15 Mayıs Kürt Dil Bayramı-Hawar(*) ve gerçekliğimiz
Yazar İsmail Dindar yazdı: "Gerçek de dil ile dile geldiğinden, dil olmayınca gerçekliğimiz de yok olacaktır, yoktur. Yok olmamak için dil gerçeği ile yüzleşmemiz gerekir"

Fotoğraf: MA
İLGİLİ HABERLER

Kürt Dil Bayramı'nda, İranlı ilk Kürt şairlerden Baba Tahirê Uryan damgası

Kürt Dil Bayramı | Dilci Necmiye Alpay: Herkesin anadilini öğrenme hakkı olmalı
İsmail DİNDAR
Yazar
Dilinde üretilmiş ve üretilecek şiir, öykü, masal, fıkra vb. edebiyat ürünlerini periyodik bir yayın aracında okurlara ulaştırmak amacıyla çıkarılan bir “dergi” bir dil, ötesi bir ulus için ne anlama gelir, nicel ve nitel açıdan bir dergi bir ulusun dünyasında; geçmiş, bugün ve gelecek kapsamıyla neyi ifade eder, edebilir ki?
Tabii ki bir dergi veya yayın sürecinde somutlaşan emeğin küçünmesi amacı gütmüyor bu sorgu. Baharın coşkulu doğasında açan bir çiçeğin, bir gülün, bahar ve doğası kapsamında kapladığı nicel ve niteliğinden öte, bir gram fazla değildir herhalde. Nedir öyleyse, bir derginin yayın hayatına başlaması -üstelik sürgünde, yaban eller denilen diyarlarda, kendi toprağı, dili, kültürü, insanı atmosferinden uzaklarda- neden bir bayram, bir sevinç, öğünç ve mutluluk kaynağı olabilmekte?
Özelde Hawar dergisi ve Kürt Dil Bayramı’na, genel anlamıyla Kürt’e ve dili Kürtçeye, günümüz penceresinden sağlıklı bir yaklaşım gösterebilmek için, 1930’lu yılları, o yıllara gelene dek yaşanan süreci ve tabii ki büyük önem arz eden günümüz gerçekliğini Kürt ve Kürtçe çerçevesinde irdelemek gerekir.
Nedir Hawar dergisi’nin, Suriye’nin başkenti Şam’da yayın hayatına başladığı 1932’deki Kürtlerin ve dilleri Kürtçenin durumu, Hawar(*) çığlıkları atarak, binbir emekle dergiyi dili ve okuru ile buluşturan Mir Celadet Bedirxan’ı sürgünde bir dergi çıkarmaya iten o günün ve öncesinin fotoğrafı nasıl bir görüntü vermekte?
Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında başlayan süreçte girdiği ittifakların son kertede aldatılmışlık ve dışlanmışlıkla sonuçlanmış ve şekillenmiş olması gereği, ülkesi dört ayrı parçaya bölünüp parçalanmış ve hiçbir parçada yaşamın örgütlenmesi ve örülmesi babında en ufak bir ulusal hakkı tanınmayan Kürt’ün hawarıdır aslında. Bedirxan ve yoldaşı bir grup sürgündeki aydın, yazar ve şahsiyet; adeta bugünleri ta o günden görmüş ve çığlığı basmışlar, hawar hawar diyerek Hawar dergisini çıkarmışlar.
1932 yılında başlayıp 1943 yılında sona eren 11 yıl süresince 57 sayı ile ulaşabilmişler her bir parçası ayrı bir kolonyal pençenin altında inleyen, ülke topraklarına. Bisikletle, gece karanlığında dikenli telleri yırtarak bir parçadan diğerine geçip hawar çığlıklarını birbirlerine ulaştırmış Kürtler.
Dünyanın başka bir coğrafyasında, bu denli acayip ve bu denli zalimane bir yaşanmışlık var mıdır ki? Bir kuşun ötüşü, bir kuzunun melemesi kadar doğal olan bir dilin yıllar boyunca, akıl almaz yöntemlerle, faşizan baskı, işkence ve tehditlerle yasaklanması, unutturulmaya çalışılması, kültürel varlıklarının talan edilmesi, yaşaması ve gelişmesi amansız engellerle engellenen başka bir dil var mı ki insanoğlu/kızının konuştuğu?
Yönetimde pay istemek, üretimden hak istemek, varlığı, zenginliği, artı değeri paylaşmak istemek, sonuçta bir siyasi irade, talep, ideolojik bir tavırdır, bunun mücadelesi içinde olma durumuna “siyaset/politika” derler, ya bir insanın doğduktan sonra annesinden öğrendiği dili konuşmasının siyasi/ideolojik boyutu ve örneği dünyanın başka yerlerinde, başka zorbalarca da keşfedilip cezalandırılmış mıdır acep?
