Sinan Birdal: Sykes-Picot’un miadını doldurduğu iddiası doğru değil
Sykes-Picot’un miadının doldurduğu iddiasının tarihsel olarak doğru olmadığını söyleyen Sinan Birdal, Sykes-Picot’un sınırlarının güncel Ortadoğu sınırları ile denk düşmediğini belirtti.
Fotoğraf: Sinan Birdal'ın Facebook hesabından alınmıştır
Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ
Diyarbakır
Meclis hükümetinin ilk Kürt politikasının Teşkilat-ı Esasiye’deki şura idaresi ile belirginleştiğini söyleyen Birdal, AKP’nin Kürt açılımı siyasetinin de bel kemiğini oluşturan doktrinin şûra yönetimi yerine güdümlü bir özerklik modeli vaat ettiğini ifade etti. Sykes-Picot’un miadının doldurduğu iddiasının tarihsel olarak doğru olmadığını söyleyen Sinan Birdal, Sykes-Picot’un sınırlarının güncel Ortadoğu sınırları ile denk düşmediğini belirtti.
Sykes-Picot’un 104 yılında Siyaset Bilimci Sinan Birdal İle konuştuk.
“SYKES PİCOT’UN SINIRLARI GÜNCEL SINIRLARA DENK DÜŞMEZ”
Sykes-Picot Anlaşması İngiltere’yi temsilen Mark Sykes ve Fransa’yı temsilen François Georges-Picot adlı iki diplomatın parafladığı gizli bir anlaşma olduğunu söyleyen Birdal, "Bu anlaşmayla 19. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma politikası izleyen İngiltere ve Fransa artık bu politikadan vazgeçmiş ve imparatorluğun Mezopotamya ve Doğu Akdeniz eyaletlerini aralarında paylaşmaya karar vermiştir. Anlaşmanın tarihsel önemi iki sömürgeci devletin Ortadoğu’yu doğrudan idare etmeye karar vermeleri ve bölgenin bu iki devletin nüfuz ve idare alanları arasında bölünmesidir. Bu bölünmede sadece Kürtler değil Ortadoğu’nun bütün halkları tarihsel, ekonomik, kültürel coğrafyalarının yeni siyasi sınırlarla kesildiği, bölündüğü bir süreç yaşamışlardır. Tüm bölge halkları için bugün izleri, etkileri hala devam eden bir travma olan bu siyasi bölüşümün Sykes-Picot olarak nitelendirilmesi ve Ortadoğu’da bugün gözlemlediğimiz paylaşım mücadelelerinin, güncel siyasi bölünmelerin Sykes-Picot ile açıklanması doğru değildir” dedi.
2010-2011’de meydana çıkan Arap ayaklanmalarıyla beraber Sykes-Picot Anlaşmasının tekrar gündeme oturarak Sykes-Picot’nun artık geçerliliğini yitirdiği iddiası tekrarlanmaya başladığını hatırlatan Birdal, “Aslında bu tartışmanın altında Suriye ve Irak’taki merkezi idarenin iflas etmesi yatıyordu. Ayaklanmaları takip eden dönemde Şam yönetiminin bölgeden askerini çekmesi üzerine Rojava’da özerk yönetimler kurulmuş, Suriye’deki ayaklanmanın bir iç savaşa dönüşmesi Irak’ta Şii-Sünni mücadelesini tetiklemiş ve mezhep savaşının bir sonucu olarak ortaya çıkan IŞİD Suriye-Irak sınırını fiilen ortadan kaldıran bir etkiye ulaşmıştı. Sykes-Picot’un miadını doldurduğu iddiası Rojava’daki özerk yönetimler ve Suriye-Irak sınırının fiilen ortadan kalkması gelişmelerini tarif etmek için kullanılır oldu. Ancak bu iddia tarihsel olarak doğru değildi, yanlış bir tarif olduğu için durumu net olarak açıklayamadı ve gözlemcileri yanıltıcı sonuçlara götürdü” diye konuştu.
“SYKES- PİCOT HİÇBİR ZAMAN HARFİYEN UYGULANAMADI”
Aslında Sykes-Picot hiçbir zaman harfiyen uygulanamadığını ifaden eden Birdal, “Temel mantığını oluşturan İngiltere-Fransa hakimiyetinin Ortadoğu’da son bulmasının üzerinden altmış yıl geçmişti. Sykes-Picot’nun çizdiği sınırlar Suriye-Irak sınırlarına veya güncel Ortadoğu sınırlarına denk düşmez. Tarihsel olarak Kürtler açısından en göze çarpan farklılık bu haritada bugünkü Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin büyük oranda Fransız nüfuz bölgesinde yer almasıdır. Suriye-Irak sınırına odaklanırsak Fransa ve İngiltere’nin çizdiği nihai siyasi haritanın Sykes-Picot planından bayağı farklı olduğunu görürüz. Bunun nedeni 1916’dan 1920’ye gelene kadar hem uluslararası siyasette, hem Fransa-İngiltere ilişkilerinde hem de bu ülkelerin iç siyasetinde çok önemli değişimlerin meydana gelmiş olmasıdır. Bu üç düzeydeki gelişmeler üzerinde en sarsıcı etkiyi 1917 Bolşevik Devrimi’ne, devrimin bölge ve dünya halklarında uyandırdığı heyecana ve Bolşeviklerin Rus Çarlığı’nın arşivindeki bütün gizli diplomatik belgeleri açıklamasına borçluyuz. Özetle Sykes-Picot Anlaşması İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’yu paylaşma iradelerini kağıda dökmesi açısından önemli bir belgedir ancak çizdiği sınırlar kağıt üzerinde kalmıştı” ifadelerini kullandı.
