Sürü bağışıklığı kazanmayan işçiye 'ölüm haktır' deniyor
Covid-19 nedeniyle en az 103 işçi yaşamını yitirdi. Covid-19’un giderek bir işçi sınıfı hastalığı haline geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü ‘üretmeye mecburuz’ anlayışıyla çarklar dönmeye devam etti.
Fotoğraf: İşçiler
Deniz İPEK
İş Güvenliği Uzmanı
Fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda asgari ve zorunlu olmayan işlerde koronavirüs salgınına rağmen süren üretim baskısı, alınmayan önlemler işçileri, emekçileri tedirgin ediyor. Hükümet; pandeminin, kapitalizmin krizinin her türlü nimetini uluslararası sermayenin, tekellerin hizmetine sunmaya devam ediyor. Ama vatandaşın karşısına geçince onlardan şikayetediyor, suçu onlara atıp kendini kurtarmaya çalışıyor.
İstanbul İşçi Sağlığı ve Güvenliği (İSİG) Meclisi, 2020 Nisan ayı raporunda koronavirüs nedeniyle yaşamını yitiren işçi ve emekçilerin ölümünü iş cinayeti olarak değerlendirdiklerini belirtti.
İŞÇİLER EVDE KALAMADI
Kovid-19 kaynaklı iş cinayetlerine iki hususa değinildi İSİG Meclisi raporunda:
- Nisan ayında tespit edebildiğimiz Covid-19 nedenli en az 103 işçi yaşamını yitirdi. Daha fazla kaybettiğimiz arkadaşımız olabilir ancak bilgilere ulaşmak çok zor. Yine bu ölümlerle bağlantılı olarak kaybettiğimiz işçi ailelerini de düşündüğümüzde ‘Covid-19’un giderek bir işçi sınıfı hastalığı haline geldiğini’ söyleyebiliriz. Çünkü ‘üretmeye mecburuz’ anlayışıyla çarklar dönmeye devam etti ve işçiler evde kalamadılar.
- Türkiye’de 60 yaş altında Covid-19 kaynaklı birçok işçi ölümü yaşandı. Geçen ayki raporumuzda bu nedenle ölen emekçilerin yaş ortalamasının 51 olduğunu belirtmiştik. Bu durum işçiler içinde kronik rahatsızlıkların çok yaygın olduğunun bir göstergesidir. Şeker, tansiyon, kalp rahatsızlıkları başta olmak üzere insanlarımızda kronik rahatsızlıklar 40’lı yaşlarda başlamaktadır. Emeklilik tartışmasını yaparken bu durum bir kez daha göstermiştir ki emeklilik yaşı ve prim gün sayısı düşürülmelidir.
- Sonuç olarak; Nisan ayında büyük işyerlerinde birden fazla işçinin hastalanması, salgının yayılmasına yol açtığı halde hâlâ işyerlerinde çalışmanın durdurulmaması Türkiye işçi sınıfının sağlığını göz göre göre tehlikeye atmış; ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ söyleminin tersine pandemi sürecinin sınıfsal boyutunu açık olarak ortaya koymuştur.
MESLEK HASTALIĞI DEĞİL GENELGESİ
İSİG Meclisinin değerlendirmeleri böyleyken Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından işyerinde korana virüsüne enfekte olan tüm sigortalıların (çalışanların) hastalık olarak kabul edileceği ve bildirimlerinin iş kazası veya meslek hastalığı olarak bildirim yapılamayacağı genelge ile ilan edilmiştir. Bu genelge ile salgın sürecinde sürü bağışıklığına terk edilen işçiler şimdi de salgının sonuçları ile başbaşa bırakılıyor. İş ve çalışma ilişkilerini düzenleyen kanunlarda pandemisürecindeki işçi işveren ilişkililerini düzenleyen maddeler olmayınca ortaya hükümetin işçilere dönük sürü bağışıklığı stratejisi ve ilgili kurumlarıyla; hastalanarak işsiz kalan, çalışamaz durama gelen veya hayatını kaybeden işçilere tüm faturayı kesiyor, sosyal güvenlik ödemelerinden mahrum bırakmaya çalışıyor. Hükümet pandemi ile ilgili işçi işveren arasındaki borç ilişkisine dair herhangi bir düzenleme olmamasına rağmen bu konularda herhangi bir düzenleme yapmayan hükümet, 7244 sayılı salgının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması kanunuyla; iş ve işsizlik sigortası kanunlarına, işveren lehine ama işçiler aleyhine "ücretsiz izin, kısa çalışma ödeneği" türevi yeni geçici maddeler eklemiştir.
