Demokrasiden dolarokrasiye
6 Kasımda gerçekleşen Amerikan seçimlerinde dünyanın en etkili siyasi mevkiine tekrar Barack Obama seçildi. Seçimler Amerika’da uzun zamandan beri önemli gösteriler, kampanyalar ve iktisadi girişimlere dönüşmüş durumda. Seçim çalışması bir başkanın görev süresinin neredeyse dörtte birini kaps
2012 seçimleri Amerika’nın en pahalı seçimleri olarak tarihe geçti. New York Times’ın rakamlarına göre bütün düzeylerdeki seçimlerde toplam 6 milyar dolar harcandı.1 Obama ve Romney kampanyaları birer milyar dolar bağış toplarken, resmi kampanyalar dışında da bir milyar dolar harcandı. 2008 krizinden beri devletin ekonomi ve maliye politikaları üzerine kavga eden Demokratlar ve Cumhuriyetçilere, Keynes şaşkınlıkla bakıp “çukur kazmayın seçim yapın” derdi herhalde.
SÜPER-SİYASİ EYLEM KOMİTELERİ
Seçim harcamalarındaki bu artışın dolaysız nedeni, Anayasa Mahkemesi’nin 2010’da (beşe dört çoğunlukla) aldığı bir karara dayanıyor. Siyasi tercihler için para harcamayı ifade özgürlüğünün bir parçası olarak kabule eden mahkeme, şirketlerin, sendikaların ve özel kişilerin bir aday lehine veya aleyhine harcayabileceği para sınırını kaldırdı. Bu karar süper-siyasi eylem komitelerinin (Super-PACs) yükselişine tanıklık etti. Süper-siyasi eylem komiteleri doğrudan adaylara bağış yapamıyor ve bağışçılarını Federal Seçim Komisyonu’na bildirmek zorunda. Ancak sınırsız miktarda parayı istedikleri bir aday veya dava için harcayabiliyorlar.
Bu sistem doğal olarak varlıklı kesimlerin siyaset üzerindeki etkilerini arttırıyor. Muhafazakârların bu kesimler arasındaki konumu ise açık: İlk 10 süper-siyasi eylem komitesine bakıldığında muhafazakârlar liberalleri ikiye bir oranında geçiyor. Amerikan siyasal sisteminde servetin giderek artan ağırlığı uzun zamandır tartışılagelmekteydi. Örneğin, mahkeme kararından önce 2009’da Amerikan Siyaset Bilimi Derneği’nin bir dergisinde Northwestern Üniversitesi’nden iki profesör Amerika’nın Aristoteles’in tanımı doğrultusunda oligarşi olarak tanımlanabileceğini öne sürmüşlerdi.2 Obama’nın Amerikan orta sınıflarına desteği hedefleyen her türlü siyasetine karşı çıkan ve varlıklı kesimleri krizin faturasından korumayı öncelik edinen Cumhuriyetçi Parti’nin stratejisi, bir yandan Demokrat Parti’nin sol kanadını diğer yandan Wall Street’i İşgal Et hareketini tetiklemiş, “sınıf savaşı” kavramı yıllar sonra ilk kez kamusal söylemin merkezine oturmuştu. Bu açıdan süper-siyasi eylem komiteleri seçimlerin sonucunu belirlemedi ancak Amerikan toplumsal ve siyasal sistemindeki çok daha sessiz ancak önemli değişimlerin işareti oldu.