Uluslararası siyasetin 1917 yılında Rusya’da Şubat ve Ekim Devrimleri ve ABD’nin İngiltere-Fransa saflarında savaşa girmesiyle tamamen farklı bir mecraya akmaya başladığını söyleyen Birdal, şunları söyledi:
“Ortadoğu’da da bunun etkileri hissedilecektir. İngiltere ve Fransa savaşın sonunda bölgeyi tasarlarken bir yandan Bolşeviklerin ve ABD’nin yükselişi, diğer yandan kendi ülkelerindeki toplumsal muhalefetin kabarması ve Ortadoğu’daki isyanlarla baş etmek zorunda kalacaktır. 1919’da Mısır ve Sudan’da Britanya işgaline karşı bir devrim patlak vermiş, 1922’de Londra’yı Mısır’ın bağımsızlığını tanımaya mecbur etmiştir. 1920’de Bağdat’ta başlayan ayaklanmaya kuzeyde Kürtlerin isyanı da eklenmiştir. 1920’de Fransa Suriye’deki dört aylık monarşiyi ilga etmiş; Kral Faysal’ı tahttan indirmiş; bunun üzerine bugünkü Ürdün Krallığı’nın topraklarına yerleşen Faysal’ın kardeşi Abdullah silahlı adamlarıyla Fransızları tehdit etmeye başlamıştır. İngiliz ve Fransızlar bu gelişmeler yüzünden karşı karşıya gelirken Ankara’daki meclis hükümeti Irak’ta ve Suriye’de İngiliz ve Fransızlara karşı ayaklanan Kürtlere destek vermiştir.”
“İLK KÜRT POLİTİKASI TEŞKİLAT-I ESASİYEDE BELİRGİNLEŞTİ”
Meclis hükümetinin bu ilk Kürt politikası 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda belirginleştiğini vurgulayan Birdal, “Bir anayasa değişikliği olan bu belgede hem Bolşevik Devrimi’nin hem de İngiliz-Fransız sömürgeciliğine karşı Kürtlerin verdiği mücadelenin etkilerini görmek mümkündür: Mustafa Kemal’in “Bütün milletin hafızasında olmalıdır çünkü bu devleti kuran bir kanundur” diye tanımladığı 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 11. Maddesinde vilayetlerin mahalli işlerde manevi şahsiyeti ve muhtariyetini (özerkliğini) tanır. 12. ve 15. maddeler arasındaki hükümler halk tarafından seçilen yerel şûralardan bahseder, valileri bir mülkî amir olarak değil, TBMM’nin temsilcisi olarak merkezi ve mahalli idare arasındaki eşgüdümü sağlayan bir mercî olarak tanımlar. Bu anayasadaki idari sistemin merkezinde olan “şûra” kavramı “sovyet” kelimesinin çevirisinden başka bir şey değildir ve meclise yerel kongrelerden katılan mebuslar için gayet doğal kabul edilen bir idari birimdir. Kanuna göre illerde ve bucakları seçimle işbaşına gelen ve eğitim, sağlık, ekonomi, bayındırlık ve sosyal yardım gibi konularda yetkili olan şûralar idare edecektir. Bugünkü hakim yorumlara ters görünse de, meclis hükümetinin şûra idaresi vasıtasıyla bölgedeki Kürtlerle kurduğu ittifak aslında Ankara’nın ilk ve orijinal Kürt siyasetidir; ve kapsamı itibarıyla sadece bir Kürt siyaseti değil, bir anayasa ve dış politika ilkesidir” dedi.