KAĞIT ÜSTÜNDE VAR SAHADA YOK
Şimdi biraz da işyerlerinde neler yaşanıyor, çalışmaya üretime zorlanan işçileri işyerlerinde, fabrikalarda neler yaşanıyor sahalardan gördüklerimizi aktaralım. Önce işyerine ulaşmak ve eve dönmek için kullanılan servislerin birinci risk kaynağını oluşturuyor. Her ne kadar servislerde taşıma kapasitesinin yarısı kadar insan taşınması tavsiye edilse de bu durum işverene maliyeti artıran unsur olarak görüldüğü için gevşemiştir neredeyse eski haline gelmiştir. Servisler aynı zamanda birden fazla işyerine servis çektiği için aynı aracın aynı koltuğuna yarım saat arayla başka bir fabrikadan işçi binmektedir.
Fabrikaya girişler ise ikinci risk faktörü. Burada işyerine girişte bulaşı artıran birinci risk işçilerin işyerine girişte hem parmak basmak veya kart basmak için hem de ateş ölçtürmek için yığılması yani fiziksel mesafenin korunamaması. Bulaş riskinin işyerine girişte arttığı bir diğer riskte özel güvenlik personellerinde. Girişte emniyet genel müdürlüğü genelgesi ile de yapmasında mahsur görülmeyen özel güvenlik işçilerinin ateş ölçme işlemi. Görev tanımlarında olmamasına rağmen sağlıkla ilgili bir meslek tanımına giren ateş ölçmeye iç işleri bakanlığı genelgesi ile zorlanan özel güvenlik işçileri de yaptığı işten kaynaklı meslek hastalığı riski ile karşı karşıyadır. Birçok fabrikada görülen de işe giriş-çıkışta elektronik sistemle parmak basmayla alınan yoklamaların pandemiye rağmen devam ettiği görülmektedir.
Objektif ve sübjektif iyi niyet kurallarına da bakmaksızın maske konusuna hiç girmeyelim; almakta mahir olan bir hükümet sürü bağışıklığına ittiği işçi sınıfına maske vermemiştir.
Yapılan işlerin niteliği gereği işyerlerinin birçoğunda sosyal(yemekhane, soyunma odası, çay ve sigara, mola alanları vb) ve sıhhi tesislerde (tuvalet, duş, izolasyon odaları) ve hatta revirlerde bile fiziksel mesafeye korumanın mümkün olmadığı sahadaki gözlemlerimizden görünmektedir. İşyerlerinde enfeksiyon hastalıklarına karşı rehberlik ve danışmanlık yapan iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerinin(işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı) bile hayatını kaybettiği bir işyeri çalışma ortamında temas ne kadar engellenebilir.
İşçiler içinde kronik rahatsızlıkların çok yaygın olduğu bilinen bir gerçekken kronik işçilerin çalıştırılamayacağı bir önlem değil aksine kayıt dışı çalıştırmayı yaygınlaştıran ve ölümüne çalışmayı teşvik etmiştir. Kronik rahatsızlığı olan işçiler cep telefonlarını evde bırakarak işyerinde kayıt dışı çalışmaya devam ettiği bilinmektedir. 20 yaş altına uygulanan sokağa çıkma yasağı da işçiler hariç derken işçiler ve aileleri de kendi aralarında yine salgının adını “işçi hastalığı” diye tarif etmeye başladılar.
FİLYASYONDA İŞYERİ YOK
Bir de enfekte olan işçilerin çalıştığı işyerlerinde duruma bakalım. İşyerlerinde çalışmaya devam eden işçide pozitif vaka tespit edildiğinde sağlık bakanlığının filyasyon ekiplerinin işyerlerine koşup tüm çalışma ortamına, işin yapılış tekniği ile işyerindeki sıhhi ve sosyal tesisleri denetliyor demek isterdim. Fakat filyasyon ekiplerinin sanki işçinin testinin pozitif olmasının işyeri ile hiç illiyet bağı yokmuş gibi davranıyor. İşçiye telefon eden filyasyon ekipleri maskesiz15 dakikadan fazla aynı kapalı ortamda bulunduğunuz kimse var mı diye soruyorlar o kadar. Karantina uygulaması işyerlerine uğramıyor diyebiliriz.