İşte böyle bir şeydir yüzyıldır Kürt’ün boynuna, pardon diline dolanan ve her gün bir düğüm daha üreten ipler. Ulusal yapısını çökertmek, ulusal değerlerini yok etmek için dile vurulan pranga ile dilin ortadan kaldırılması için ulusal bilincin köreltilmesi ve yok edilmesi programlı, metodlu bir şekilde asimile edilmesi olguları, iç içe ve aynı amaç içerisinde olagelmiştir.
Ve bütün bunların başında dil geldiğinden ya da tersine dil ile sonuç alınabileceğinden dil ile son noktayı koyma derdinde olmuştur hep egemen faşist zihniyet. Ve 1980 yıllarının inkarcı, baskıcı kavşağına gelindiğinde elinde bir tek dili kalmış Kürt’ün, iradesini yeniden çevikleştirebilecek. Ve o dille “Berxwedan Jiyan e.” diyebilmiştir. Annelerin, medreselerin hafızalarında, dengbêjlerin awazlarında bu yıllara dek direniş göstermiş, ayakta durmayı başarabilen Kürt dili, 1980 sonrasında, özellikle de T.Özal hükümetleri sürecinde, kırsal alanlarda yaygınlaştırılan köylerin elektriğe kavuşturulması, okulsuz köy bırakmama çabaları, öncesinden daha da geliştirilen yatılı bölge okulları ile asimilasyon sürecini aslında günümüzde tamamlamıştır.
Günümüzde Kürtçenin çeşitli kurumlar aracılığıyla öğretilmeye çalışılması, bir çok Kürt aydın-yazarın ısrarla Kürtçe yazıp edebiyat ürünleri üretmesi, bu süreci her yönüyle sahiplenmesi, anlamlı, onurlu, zorunlu olmakla beraber özünde bir direniştir, tam yüzyıldır süren acılı ve acılı olduğu kadar da onurlu bir direniş.
Ancak unutulmamalıdır ki dil genç kuşaklar aracılığıyla yaşar ve sonraki kuşaklara aktarılır, eğitimle gelişir, edebiyat, sanat ve kültür ile çiçek açıp güzelleşir. Çünkü her türlü üretim süreci; ekonomik, tarımsal, ticari faaliyet, sanat, kültür alanları dilin yaşam bulduğu, gelişip serpildiği, üretimini sürdürdüğü alanlardır. Dilin bu alan ve süreçlerden uzak tutularak, yaşaması, gelişmesi dahası ve en tehlikelisi asimilasyon yani yok olma cenderesinden kurtulması mümkün değildir.
Özcesi; 20. yüzyılın önemli filozoflarından, matematik, mantık ve dil felsefesi alanlarında çalışma yürütmüş Ludwig Wittgenstein’in dediği üzere:
“Gerçek yoktur, dil vardır.”
Evet gerçek de dil ile dile geldiğinden, dil olmayınca gerçekliğimiz de yok olacaktır, yoktur. Yok olmamak için dil gerçeği ile yüzleşmemiz gerekir. Bu konuda söylenecek çok şey olmakla beraber, söylenenlerin hayata geçmediği sürece gerçeklikle de ilişkisi yoktur aslında. Yabancı bir ülkeye birkaç yıllığına çalışmak amacıyla giden insanlar o ülkenin/ulusun dilini büyük bir gayret göstererek ve öğrendiklerinde de büyük bir iftihar duyarak öğrenebiliyorlar. Oysa asimilasyon uygulamalarına, her türlü sömürgeciliğe, baskıya, zulme karşı olduğunu savunan egemen ulus devrimcileri ezilen ulus dilinin öğrenilmesi çabasına girmemişlerdir, yüzyıldır bu konuda parmakla gösterilecek bir örnek yoktur, bu da ayrı bir gerçekliğimiz.
Ha uzun yıllardır uygulanmakta olan baskıcı, inkarcı asimilasyonist politikalar sonucunda aile içinde anne babasının konuştuğu/konuşabildiği dili öğrenmemiş/öğrenememiş Kürt demokrat, devrimci, okumuş, aydın, entel vb. insanların hâlâ bu hawara kulak tıkamaları, yok olmakla yüz yüze bulunan Kürtçeyi savunmak ve yaşatmak adına, son yirmi otuz yılda öğrenme olanağı yaratılmışken öğrenme çabası içerisine girmemeleri, bu konuda en ufak ciddi bir emek ve niyet sürecine girmemeleri, sadece çocuklarına Kürtçe bir isim koyup onlara egemen asimilasyoncu dil ile seslenmeleri ayrı bir bahistir. Ve özellikle Kürt okumuş, küçük burjuva kişiliğinde bu olguyu çözümlemek daha da ayrı bir bahis konusu iken, günümüzde bunu irdeleyip, bu hastalığın adını koymadan yüzlerdeki maskeyi indirmek mümkün görünmüyor.
*Çığlık
Evrensel'i Takip Et