AMERİKAN HASTA
Toplumsal sınıflar arasındaki uçurum genişlerken Amerikan liberal demokrasisi zayıflıyor. Bu da ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda Amerika’yı giderek geride bırakıyor. Bu bağlamda Hamburg’un meşhur Der Spiegel dergisi kapağına “Amerikan Hasta: Büyük Bir Ulusun Çöküşü” başlığını atıyor. Amerika’nın siyasi ve ideolojik krizinin eskiyen alt-yapıdan gerileyen eğitim sistemine Amerikan çöküşünün gerçek nedeni olduğu iddia ediliyor. 18. yüzyıldaki kuruluşundan itibaren Amerika Birleşik Devletleri aristokratik Avrupa toplumlarına karşı burjuva toplumunu temsil ediyordu. Oysa günümüz Amerikan toplumuna bakan Der Spiegel şu değerlendirmeyi yapıyor: “Zamanında tam da Avrupa’nın sınıf toplumunu geride bırakmak isteyen Birleşik Devletler’de uzun zamandır toplumsal yükselme ve eğitim olanakları açısından ebeveynlerin durumu Avrupa’dan çok daha fazla belirleyici oluyor.”3
19. YÜZYIL EFSANESİ
Der Spiegel dergisinin tespitleri yerinde olsa da analizin yanıldığı nokta siyasi ve ideolojik krizin altındaki toplumsal dönüşümü görememesidir. 18. yüzyılda kurulan Amerikan demokrasisi kaçta yatıp kaçta kalkacakları, ne zaman dinlenip ne zaman çalışacakları başta olmak üzere yaşamları hakkında temel kararları verme yetkisine sahip toprak sahibi çiftçi, serbest girişimci ve serbest meslek sahibinin oluşturduğu bir sistemdi. Bu üç sınıf da 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişteki mülkiyet yapısındaki değişiklikle, daha doğrusu tekelci kapitalizme geçişle, neredeyse ortadan kalktılar. Bugün Obama’nın kurtarmak için ant içtiği Amerikan orta sınıfı ise daha doğuşundan itibaren, 19. yüzyılın kendileri için çalışan burjuvalarından farklı olarak büyük şirketlerin boyunduruğunda çalışan bir sınıftı. Daha 1951’de meşhur Amerikan toplumbilimcisi C. Wright Mills orta sınıfı Amerikan toplumunun çöküşü olarak değerlendiriyordu: “Tarihleri ne olursa olsun olaysız bir tarihtir; ortak çıkarları ne olursa olsun birliğe götürmemektedir; gelecekleri ne olursa olsun kendi yaptıkları bir gelecek olmayacaktır… Grup olarak kimseyi tehdit etmezler; birey olarak bağımsız bir yaşam tarzı oluşturmazlar.”4 Mills’e göre liberal demokrasinin varsaydığı özgür yurttaş bir sadece 19. yüzyıldan kalan bir efsanedir.
YURTTAŞLIĞIN DEĞERSİZLEŞMESİ
21. yüzyılda Mills’in öngördüğü süreç artık olgunlaşmış durumdadır. Amerikan toplumundaki mülk sahibi sınıflar varlıklarını demokrasiye ve uzun vadeli ekonomik gelişme gereksinimlerine rağmen koruma iradesi göstermekteyken, orta sınıflar yıllar önce Mills’in işaret ettiği gibi kendi kaderlerini çizecek bir siyasi irade gösterememektedirler. 2008 krizinden sonra ortaya çıkan toplumsal hareketler ise siyasi bir harekete dönüşememiş siyasi ve ideolojik krize cevap verecek alternatifler geliştirememiştir. Bu bağlamda Obama’nın gerçekleştirmeyi vaat ettiği şey ise 1950’lerde, 1960’lardaki Amerikan toplumsal düzenidir. Mills’e atıfla söylersek 1950’lerin orta sınıfı tıpkı 19. yüzyılın Amerikan yurttaşları gibi tarihe karışmış bir efsaneye, bir ideale dönüşmüştür.
Önümüzdeki süreçte “sınıf savaşı” kavramının Amerikan siyasetinde daha sık ve daha şiddetli bir şeklide dile geleceğini öngörebiliriz. Amerikan demokrasisine dair kamusal tartışma ise oy dağılımını tahmin etmeye çalışmaktan ziyade bu toplumda yurttaşlığın niteliği üzerine yoğunlaşmalıdır. Ellen Meiksins Wood’un veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “kapitalist toplumsal ilişkilerin gerektirdiği şekilde yurttaşlığın değersizleştirilmesi modern demokrasinin temel bir özelliğidir.”5
DİPNOTLAR
1 http://topics.nytimes.com/top/reference/timestopics/subjects/c/campaign_finance/index.html.
2 Jeffrey A. Wİnters ve Benjamin I. Page, “Oligarchy in the United States?” Perspectives on Politics 7(4), 2009, ss. 731-751.)
3 “Supermacht auf Abruf”, Der Spiegel (45), 5.11.2012, s. 88.
4 C. Wright Mills, White Collar, Oxford, Oxford University Press, 1956, s.ix.
5 Ellen Meiksins Wood, Democracy Against Capitalism: Renewing Historical Materialism, Cambridge, Cambridge University Press, 1995, s.211.