Meclis hükümetinin aldığı pozisyonu özetleyen Birdal, şu ifadeleri kullandı:
“Şûra idaresi vasıtasıyla Suriye ve Irak’taki Kürtlerin desteğini alarak Ankara meclisinin nüfuz alanını Fransız ve İngiliz sömürge idaresi hilafına genişletmek. Bu siyasetin nasıl değiştiğini incelemeden evvel meselenin Türkiye kamuoyundaki serüvenine bakmak elzemdir. İlginçtir ki, geriye dönük olarak “özerklik ve Kürtlerle bölgesel ittifak” olarak tarif edilebilecek bu orijinal formül 1960ların 70'lerin Atatürkçü-sol çevrelerinde itibar görmüştür. Örneğin, 1990lardan itibaren ulusalcı çevrenin önde gelen sözcülerinden biri olarak beliren Prof. Dr. Mümtaz Soysal - aralarında Abdullah Öcalan’ın da bulunduğu - Mülkiye’nin 1968 kuşağı öğrencilerinin takip ettiği anayasa derslerinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndan övgüyle söz eder. Soysal’a göre 1921 Anayasası “halk hükümeti” kurmayı amaçlamıştır, ancak “Kurtuluş Savaşı’nın havası içinde bu pek demokratik hükümler gerçek anlamıyla uygulanabilmiş değildir.”
“AKP’NİN ‘KÜRT AÇILIMI’, 1921 FORMÜLÜNÜ GÜNCELLEDİ”
1990’lara gelindiğinde ise bu konuda ilginç bir değişim meydana geldiğini söyleyen Birdal, Birinci Körfez Savaşı’yla beraber bu orijinal politikanın Turgut Özal tarafından sahiplenilmeye başlandığını aktardı. Lozan’da İsmet İnönü’nün Musul ve Kerkük’ü elden bıraktığı eleştirisi yeni olmadığını dile getiren Birdal, “Ancak Özal sadece bu eleştiriyi sahiplenmekle kalmaz, 'Bir koyup üç alacağız' şiarıyla federasyon tartışmasını başlatır. Özal’ın bu siyasetini ideolojik olarak destelemek için bir araya gelen muhafazakar ve liberal yazarlar Türkiye Günlüğü dergisinde daha sonra gündemimizden inmeyecek bir kavramı ortaya atarlar: Neo-Osmanlıcılık. 2000li yıllarda AKP’nin 'Kürt açılımı' siyasetinin de bel kemiğini oluşturan bu doktrin aslında 1921’de izlenen meclis hükümeti siyasetinin jeostratejik formülünü günceller. Önemli bir farkla: Şûra yönetimi muhafazakarlığın siyasi tahayyülüne tamamen terstir. Neo-Osmanlıcılık güdümlü – yani kontrol altında tutabildiği yerel elitlerin iktidarda olduğu – bir özerklik modeli vaat eder” diye konuştu.
“KAHİRE KONFERANSINDAN COX’UN VE CHURCİLL’IN TEZLERİ ÇATIŞTI”
Uzun vadede bölgeyi şekillendiren gelişmelerin 1921-22 yıllarına denk geldiğini ve Lozan Anlaşması’yla belirginleştiğini belirten Birdal, bu süreçte Kürtler açısından dönüm noktası olacak gelişmenin 1921 Kahire Konferansı olduğunu söyledi. Birdal, “Britanya’nın Ortadoğu politikasının ele alındığı konferansta Mezopotamya Yüksek Komiseri Percy Cox’un Kürtleri Irak’a dahil etme tezi,Sömürgeler Bakanı Winston Churchill’in Kürtlerin bağımsızlığı teziyle çatışır. İki tez de Britanya’nın Mezopotamya’daki pozisyonunu tahkim etmeyi ve Ankara’nın Kürtlerle ittifakını önlemeyi amaçlar. Konferansta Cox ve Churchill pozisyonları uzlaştırılarak ileride bağımsız bir yönetim kurabilecekleri kabul edilen Kürtler Bağdat’taki geçici Arap yönetimine değil, doğrudan Britanya’nın Yüksek Temsilcisi’ne bağlanır. Ancak politikanın uygulayıcısı olan Cox muhalefet ettiği konferans kararlarını uygulamaz ve Ekim 1922’de Lloyd George’un koalisyon hükümetinin düşüp Churchill’in Sömürgeler Bakanlığından ayrılmasıyla Kürtlerin bağımsızlığı formülü tamamen rafa kaldırılır” dedi.
Cox’un tezinin Lozan’da Lord Curzon ve İsmet İnönü arasındaki görüşmelerde daha da belirginleşeğini ve 1923 imzalanan Lozan Anlaşmasının İkinci Meclis tarafından onaylanacağını aktaran Birdal, “1924’te ilan edilen yeni anayasayla da özerklik formülü yerine merkeziyetçi bir idare tercih edilecektir. Bu gelişmeler1925’te Şeyh Said isyanı ve Takrir-i Sükun Kanunu’yla cumhuriyetin olağanüstü bir rejime dönüşmesiyle neticelenecektir. Bu bağlamda Sykes-Picot Ortadoğu siyaseti ve Kürt meselesi açısından önemli bir durak olmakla beraber anlaşmanın uluslararası, bölgesel ve yerel dinamiklerin hepsinin hesaba katıldığı bir tarihsel süreç içinde değerlendirilmesi gerekir” ifadelerini kullandı.