Kabahat değil suç!
"İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz."
Fotoğraf: Public Domain
Sıla YILMAZ
Ankara
"İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz."
Anatole France
Özellikle son yıllarda hayvana karşı yapılan şiddetin arttığını görüyoruz. Üstelik hayvanları katledenler sadece “kabahatli” sayılıyor. 2004 yılında TBMM’nin kabul ettiği 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun Kabahatler Kanunu kapsamında olması ve hayvana karşı yapılan şiddetin genelde para cezası ile sonlandırılması ise caydırıcılığı olmayan bir ceza(cık)dır. Hayvanlar can değil mal olarak görülüyor. Herhangi bir kamu eşyasına zarar veren bir insanla hayvana zarar veren bir insan aynı cezaya tabi tutuluyor: İdari para cezası. Ayrıca devletin bu cezayı taksite bölmek gibi bir güzelliği de oluyor. Yani devlet, öldürülen bu hayvanların kanından para kazanıyor.
Geçen hafta Antalya’da yaşayan vicdan yoksunu biri kara büyü olduğuna inandığı 11 kaplumbağayı taşla vurarak öldürdü. 5 kaplumbağa ise yaralıydı. Bu insanlık dışı, canice yapılan eylemin, diğer şiddetlerin de önünü kesen caydırıcı bir ceza beklerken sadece sokağa çıkma kısıtlanmasını ihlal ettiği için idari para cezası kesildi. Yine aynı hafta Ankara’nın Haymana ilçesinde bir sıpayı köpeklere parçalatan kişi 5199 sayılı kanunda “eşeğin yavrusu, sahibinin mal varlığına girdiğinden” ve eşeğin sahibinin de şikayetçi olmadığı gerekçe gösterilerek serbest bırakıldı. Tıpkı Rize’de dereye atılan yavru köpeğin, İstanbul’da yere vurularak öldürülen 3 aylık köpeğin, Ankara Gölbaşı’nda boş araziye bırakılan çuvallara koyulmuş 20 ölü köpeğin, Ankara’nın Sincan ilçesinde zehirli tavuk eti verilerek katledilen 6 köpek ve 14 güvercinin ve Bursa’nın İznik ilçesinde öldürülüp ceviz ağacına asılan sincapların da katillerinin aramızda olması gibi. Vicdanları sızlatan yanıysa şu ki bu listenin sonu gelmiyor. Vicdan sahibi herkesin akıllarındaysa tek soru var: Bir insan hiçbir sebep yokken çaresiz ve savunmasız olan hayvanlara neden şiddet uygular? Uzmanlar bu şiddetin gelişmişlik seviyesinin artışıyla ters orantılı olduğunu düşünüyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan şiddet eğiliminin doğadan uzaklaşmayla arttığını söyleyerek; “Endüstri devrimiyle birlikte insan doğaya hakim oldu ve ‘biz üstün varlığız’ diyerek çevreyle birlikte hayvanları da yok eden bir zihniyet ortaya çıktı. Bununla birlikte insan, yeşil karşıtı bir hareket geliştirilerek kendinde bitkiyi kesme, doğayı yok etme hakkı gördü. Bu durumdan dolayı ortaya çıkan modern kibir ve özgüven sonucunda insan, doğayı ve hayvanları yok etme başladı” diyor. Adli tıp uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy ise; “Bugün hayvana bunu yapan, yarın fırsatını bulduğunda insana da yapıyor” diyor. Buna rağmen hayvanları öldüren katillerin aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıyor olması ise güvenli bir ortamın olma ihtimalini zedelemektedir.
CAYDIRICI CEZALAR YOK
Türkiye’de hayvana yapılan şiddet TCK kapsamında olmadığı için caydırıcı cezalar, hatta ceza yok desek yeridir. Peki diğer ülkeler bu şiddetin önüne geçebiliyor mu? Avrupa Birliği’nin 2007’de imzaladığı Lizbon Antlaşması’nın 13.maddesinde yer alan: “Hissedebilen varlıklar olan hayvanların refahıyla ilgili gerekleri azamî ölçüde dikkate alırlar” maddesi ile birlikte mal statüsünde olan hayvanlar hassas varlıklar olarak kabul edildi. Avrupa ülkelerinde hayvana şiddet suç olarak tanımlanıyor ve neredeyse caydırıcı cezai yaptırımlar, yüksek meblağlarda para cezası ve 2-3 yıla kadar hapis cezası uygulanıyor. Fransa 2015 tarihli yasayla hayvanların sağlık, beslenme ve yaşam koşullarıyla ilgili düzenlemeler getirdi. Hayvana yönelik şiddetin cezası arttırılarak 6 aylık hapis cezası 2 yıla, para cezası ise iki katına çıkarıldı. Hollanda’da sayıları 250-300’ü bulan, sadece hayvanları korumaya odaklanan hayvan polisleri var. Türkiye’de ocak ayında hazırlanan içinde hayvan polisinin de olduğu, hayvan haklarını korumaya ilişkin yasa teklifinin Meclis Başkanlığı’na sunulması bekleniyordu. Ama yasa teklifi açıklandıktan sonra hiçbir eylem gerçekleştirilmedi.
