırmak için de, ‘gerçek ve gerçek dışı’, ‘asıl ve sanal’, ‘gerçek ve kurgu’ ya da ‘doğru ve uyduruk’ gibi tanımlar kullandık.
Ama ne var ki bir yandan da, çalışmadan eğitime, alışverişten yolculuğa, arkadaşlıktan yeme-içmeye nederdeyse bütün hayatımızı, ‘sahte, uyduruk, kurgu ve aslında gerçek olmayan’ dediğimiz bu dünyada geçirmeye başladık.
Buradaki yanılsamanın başında, ‘analog’ ve ‘dijital dünyayı’ sanki birbirinin karşıtı, birbirinden kopuk ‘iki dünya’ olarak tasavvur etmek bulunuyor.
Geçmişte de bugün de tek bir dünyamız var; ve dijital olan, ‘aslında var olmayan, uydurulmuş ve kendi başına olan’ değil, ama bizden bağımsız var olan maddi gerçekliğin (analog dünyanın) bizdeki yansıması ve sayısal kodlara dökülmüş halini anlatıyor.
DİJİTALLEŞMENİN İLK ÖRNEKLERİ
Sözcük karşılığı ‘sayısal’ demek olan ‘dijital’ kavramı, maddi dünyadaki nesnelerin, olayların, sinyallerin, süreçlerin sayısal kodlara dönüşmüş halini anlatır bize. Bu anlamda çevremizde gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz maddi veya düşünsel herşey dijitalleşebilir, yani sayısal kodlarla ifade edilebilir. Ama böylece, ikinci bir nesne, süreç veya hareket icat etmiş olmayıp, sadece var olanları rakamsal kodlarla soyutlamış oluruz.
Bu soyutlama ve yansıma süreci insanlık açısından yeni de değil üstelik. Doğada gördüğümüz nesneleri, olayları, hareketleri ve kendimizle ilgili süreçleri (hislerimiz, davranışlarımız, ihtiyaçlarımız vb.) anlamak ve anlatmak için çeşitli araçlara ve yöntemlere başvurageldik.
Uzun tecrübeler sonucu rakamları keşfetmemiz ve bunun giderek gelişmiş bir sisteme dönüşmesi demek olan matematiği kullanmamız gibi örneğin: ‘Üç’ koyun, ‘yüz ağaç’ vb. ifadelendirmelerde bulunarak, rakamlar aracılığıyla etrafımızdaki nesne ve hareketleri kodlamaya başladık. Yine aynı şekilde harfler-alfabe aracılığıyla maddi dünyadaki nesneleri, olayları, süreçleri tarif ederek, varlığı ilkine dayalı olan yeni bir ‘soyut, yansımış dünya’ dünya ürettik. Örneğin ‘elma’ diye yazdığımız veya konuştuğumuzda bu, ‘uyduruk, var olmayan, sahte bir şeyi’ değil, bir gerçeği, onun soyutlanmış, harflerle kodlanmış yansımasını ifade etmiş olduk. Ve bu sayede, birinden elma istemek için yanımızda elma taşıyıp onu göstermekten kurtulmuş olduk!
Tarih boyunca basitten karmaşığa, giderek sistemli bir şekilde kullandığımız harfler, rakamlar, notalar, çizimler bu açıdan ‘dijitalleşme’nin ilk versiyonları ve bugünkü dijitalleşmenin hazırlayıcı temellerini oluşturmaktadır aslında.
‘0’ ve ‘1’ MUCİZESİ
Günümüzdeki dijitalleşmenin kullandığı yöntem ise, alfabesi-yazılımı iki basamaklı sayı sistemi olan bilgisayar teknolojisidir. 1’den 9’a kadar rakamlardan oluşan onluk sistemden farklı olarak ikili sistemde, ‘0’ ve ‘1’ rakamlarının (‘0’ elektirik yok, ‘1’ elektirik var anlamına gelir) milyarlarca farklı dizilimi oluşturularak, fiziki ve ruhsal dünyaya ait bütün nesneler, süreçler ve kavramlar kodlanmakta ve analog dünyanın karşılığı ve yansıması demek olan bu kodları kullanarak, internet ortamında yazışmakta, konuşmakta, öğrenmekte, sipariş vermekte, müzik dinlemekteyiz vb.
Dijital dünyamızın bu derece genişlemesini sağlayan ise bilgisayar teknolojisinin giderek gelişmesi sonucu kod dizilimini yapmayı, bu dizilimi kullanmayı ve depolamayı devasa imkanlara kavuşturan işlemci kapasitesine ulaşılmış olmasıdır.
İnternetin ilk zamanlarıyla karşılaştırırsak, veri trafiğinin gerçekleştiği yol o zaman dağda bir patika ise bugün 5 şeritli otobana dönüşmüştür. İşlemci kapasitesi ve hızındaki bu gelişme arttığı ölçüde,(örneğin önümüzdeki yıllarda yaygınlaşacak 5G teknolojisi gibi) analog hayattaki her olay, hareket anında ve milyarca kılcal bağlantıdan oluşan bir ağ (internet ortamı) içinde dijital dönüşüme ve kullanıma imkan bulmaktadır.
Fiziksel-analog dünyamızın rakamsal kodlarla dizilimini yapmakla ikinci bir evren yaratmış olmuyoruz ama onu daha yoğun ve hızlı yaşamaya başlıyoruz. Daha hızlı tüketiyor, öğreniyor, görüyor ya da daha yoğun ilişki kurabiliyoruz... Ama şu da var ki, daha fazla bilgiye ulaşabildiğimiz gibi daha fazla yalana da maruz kalabiliriz; sosyal medyada binlerce insanla arkadaşlık kurma imkanımız gibi yalnızlaşma tehlikesi de artabilir; bir yandan örneğin salgın hastalıkları önleme imkanları artarken, öte yandan dünyayı mahvedecek silahları da bu sayede daha etkili kullanabiliriz...
ASIL MESELE ANALOG DÜNYADAKİ ÇELİŞKİLERDEN KURTULABİLMEK
Evet dijitalleşme yaşamımıza, yaşama kültürümüze derinden etkide bulunuyor, yeni boyutlar katıyor ve bu daha da genişleyecek görünüyor. Ve dijital dünyanın hayatımıza etkisi tek yönlü değil, olumluyu da olumsuzu da içinde barındırıyor.
Yani dünyamız ve hayatlarımız dijitaleşme yüzünden ne batacak ne de kurtulacaktır. Çünkü biri diğerinden ayrı iki dünyada değil tek bir dünyada yaşıyoruz; batacaksak da kurtulacaksak da bu tek dünyada ne olacağına ya da olmayacağına bağlıdır.
Eğitimden çalışmaya, bilimden kültüre, spora yaşamımızın ve yaşama kültürümüzün formu-biçimi çok çarpıcı biçimde değişmekte ama konu, onun özünün, içeriğinin ve kalitesinin ne olacağı sorununa gelince asıl mesele, bir başka ‘analog sorunun’; eşitsizliğe, sömürüye, adaletsizliğe ve rekabete dayalı toplumsal sistemin içerdiği çelişkilerin çözümünde düğümlenmektedir!
Ve bu düğümü çözecek olan da kendi başına sayısal kod dizilimi değil, (bunun da sağladığı yeni imkanlarla) ezenle ezilen, sömürülenle sömüren, emekle sermaye arasındaki sınıf mücadelesinin hangi dizilimde seyredeceği olacaktır.