SAĞLIK ÇALIŞANLARI ÇABASI RANTA KURBAN
Hükümet Sağlık Bakanı Koca’nın öncülüğünde Türkiye’deki hekimlerin, sağlık emekçilerinin çabasını ranta çevirmeye uğraşıyor. Türkiye hasta bakımında, tedavi sürecinde, yoğun bakımı sürecinde sağlık emekçileriyle ciddi bir çaba sarf etti ve bir sonuç aldı. Bunu salgına karşı mücadelede başarı olarak pazarlıyor hükümet. Sağlık çalışanları gelirsek; Covid-19 şüpheli ya da tanılı hasta ile temaslarında, hastadan kendilerinin solunum yollarına, göz mukozasına ya da açık yaralarına olan öksürük, hapşırık ve diğer vücut sıvılarının sıçraması ya da bulaşması veya bunlarla kontamine olmuş kesici delici malzemelerle yaralanma olaylarının tamamı iş kazası veya meslek hastalığı olarak değerlendirilmeli ve kayıt altına alınmalıdır.
ÇALIŞMAYA ZORLAYANLAR ‘BAŞKASINI BİLEREK TEHLİKEYE ATMA SUÇUNDAN’ YARGILANMALI
Peki saha böyleyken, hukuk ne diyor? Türkiyeli okuyucuların “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” kitabıyla tanıdığı Fransız Sosyolog Prof. Dr. AnnieThébaud-Mony’ekulak verelim. Thébaud-Mony’e göre Fransa ve Türkiye arasında “Çalışma ilişkilerinin parçalanması, güvencesizlik, taşeron çalıştırma, emekçilerin çalışma koşulları içerisinde gücünün kaybolması” gibi noktalarda çok ciddi bir benzerlik var der. Bu noktaları iş cinayetleri ve meslek hastalıklarının yeşerdiği zemin olarak tanımlayan Mony, “Mücadele işyerinde başlar. İşyeri üzerinden talep ve somut tespitlerle üstlere aktarma ve işçi sağlığı iş güvenliğini örgütlenme işi olarak görmek gerekiyor” diyor kitabında.
Pandemi sürecine Mony’ninkitabından bakalım. Kitabının 91 sayfasında yer alan çeşitli bilgilere ve mahkeme belgelerine dayanan İtalya örneği ile karşılaşıyoruz. Sicilya Siracusa’da bulunan İsviçre merkezli Eternit fabrikasının yüzlerce çalışanın ölmesinden ya da yaralanmasından sorumlu olanlara karşı açılan “sonu gelmeyen dava” amanyant davaları ile karşılaşıyoruz. Pandemi süreciyle örtüştüğü nokta ise şu: “Çalışma hayatında başkasını bilerek tehlikeye atma suçu.” Bu suç pandemi döneminde zorunlu olmayan işkollarında işçilerin çalışmaya zorlanması açısından yeniden okunmalı. Mony'in ortaya koyduğu belgelere göre "işçilerin zorunlu olmayan işkollarında çalışmaya zorlanması" suç; bu zorlamadan doğacak olumsuz sonuçlar kesinlikle iş kazası niteliği taşımaktadır. İşte bu yüzden bu suçu işleyen kamu görevlileri "başka bir insanı tehlikeye atmak suçundan" yasalar önünde hesap vermelidir.
ÇÖZÜM MÜCADELEDE
Çözümün, işçilerin kendi mücadelesinde olduğunu belirtmeliyiz. İşçilerin bilgisini, işçi sağlığı, iş güvenliği alanının uzmanlık bilgisiyle yarıştırılmadan, İSİG kurullarındaki gibi hiyerarşi kurulmadan, sahanın, işyerlerinin kendi bilgisiyle, işyerlerinin bilimsel bilgisinin buluşması gerekir.