HAYVANLARIN YAŞAM HAKKI İÇİN DE BİR İHTİYAÇ
SSCB’de 1924 yılında Lenin tarafından Doğayı Koruma Komisyonu kuruldu. Doğayı korumak, hayvanlara karşı merhametli olmak her Sovyet vatandaşının görevliydi. 1960’da çıkan kanunla birlikte hayvanlara karşı acımasızlık yapan çocuk dahi olsa kayıt altına alındı. Medya kullanılarak doğanın ve hayvanların korunmasına teşvik edildi. 1977’de çıkan ayrı bir hükümle de hayvanlar üzerinde anestezi olmaksızın gaddarca deneyler yasaklandı. Ben bu yüzden sosyalizmin hayvanlar için de yakıcı bir ihtiyaç olduğunu savunuyorum.
Kapitalist üretim, insan ile doğa arasındaki yabancılaşma ve çatışmayı had safhaya çıkardı. Doğanın talanı, hayvan haklarının ihlali kapitalizmle çok farklı boyuta ulaştı. Bir kedinin bile doğada yeri ve etkisi var. Ama bugün baktığımızda kısa sürede büyük karlar elde etmek için tavuk ve inek gibi hayvanlar hijyenik olmayan kapalı ortamlarda yetiştiriliyor. Hayvanlar için hapishane olan hayvanat bahçesinde hayvanlar sırf kapitalizmin doyumsuzluğu yüzünden yaşam alanlarından alıkoyuluyor. Güzel olan her şeye karşı olan kapitalizm, sistemin acısını hayvanlardan çıkaran bir kesim ortaya koydu. Kapitalizmin yarattığı betonlaşmayla hayvanlar ya yaşam alanlarından ayrıldı ya da betonlaşmaya ayak uydurmak zorunda kaldı. Bizim üstümüze düşen dostlarımızın bu adaptasyon sürecinde onların yanında olmaktır. Sokakta gezen hiçbir hayvan insan gördüğü zaman ürkmemeli.
Tabi hayvanların geleceği için her şeyden önce hayvanlara kötü muamelenin TCK kapsamında yargılanmasını ve ertelemesiz hapis cezasıyla cezalandırılmasını istiyorum. Kişi bir hayvana işkence ederse 773 lira, öldürürse 1665 lira para cezası alır diyen kanunu kabul etmiyoruz. Ayrıca ciddi bir hak ihlali olan avcılığın yasaklanmasını, ülkeler arası hayvan ticareti yüzünden çok kötü koşullarda resmen işkenceye maruz kalan hayvanların son bulmasını, pet shoplarda hayvan ticaretinin yasaklanmasını istiyoruz. Onların sahibi değiliz, onlar da mal değil! Bahsettiğim taleplerin hepsi uygulanabilecek şeylerdir. Onların sesi de biziz, kuramadıkları cümleleri de. Vicdanını kendine rehber eden insanlarla birlikte; hayvanların dili olup, haklarını arayacağız. İnsanlık olarak onlara bir adalet borçluyuz.
Yazıma Derrida’nın 1997’de "Otobiyografik Hayvan" başlıklı bir konferansta yaptığı konuşmasından bir parçayla sonlandırmak istiyorum: “İnsanın yoldaşı, komşusu ya da kardeşi olarak görmediği bütün canlılar, tıpkı el değmemiş bir ormana, bir hayvanat bahçesine, bir avlanma ya da balık tutma sahasına, bir otlağa ya da mezhabaya, bir evcilleştirme alanına kapatılır gibi, bu torba kavramın hayvan diye uçsuz bucaksız bir kampın, bu genel cins ismin sınırları içine sokulur. Üstelik kertenkeleyi köpekten, tekhücreliyi yunustan, köpekbalığını kuzudan, papağanı şempanzeden, deveyi kartaldan, sincabı kaplandan, fili kediden, karıncayı ipekböceğinden ayıran o sonsuz mesafeye rağmen...”
Kaynaklar:
https://www.labmedya.com/hayvan-olduren-insan-oldurur
https://www.nevzattarhan.com/hayvana-siddetin-psikolojisi.html