Yanlış cevapları yanlış yerlerde aramak
Komplo teorilerini bugün olduğu gibi küresel boyutları olan koşullarda sığınılacak bir liman işlevi görüyor.
pixabay
Metin Berk SÜER
İTÜ
Salgının ilk günlerinden bugüne kadar geçen sürede komplo teorileri ve bu teorilerin dayandıkları noktaları kendi açılarından detaylı şekilde açıklayarak bizlere kabul ettirmeye çalışan birçok kişi ve organizasyonla karşı karşıya kaldık. Bu grubun temel iddiası genel olarak hep şu durumun üzerinden şekillendi: “bu virüs doğal yollarla oluşmadı, bu virüsü laboratuvarda oluşturanlar bir üst akıl vardı ve şu an dünyayı bu virüsle karşı karşıya bıraktı.” Yani her şey planlıydı aslında, bu süreçle birlikte dünyada her şey değişecek ve üst akıl bu sürecin sonundan istediğini alarak çıkacak. “Peki kimdir bu üst akıl, ne yapar, ne eder?” diye sorduğumuzda ise üst aklın tüm devletlerin, bireylerin üstünde bir organizasyon olduğu, dünyayı asıl yöneten gücün bu üst akıl olduğuna dair yapılan tespitlerle karşılaşıyoruz.
İnsanlık tarihinde komplo teorileri her zaman heyecan uyandırmıştır aslında. Gerek edebiyat gerekse sinema tarihinde bu şekilde karşılaşabileceğimiz birçok örnek bulunmaktadır. İnsanların komplo teorileri içerisindeki gizemi bir kahraman vasıtasıyla çözdüğü, nihai bir sonuca ulaştığı örneklerden görebildiğimiz kadarıyla bu duygu insanları içerisine alan ve oldukça rağbet gören yapımların kaynağı olabiliyor. Fakat kurgu dünyası haricinde gündelik hayatta da merkezimize komplo teorilerini ve onların kimler tarafından organize edildiğini aldığımız zamanlarda bir filmin veya kitabın sonu gibi gizemin çözüldüğü ve herkesin rahatladığı değil aksine her gün ortaya atılan yeni iddialarla içinden çıkılmaz hale gelen komplo teorilerine rastlıyoruz. Örneğin her şeye gücü yeten üst aklı gündelik yaşadığımız her olayın ve ilişkinin merkezine koyduğumuzda artık insanlık tarihinden bugüne kadar geçen sürede gelişen ve bugünkü toplumsal koşulları var eden süreçleri tamamen unutabiliyoruz. Çünkü zaten her şeye gücü yeten, istediği zaman istediğini yapan bir üst akıldan bahsedersek eğer zaten onun gücünün yetmeyeceği hiçbir değişiklik olmadığını da kabul ediyoruz. Dünya üzerinde yaşanan terör olaylarını da, büyük devrimleri de, şirketlerin batıp yeni şirketlerin kurulmasını da bu gibi olaylarla ilişkilendirdiğimizde tüm insanlığın karşısına geçip izleyeceği ve asla müdahil olmayacağı süreçler çıkıyor ortaya.
SIĞINILACAK LİMAN
Bu tartışma o kadar uzun boylu ki baktığımızda “piramitler uzaylılar olmasa yapılamazdı”, “aslında Ay’a gidilmedi”, “ABD’de bulunan 51. Bölge’de aslında ufolar var” gibi neredeyse her bilgiyi üst akıl ve dış müdahale sosuyla gerçek yaşanmışlıkların dışına çıkartabilen bir sürece denk düştüğünü görüyoruz. Bir süre sonra ise bu toplumu var eden ilişkilerin ve dünyadaki genel politik atmosferin dışına çıkan tartışmayla birlikte neredeyse her şey sadece üst aklın iddiaları ile açıklanabilir hale gelmeye başlıyor. Bu durum aslında toplum açısından sorunlu noktalara denk düşüyor. İlk olarak olayların gerçek manada bağlı olduğu sınıfsal ve toplumsal ilişkilerin sonucunda oluştuğu gerçeği yerine bireyler veya üst aklın yönlendirmesi olmasaydı olamazdı görüşünün toplum içerisinde yerleşmesi durumu oldukça benimsenmeye açık hale geliyor. Bu görüş toplum içerisinde yaşanan salgınlar, krizler ve politik açıdan yaşanan aksaklıkların nihai bir çözüme kavuşturulması için biz ne yaparsak yapalım, üst akıl öyle istemezse değişmeyeceği gibi bir noktaya doğru da giden bir durum. Böyle bir konjonktürden baktığımızda ise komplo teorilerini hayatının merkezine alan ve takip edenlerin sayısının da insanlığın yaşadığı salgın gibi küresel boyutlu durumlarda daha da arttığını ve sığınılacak bir liman olarak komplo teorilerinin görüldüğünü söyleyebiliriz.
MASADA DURAN GERÇEK
Komplo teorilerinin nereden beslendiğini görmek için bazı perdeleri aralamak ve olayları var eden süreçlerin neler olduklarına bakmamız ise zaruridir. Bugün bizi komplolara ve üst akla iten nedenler açısından gerek salgına, gerek krizlere baktığımızda bunların kurgu olma, laboratuvarda üretilme gibi nedenlerinden çok içerisinde bulunduğumuz koşulların aslında bu gibi krizlerin oluşmasını neredeyse garanti altına alan ve baş edemeyen koşulları kendi içerisinde ürettiğini görmemiz gerekir. Dünyada bundan önce de birçok salgın hastalık süreci yaşandı, belki yaşanmaya da devam edecek. Peki bu süreçler yaşanırken neden her seferinde bizler bu ve bu gibi salgınlara hazırlıklı olamayan gelişmiş bir sağlık sistemi içerisinde değil de, aşıyı üretecek şirketin kim olacağını beklerken buluyoruz kendimizi. Bugün dünyada tüm sağlık sistemini satın alan ve dönüştüren kişiler ve kurumlar değil aksine bu dönüşümü kendisi için bir noktada zaruri kılan neoliberal politikalar olmuştur. Bu politikalar aslında bizlere kamu olarak her şeyden elimizi eteğimizi çekip bir köşede verilecek hizmetleri beklememizi söylüyorlar, özelleştirmeleri onaylıyorlar. Eğer kamu kaynaklarıyla oluşturulmuş, kendi kendine yetebilen ve gerektiği anda halk sağlığını koruyabilecek iradi kararları halkla birlikte alabilen bir sağlık sistemine ve bunu destekleyen üretim ilişkilerine sahip olduğumuz bir sistem içerisinde yaşasaydık, bugün salgınla mücadele konusunda çok daha işlevsel adımları rahatlıkla atabilirdik. Atamamızın nedeni komplolar, üst aklın oyunları değil zaten içerisinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerin buna açık kapı bırakan bir yapıda olmasıdır. Eğer bu şekliyle açık kapı bırakan bir sistem hayatını sürdürmeye ve hayatlarımızı biçimlendirmeye devam ederse de dünya genelinde de ülkemizde de salgınlarla, krizlerle mücadele açısından her zaman suiistimale açık, üretim ilişkilerinden kopuk bir sanal gerçeklik içerisinde cevap arayacağımız süreçler yaşanacaktır. Bu süreçleri değiştirmek ise komplo teorisyenlerinin ve üst aklın değil aksine bu toplumu var eden bizlerin elinde olduğu gerçeği ise her zaman önümüzde durması gereken asıl gerçektir.