13 Mayıs 2020 03:00

Ekonomiye kötü demek yasak

Türkiye’nin izlediği büyüme modellerine bakıldığında özellikle 2003’ten bu yana uygulanan ekonomi politikalarının Türkiye’yi dış bağımlılığa tutsak ettiğini görmek mümkün.

pngtree

Paylaş

Ekin BAL

ODTÜ

Bankacılık Kanunu’na geçtiğimiz şubat ayında eklenen “Finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler” ile ilgili maddenin ardından geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de konuyla ilgili bir yönetmelik yayınlandı. Yönetmelik BDDK'ya manipülasyon ve yanıltıcı işlem ve söylemleri belirlemede geniş yetkiler tanımlıyor. Düzenleme döviz kuru fiyatı üzerinde belirtilen görüşlere ilişkin de kapsamlı maddeler içeriyor. Düzenlemeye aykırı davranışlarda bulunanlara bir önceki yıl sonu finansal tablolarında yer alan faiz, kâr payı gelirleri, alınan ücret ve komisyonlar ile bankacılık hizmet gelirleri toplamının yüzde beşine kadar para cezası uygulanacak. Düzenlemeye bir göz atalım:

“Arz talep dengesinin normal şartlarda gerçekleşmediği dönemlerde, finansal piyasaların dalgalanmasından ya da sığlığından faydalanmak suretiyle, finansal piyasaların düzensizliğini artıracak ya da istikrarını olumsuz etkileyecek şekilde, bir finansal aracın fiyatına veya faiz, döviz kuru, CDS* gibi referans değerlere etkide bulunacak işlemlere dahil olmak, aracılık etmek, bu tür işlemler için emir vermek veya benzeri faaliyetlerde bulunmak. Aldatıcı bir mekanizma veya kurgu yoluyla döviz kuru ve faiz dahil bir finansal aracın fiyatını etkileyen veya etkileyebilecek işlemlere dahil olmak, aracılık etmek, bu tür işlemler için emir vermek veya benzeri faaliyetlerde bulunmak.”

TÜRKİYE’NİN EKONOMİSİ NE DURUMDA?

Burada arz talep dengesinin “normal” şartlarda gerçekleşmediği dönemler denilen kısımla, içerisinde bulunduğumuz salgını özdeşleştirecek olursak bu dönemde özellikle Türkiye gibi bağımlı kapitalist ülkelerin ekonomisinin oldukça kırılgınlaştığını söylemeliyiz. Aslında bu Türkiye tarihi boyunca yabancı olunan bir şey değildir. Özellikle son yıllarda ise dış politikadaki gelişmeler ve bunun ekonomiye yansımasıyla birlikte karşımıza çıkan bu durum; mevcut tek adam yönetiminin çok yönlü bağımlılığını aynı anda birkaç sandalyede birden oturarak kendi gerici çıkarlarını gerçekleştirmeyi “milli ve yerli” politika olarak pazarlamasıyla birlikte derinleşiyor. Ancak bu kırılgınlaşmanın nedeni hükümet sözcülerinin dediği gibi “dış mikrahlar ve faiz lobisi” gibi komplo teorileri değil, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bağımlılık ilişkileridir. Türkiye’nin emperyalist-kapitalist sistem içerisinde bulunduğu pozisyon gereği “spekülasyonlar”dan etkilenmesi oldukça doğaldır.

Türkiye’nin izlediği büyüme modellerine bakıldığında özellikle 2003’ten bu yana uygulanan ekonomi politikalarının Türkiye’yi dış bağımlılığa tutsak ettiğini görmek mümkün. Siyasi iktidar bol sermaye girişi ile birlikte “yalancı” bir büyüme yarattı ancak sonraki yıllarda uluslararası sermaye hareketlerinin hafiflemesi ve daralmasıyla bugün ekonomi dış tıkanma kısıtı ile karşı karşıya kaldı. Yani içerisinde bulunduğumuz sistem uluslararası tekellerin karları doğrultusunda dönerken ülkemizdeki mevcut iktidar da bunun iş birliğini yaparak Türkiye’yi daha da bağımlı hale getirdi. Kimi iktisatçılar bunu ekonomide “dışa açılma” olarak yorumlasa da bu durum ülkenin mevcut tüm kaynaklarını emperyalist tekellere peşkeş çekmekten başka bir şey değildir.

EKONOMİYİ ELEŞTİRMEK MANİPÜLASYON MU?

Düzenlemedeki diğer bir madde ise;

“Bir finansal aracın arzına, talebine veya döviz kuru ve faiz dahil fiyatına ilişkin yanlış veya yanıltıcı izlenim uyandıran ya da uyandırabilecek olan ya da bu fiyatın anormal veya yapay düzeyde tutulmasını sağlayan ya da sağlayabilecek olan yanlış veya yanıltıcı bilgi veya söylentileri, internet dahil herhangi bir kitle iletişim aracı yoluyla ya da başka bir yolla yaymak. Finansal sisteme olan güveni zedeleyerek sistemik riske neden olabilecek şekilde bilgi ve söylentiler yaymak.”

Bu maddede ise açıktan söylenmese bile ekonomiyi eleştirmek piyasaları ve finansal araçların fiyatlarını etkileyebilecek bir manipülasyon olarak görülüyor. Peki ekonomimiz ne durumda:

- Türkiye İstatistik Kurumu Nisan ayı enflasyon verilerini açıkladı. Enflasyon Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 0,85; bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 3,16; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,94 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,66 artış gerçekleşti. 270 tüketim maddesinin fiyatları arttı.

-Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezinin (BİSAM) yayımladığı araştırma sonuçlarına göre, açlık sınırı 2 bin 407 lira, yoksulluk sınırı ise 8 bin 327 lira oldu. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken gıda harcaması 2 bin 407 lira oldu. 2003 yılının ocak ayında 4 kişilik bir aile, günlük minimum 14.6 liraya sağlıklı beslenebilirken bugün ancak 80 liraya sağlıklı beslenebiliyor.

-Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) toplam rezervleri geçen hafta 204 milyon dolar azalarak 86 Milyar 243 Milyon dolara geriledi. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri ise bir haftada 1.2 milyar dolar azaldı.

-Dolar tarihi rekorlar kırmaya devam ediyor. 7.26 seviyesini gören dolar 2018 yılı ağustos ayında 7.24 seviyesine kadar çıkmıştı.

Ekonominin hali ortadayken BDDK’ya tanınan bu yetkilere göre bunu eleştirmenin “manipülasyon” sayılması kabul edilemez. Ekonomideki bu kırılganlığın doğrudan sebebi içerisinde bulunduğumuz sistem ve bu sistemde Türkiye’nin nereye tekabül ettiğidir. Ülkenin içerisinde bulunduğu bağımlılık ilişkilerini eleştirmek en doğal haktır.

* CDS, bir borç enstrümanının ‘batık’ ihtimalini ‘prim’ görevi gören ödemeler karşılığında ‘sigortalayan’ ve mali piyasalarda el değiştirten bir sigorta poliçesidir.

 

ÖNCEKİ HABER

Sınavların yaratacağı ikinci dalga

SONRAKİ HABER

Hrant Dink davası 7 Temmuz'a ertelendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa